Şita
Hayat dediğin, o eski tanıdık değil
benim için artık...
Uzun bir nekahet dönemimden sonra şehir yabancılaşmış; caddeler, sokaklar, kaldırımlar bedensiz elbiselerin dolaştığı insanlarla dolup taşmıştı.
Korku ve endişe dolu gözlerle etrafına bakındı. Bakışlarına dolacak bir tanıdık yüz, rüzgârın kanatlarından gelecek bir rayiha, içini serinletecek bir ses aradı; yaşama süresinin kısaldığı doktorlar tarafından belirlenmiş hayatına...
Neler oluyordu; geçmiş onu bırakmıyor, o geleceğe erişemiyordu bir türlü. Geçmişten gelen acıların sahibi uzaktayken; gelecek, kısa bir deniz yolculuğunun vaat ediciliğini kaybedecek kadar anlamsız geliyordu...
Yabancılaştığı şehir üstüne üstüne devriliyor; yüzler, sesler, ışıklar ve ışıksızlık köşe kapmaca oynuyordu aklının dar sokaklarında. 'Tanrım, kayboldum ben, bana yardım et! ' diyebildi, kendine bile yabancı, sessiz harflerle usulca. Kaynağından uzaklaşmış bir pınar gibi cılız çıkıyordu sesi akağından...
Yola revan olan telaşlı adımları onu bir taksi durağına götürdüğünde göğün gözlerinden sağanak boşanmış da ıslanmış kadar ter içinde kalmıştı yeşil elbisesi içindeki narin bedeni. Çantasını açıp üzerinde adresi yazılı notu taksi şoförüne uzattığında derin bir nefes aldı.
Oldum olası yer ve yön tarifi dendiğinde panikler, elleri ayakları birbirine dolanırdı.
Bu hali, işin iç yüzünü bilmeyen arkadaşları ve dostları arasında hep latife konusu olmuştu.
Bu sebeple nereye gidecek olsa ki bu kendi evi de dâhil olmak üzere adresi küçük bir not kâğıdına yazar çantasına atardı. Kaybetme ve kaybolma korkusu en büyük fobisiydi. Yıllar önce, kardeşini kaybettiğinde içinin en derinlerinde kendine bir yer edinip bağdaş kurup oturmuştu bu duygu. Bunu, en iyi, en yakınını kaybetmiş olanlar anlayabilirlerdi.
Yoğun trafiğin ardından nihayet bedenine bol, içine dar gelen evine varabilmişti. Çantasını vestiyerin üzerine bırakıp salona geçti, kendini masanın çevresindeki sandalyelerden birine attı. Uzun bir süre sessizliği dinledi nefessiz. Gözleri gibi sessiz ve ıssızdı evin atmosferi. Gamzelerinde beliren buruk bir tebessümle yüzünü masaya döndü. Bir zamanlar çatal kaşık seslerine karışan insan seslerini aradı. Vazodaki solmuş güller de ses vermiyordu artık.
Bu ev, bu salon, bu odalar bir yandan çok tanıdık gelirken; bir yandan da alışkın olduğu hiçbir sesin, hiçbir kokunun ruhunda bile iz bırakmamış olduğunu fark etti, bu yabancılık duygusuyla... Duvarlarına sinen insan kokusu, yemek kokusu, eski eşya kokusu ve sesler silinmiş, sonsuz bir karanlıkta akıp kaybolmuştu.
Bitmekte olan bir kışın hırçınlığını hâlâ sürdüren rüzgârlarla kabarıp kıyılara vuran dalga sesleri arasında sona ermek üzere bir ömür...
Ruhum, kış bahçesinin kederli yalnızlığı...
Hüzünlü bir mevsimdir kış çoğu insan için belki de ardından gelecek bahar olmasa, baharı beklemek olmasa zor katlanılır şita de denen kışa. Güzel bir denemeydi kutladım İlayda hanım yürekten...👍
Yazımı güne lâyık gören değerli seçki kuruluna
teşekkür ederim Saygılarımla...