Şiire mi Ağlayalım Nesire mi Gülelim

Her insan Adem'in çocuğudur... Ama mutlaktır ve mecburi tanımın temelidir. Temelsiz ve tarafsızlaştırırsak tanımı, insan kendi gölgesinin renkli halidir. Renkler netleşmeye başlayınca mükemmel duyguları ortaya çıkar ve insanın dünyaya mümkün uyumu başlar.



Haz/ insanın tefekkür halinin en net tanımıdır. Boylu boyunca ve asla sağa/sola sapmadan, direk insan hayatının temeli haz sarayının içidir. Sarayın çok odalı olması, hazzın boyunduruğu altına giren isimlerin çeşitliliği, insan hayatının sonuna kadar giderek çoğalır.



Haz ve ben duygusundan önce İnsan ve dünya çocuktur.
Burada siyah renkli çocuklar, burada beyaz renkli çocuklar, burada fakir /zengin çocuklar, burada karanın denizle kucaklaşması gibi, gökyüzünün mavisi bütün canlılarla kucaklaşması gibidir. Bazen nazlıca, bazen şımarıklıklar ,bazen ne düğü belirsiz koşulsuz davranışlar kadar azalan ve bir insanın aktığı dünya kadardır hayatlar. O dantel dokumasını andıran dağların güneşe boyun eğdiği, bayram yerine dönen meydanda ıhlamur ağaçları, erguvanlardan geçip lalelerin istilasını görüp, görkemli çınar ağaçları altında biten yolculuğun sonu ve atasının gölgesini arayan kader çizgisi misali...



Alem, baştanbaşa insan ve tınazlarla örtülüydü. Sık sık ahlak ve adaletten dem vuıranların duyulmadığı, yüksek boylu insanların söz sahibi değil; eşit hak sahibi olduğu, biçimsizleştirilmiş ama güya bölünen halkların olmadığı; orakçı kadının sırtı gibi benzetmelerin olmadığı. Demet demet günlerin yılların arasından akan insan kanı üzerinde gemilerin yürütülmediği; parmakları arasında ülkeleri sallayanların olmadığı; çocuğunun gölgedeki beşiğine eğilen anaların çok olduğu ve peygamber çiçekleriyle örtülü dünyanın ekin demetleri ile dopdolu olduğu yerlerdir buralar... Öte yanda, ceketsiz, gömleksiz insanların, beri yanda aynı tarlalarda çalışan, aynı tabaklarda yemek yiyen, aynı tastan su içen, ayakta dururken düşenin kaldırıldığı ve acıların paylaşıldığı ülkeydi...



Haz duygusuna teslim olan insan artık bencildir ve ben duygusunun esiridir.
Büyükannemin, büyükbabamın, hatta babamın, annemin ve kardeşlerimin odasında öfkeli, kıpkırmızı yüzünden siniri bozuk olduğu anlaşılan bir duygu sessizce bütün dünyaya yayılmaya başladı. Sinirinden olsa gerek başını, gözünü oynatıp duruyor, sıkıntısını ve öfkesini saklaya saklaya yayılmayı seçiyordu. Bir an önce işini bitirip dünyadan ve insandan çıkmak ister gibi bir hâli vardı.



Dünyanın en tenha yerinden en kalabalık yerlerine kadar , bayır ve yarı karanlık köylerin tümünde hırçın bir kış akşamını seçmiştir. Karanlıklardan yürüyerek aydınlıklara insanı gıdıklaya gıdıklaya geliyordu. Haz ve bencillik iri taneler halinden uzaklaşarak kar halini alıp yağıyordu. Rüzgâr uğultuyla esiyor, artık insanları üşütüyordu. Eserken haz ve bencillik tanelerini etrafa saçıyor, insanı ve her tarafı öyle öfkeyle sırılsıklam ediyordu ki insanın haz ve bencil duygularını ortaya çıkartarak resmi bayramı kutluyordu.



İnsan şiirdir ve yaşadığı hayat nesirdir. Şimdi insan ve dünya...Şimdi dünya ve insan arasına giren haz kadar bencillikte çocukluktan ergenliğe çıkmış ve bütün dünya insanının kader çizgisinde iyi/kötü bir şekilde yerini alarak netlik kazanmıştır. Hepimiz az/çok benciliz ve haz duygumuza bir çok kez yenik düşmüyor muyuz?



Şiir yazarak ağlarız belki ama hayatı nesir tadında yaşayarak gülebiliriz belki ...İhtimaller insanın akıl ve duygularından süzülerek gerçekleşir.

08 Kasım 2016 3-4 dakika 51 denemesi var.
Yorumlar (2)
  • 8 yıl önce

    Önemli olan bize yakışan ve uyan rengi bulmak değil midir ve de tüm bencilliğimize rağmen şiirle nesir arasındaki gidip gelmelerimizin dengesini kurabilmek güzel bir yaşamın mucizesi olurdu

    Güzel bir yazıydı Can bey

    haz aldım okurken İçtenlikle kutlarımud83eudd20

  • 8 yıl önce

    Can bey ;

    Şiire ağlamayalım da

    Gerisi umrumda Bile değil 👍

    Sevgiyle