Şiir Kadar, Nesir De Suçlu
Şaşılacak şey ! İmla kurallarını kendi kurallarıyla yüzleştiren zavallı kadın, neye uğradığını şaşırmıştı. Kural tanımaz bir ruhun açık seçik bir durumdan kendisine pay çıkarmasını çaresizce izledi. Öyle ki iki gündür okuduğu kitabın kahramanı, onu bir gün evvel evine çağırmıştı. Bunun verdiği heyecan ona randevu saatini unutturmuştu. Yola düşerken -Geç mi kaldım acaba ? Sorusu beynini kanatan bir burgunun vınlamasıydı sanki (!)
Ağzından çıkanı kulağın duysun ! Kulakların işitmiyorsa ,gözlerin görsün !
Suçlu kim ? Suçu işleyen mi, suçu işleten mi ? Şimdilik bunu hiç kimse bilmiyordu. Pablo Neruda teslim olduğunda ,ardında bıraktığı hiç bir şiiri teslim olmamıştı. O halde her devrin elçisi, kendine sınır koymayan şiirler mi suçlu ? Bunu da kimse bilmiyordu. Peki ya nesir ? Bütün bunlar olup biterken , satır aralarında kendince eğleniyor, arada sırada dudaklarına değdirdiği kadehi havaya kaldırarak, şerefe ! diye naralar atıyordu. Ne diyebilirim ki, yarasın ! En son , Kalemi elinde, aklı cebinde olan bir kaç kişiyle yola çıkmıştı. Güneşe doğru yol alırken, ufukta gözlerimin önünde kaybolup gitmişti .Bu gidişi ,ne yalan söyleyeyim benim için büyük bir kayıptı. Peki ya teslim olmayı ret eden şiirler ? Güneşi aldatanlar, karanlık bir gecede ayı sarhoş yapanlar, isimlerin önünde ve ardında hiçbir sıfatı barındıramayan birileri tarafından ,şiirlerin her birini tek tek yakaladı. Her mısranın elini-kolunu bağladılar. Redif-kafiye- hece ayrımı yapmadan , çığlık seslerine aldırmadan, karartılan dünyanın karanlık hücrelerine atıldılar..
Hemen ertesi gün, yargısız infazlar başlatılmış ve hücre odalarına girilmişti. Ne diyebilirim ki, inkar, intikamı severek çağırmıştı. Oysa intiharı düşünen şiirler , hücre odalarda tek tek yok olmuştu. Her yer didik didik arandı, köse bucak tarandı, lakin suçlu şiirler bir türlü bulunamamıştı. Her kes gibi bende büyük bir merak içindeyken, şiirlerin hücre arkadaşı olan Nazım'ın ağzından , şiirler hücre duvarlarına kazınmıştı. Şimdi akıllara kazınan şiirleri, duvarlara yazılan dizeleri hangi güç yok edebilir ki ?
Hiç'kim'se , hiç'biri, hiçler ... !
Asıl hikaye bundan sonra başlamıştı ! Nesir yolunu kaybederek geri dönmüş, yanındaki asiler, Kırk Haramilere esir düşmüştü. Bir dili yerde, bir dili gökte avazı çıktığı kadar bağıran nesir ,bir akıl hastanesinde tımarhaneye kapatılmıştı. Üzüldüm ,çok Üzüldüm !.. Bir kaç gün sonra ,elimde bir demet çiçekle onu ziyarete gitmiştim . Kafamı odanın kapısından içeri uzattığımda ne göreyim , nesir şen-şakrak bir üslupla Erasmus' un kucağına oturmuş ,onunla Deliliğe Övgü Kitabını yazmaya başlamıştı. Ne diyeceğimi , nasıl sesleneceğimi şaşırmıştım. Nesir mi deli, Erasmus mu akıllı ? Bilemedim. Neyse ki araları Çabuk bozuldu. Erasmus'tan ayrıldığında nesir'in karnı şişmiş ,hamile kalmıştı. İki tarafında kabul etmediği çocuk ortada kalmıştı. O gün, bu gündür sahipsiz kalan bu çocuk Erasmus'un Piçi diye anılmıştı .
Şimdi şiir kadar nesirde suçsuz ..Tanı yüreğimi Girdaplardan ağan ,maveralardan nescine bakanBir ilahi kelimeyi satırlarında bulan. İkinci cins hırt şarkılarda o biçim mehtapâşık ezgilerinde dudakları kiraz. O hiç anlaşılmaz ,anlaşılamaz sözcüklerin arasındagözlerinde hep bir kapı aralığı hüznü saklayan ; o şiir ki, o nesir ki hiç öldürmesem de içimde ölür biraz...