Sol Yanım
Bulutlar en ağır paltolarını giyinmiş dağları aşıyorken ben de değişken mevsimin izlerini silmeye çalışıyorum kendimce. Balkonda saksıdaki rüzgar gülü fasılasız sallanıyor rüzgarla, gidip düzeltiyorum. İstiyorum ki bir ritimde dönsün yaprakları. O ise bir sağa bir sola kavisler çiziyor. Sonra rüzgarla anlaşma yapmaya karar veriyorum. Doğru düzgün eserse ve bulutlar da bir yönden seyrederse eğer oturaklı düşler kurmaya söz veriyorum rüzgara. Rüzgarın yönüne göre yönünü çeviren insanlardan olmadım çünkü ve olmak da istemiyorum. Bir sağa bir sola dönülerek hiçbir felsefenin inşası mümkün değildir. İnsan ilk önce kendisine dürüst olmalı bir de düşününce. Adam bu yaşa gelinceye kadar sayısız yön değiştirmiş bir oraya bir buraya sapmış, çıkmış bana diyor ki sizinkiler üç çocuk sever. Bizimkiler kim diye sormuyorum çünkü, bizimkileri sürekli değişkenlik arz eden insanlara içimdekileri anlatmak istemiyorum. Benim ne düşündüğümü umursamamış bile bizimkiler dediği de kendisi aslında.
İnsanın en büyük haramiliği otomatikleşmiş düşünceleridir. Bu kapalı, bu açık, bu sağcı, bu solcu, bu çaycıya kadar uzayıp gidiyor yaftalamak mevzusu. Ağaçları inceliyorum sık sık evin penceresinden ya da yürüyüşlerde özellikle. Kuşlar ağacın en üst dallarını tercih ediyor genelde. En üst uca konuyorlar bazıları. Özgürlük böyle bir şey olmalı diyorum, tadını çıkara çıkara zirvelerde olmak. Ne güzel bir kuş hissi olmalı. Sonra bakıyorum aşağı dallarda da bir sürü farklı kuşlar var. Niye onlar o dalları seçmişler demek benim için haramilik. Çünkü özgürlük böyle bir şey. Her kuşun istediği dalı seçmesi...
Yol kesen zihniyetler, düşünceleri kesiyor gün geliyor. Racon kesmekle eş değer bir durum bu heytt beecilik hali. Sonra diyoruz ki ayrıştırılmamız üzerinden bir sağa bir sola vuruyorlar. Çünkü malzeme bol, malzeme biziz. Biz kendimizi ve biz birbirimizi sevmedikçe daha sağı sola çok çarpacaklar. Biliyorum dünyaya özgü bir şey bu sizcilik, bizcilik.
Bugün biraz bizden, sizden bahsetmek istedim. Bulutlar en ağır paltolarını giyinmiş dağların üzerinden bizi seyrediyorlardı. Rüzgar gülü bir sağa bir sola dönüyordu ne kadar sabitlersem sabitleyeyim saksıdaki toprağına. Yeri geldiğinde sabitlik güzeldi, dik duruş, kendini ve hakikati savunmak güzeldi. Yeri geldiğinde ise ön yargılarından, sabit fikirlilikten korunmak gerekli ve güzeldi. Yoksa takılıp kalıyordu insan bir düşünceye, bir oluşa ya da bir gruba hem de körü körüne. Herkesin bir diğerini karanlıkta gördüğü kimsenin kimseyi temelde sevmediği şu devirde sol yanım ağrıyordu. Yalan yok iklimler de ağrıyordu, krize girip girip.
Lapa lapa ve ceviz büyüklüğünde karlar yağıyordu şehrime. Temizlenmek mümkün mü diyordum kendime? Kabuklarından sıyrılırken insanlık; ayrıştırmadan, ötekileştirmeden, çarpıştırmadan salim bir akılla sevmek mümkün mü acaba birbirimizi?