Son Bilet
?Buyurun ağabey! Tereyağlı iskender, kebap, döner?
Acıkmışmıydı, yoksa acıkmamışmıydı tam emin değildi. Yalnız kasım sonuydu hava buz gibiydi ve bir saate yakın boş sokakta yürüyordu. Biraz daha yürüse soğukta donabilirdi. Biraz ısınırım diye düşündü ve girdi içeriye. Zaten aynı dönercinin önünde dördüncü defa geçişiydi. Bir şeyler yemese ayıp olabilirdi!
Gıcırtısıyla üç blok ötedekileri rahatsız edebilecek paslı kapıdan girince, ilk dikkatini çeken örtüsüz ahşap masalardaki yağ lekesi ve artık nemden dökülmeye başlamış duvarlardı. Oldukça eski ve kirli bir lokantaydı.
?Ne alırsın abi?
?Döner alayım.
?Servis mi olsun?
?Şey, eee... Dürüm olsun.
Henüz iki saate yakın zamanı vardı, otobüsünün hareket saatine. Yolculuğu seviyordu sevmesine de içindeki hüzün başkaydı. Yılda bir defa görmek için geldiği ve halini hatırını sorduğu, elini öpüp hayır duasını aldığı annesi artık orada kendini beklemiyordu. Son nefesinde elini öpememişti ama kendi elleriyle defnetmişti. Yıllardır para kazanmak için gurbette çalıştığından kokusuna doyamamıştı. Düşündü, üzüldü, bir sigara yaktı. Derin derin çekti içine...
?Ayran?
Pek kibar olmayan bu teklifi kibarca reddetti. Aslında ölümden korkmuyor, ölenin arkasında da çok üzülmüyordu. 'İnşaatlarda çalıştığın için senin vücudunda, ruhunda beton gibi olmuş' diye takılırdı arkadaşları zaman zaman. Oysa onunda duyguları vardı, üzülürdü. En çok da yeni doğan çocuklara üzülüyordu. Bir ömür ne yaşayacaklardı? İnşaatlarda mı çalışacaklardı? Sevdaları aşkları nasıl onların canını yakacaktı? Kız çocuklarını nasıl bir şiddet ve çalışma şartları bekliyordu? Kaç yakınını kaybedip günlerce üzüntüden uyuyamayacaklardı. Tüm bunlar onu kahrediyordu. Ayrıca herkes bir gün ölmeyecek miydi? Neden az yada çok yaşayıp ölecek birisi dünyaya geldiğinde insanlar bu kadar çok sevinir? Hem de insanın mutlu, sağlıklı ve stressiz geçirdiği zamanının geri kalan zamana oranının çok düşük olduğu bir hayat için. Tüm bunlara anlam veremiyordu.
Otobüsün kalkmasına bir saatten az zaman kalmıştı. Tekrar dönüp arkasına baktı. Burası kendisine yabancıydı. Son kalesi düşmüş, işgal edilmiş bir şehir gibi geldi. Başkalarına bırakıyordu. Yenilgiyi kabul etmiş sessizce kaçıyormuşçasına...
Belki de son Urfa-İstanbul biletiydi elinde sıkıca tuttuğu bilet. Bir daha dönmeyecekti. Sevdiği kimsenin kalmaması acı veriyordu vermesine de, şunu da çok iyi biliyordu: sevdiği insanı bir kere kaybeder zamanla alışırsın ya da sürekli kaybedeceğim endişesiyle düşünür durursun. Bu ikilem içinde, kalp ikinciyi akıl birinciyi kabullenir zamanla. Muavin biletleri kontrol ederken O, dünyada sevdiği kimsenin kalmamasına mı üzülecek, yoksa bir daha hiç kimseden ayrılmak zorunda olmayacağına mı sevinecekti... Bu düşünceyle kendi kendine mırıldandı; 'zaman gösterecek, her şeyi zaman gösterecek...'