Sırılsıklam Bir Yalnızlık Hikayesi

Küçük bir kıyı kentinde, her metrekaresine bir yalnızlık düşercesine yağıyordu yağmur.Sırılsıklam yüreklerimiz bir akşam ayazına emanet, bedenlerimizin ne halde olduğunun bir önemi yok gibiydi.

Saçak altlarının önünden geçiyor ama altına sığınmaya yeltenmiyorduk bile. Bu kez bu halin adı ne romantizm'di ne de aşkın büyüsü. Bu düpedüz sersemlikti... Paçalarımızdan akan bu ıssızlıktan sonra,bir saçak altına sığınmak belki de bir acizlikti. Üzerine çığ düşmüşken, gökyüzünden yağan bir avuç kardan kaçmak gibi bir şeydi yani...

Sevdaya dair kurulacak her cümle, Türk Dil Kurumu'nun yürürlükten kaldırdığı o kelimelerden çalıntı gibiydi adeta. Yazımda kullanamaz ama konuşurken engel olamazsınız ya... İşte o kararsızlıkla birlikte bir kilit vardı dudaklarımızda. Islaktı sözcükler; kupkuru bir sevdanın sırılsıklam cümlelerinden geçiyorduk. Ve içimizdeki tedirginlik köprüsünden geçerken dengemizi koruyabilmek oldukça zorlaşıyordu.

Her ikimizde haklılığımızın doruğundaydık. Bundandı belki böylesine donuk ve sakince karşılamamız bu deli sessizliği. Belki de cezalandırmaya çalışıyorduk aklımızca yüreklerimiz; yeterince yorulmamaış, yeterince parçalanmamış gibi...

Eski bir aşkın yeni sızıları vardı senin kucağında. Bir de sırılsıklam olmuş bir dolu yarın. Gözlerine sinmiş o , umutla umutsuzluk arasında gidip gelen bakışlarsa cabası... İstediği oyuncağın alınıp alınmayacağı kararını merakla bekleyen bir çocukluk giyinmiştin üstüne. Dilimizin ucundaydı sözcükler ama geçmişten kopya çekeceklerini bildiğimizdendi belki, bir türlü azat edemiyorduk. Ve zaman en sinsi oyunuyla sahnedeydi.

Küçük bir kıyı kentinde, ezberlenmiş bir öyküyü süslü bir başlıkla kandırmaya çalışıyorduk. Bir eskici ruhu taşıyorduk belki. Ya da aşk, ilk köşe başından çoktan sıvışmış ve bize de üzerinden çıkarıp attığı eskileri kalmıştı. Ve sevda koyup adını, giyinip kuşanıp dolaşmıştık yıllarca... Elimizde avucumuzda kalansa bir tutam düş olmuştu belki.

Ve bir kıyı kenti akşamında, yağmur altında , bizi terk eden o düşleri arıyorduk gözlerimizde. Bulamayınca da sus pus olmuş bir sırılsıklamlığa öylece yürüyorduk.

Kim çıkıp gelmişti ilk ? Ya da hangimiz takılmıştı bu küçük oltaya da ; şimdi, üzerine bir yığın başarısız hikaye yazdığımız bu sayfayı buruşturuyorduk parmaklarımızın arasında.

Yol bitecek az sonra... Gözlerine her bakışımdan bir destan çıkardığım bu sevdadan usulca kaçırdığım için şimdi gözlerimi, bu akşam bu yolu ve tüm yağmurlarını bu kentin, lanetliyorum....

Bu sevda uğruna zamanında verilmemiş bir can taşıyoruz belki ikimizde ve bu ağırlık ondan; bu çekim gücü birbirimize. Ve bu pişmanlık.... Biri alsa şu yüreği, avuçlayıp çekip çıkarsa yerinden, belki geveze bir kuş gibi açılacak dillerimiz. Ve bedeli ödenmiş olacak belki ömrümüzün orta yerinde öylece asılı kalmış bu düşlerin...

Küçük bir kıyı kentinde, Azrail kol geziyor şimdi; 'biz' e ait ne varsa ya da ne kaldıysa, olan biten her şeyi 'sana ' ve 'bana' paylaştırmak için kucaklıyor bu öyküyü...

.... Ve her metrekaresine bir yalnızlık düşercesine yağıyor yağmur...

28 Ağustos 2009 3-4 dakika 24 denemesi var.
Yorumlar