Şu Gelen Yaz Değil mi
Mevsimlerin de birer ruhu vardır, onu kendine özgü kılan, enfes özelliklerin boydan boya sıralandığı tabiata can veren bir ruh... gerçi, canlı olup da ruhu olmayan var mıdır.. yanlış anlaşılmasın, ruh dediğimiz şey, her canlıya kendi giysisini giydirir. İnsandaki beden giysisinin bunlardan farkı çoktur. Ama yine de her birinin bir dereceye kadar bünyelerini saran birer ruhları vardır.
İşte yaz da mevsimlerden bir mevsim olarak o içtenliği kendinde barındırır. Yaza merhaba demek, dostu baharın görevidir. Her ne kadar onun gelişi kendine yolculuğa mal olsa da; dostluk, görev paylaşımı bu olsa gerektir. Aslen yazın aynı anneden kardeşi olan baharla tombiş kardeşi yaz arasında kesin sınır çizmek pek de yerli bir düşünce değildir. Zira biri daha üzerini giyinip dışarı çıkmadan diğeri kapıya mevsim tokmağını vurur... ilk başlarda alışkanlığın ve bağlılığın baharı ayrılmaya zorlaması kolay olmaz.
Ama zor da olsa kardeşi onu ikna eder. Öyle ya, baharın acilen yeni vatanına ulaşması gerektir. Çünkü amcaoğlu kış trene bineli günler olmuştur. Yoksa ortalıkta bir kargaşa havası olur eğil mi... bunu duyunca, omzunu yükselten bahar, tamam canım kardeşim benim görevim bekler. Haydi kendine iyi bak diyerek gözleri olan marttan iki damla yaş süzülür. Aslında bir hasret vardır; ikisi de bunu bilir. Ama bilseler ne çare ki, ayrılık ayrılıktır hiç bekler mi.. işte öyle böyle derken, haziran , temmuz ve ağustos adında torunlarını yanında getiren yaz, ağırdan ağırdan yeni şehrine alışmaya çalışır.
İlk işlerinden biri de, baharın yarı bıraktığı yeşil dalları daha da kuvvetlendirmek, aylar öncesinden çiçeğe duran nebatatın artık meyve ve sebzeye dönüşmesini sağlamak için haftalarca uyumaz. Yaz demek, ortalığın sayısız çiçek kokusuyla mest olması, bozkırların bebek gelinliği gibi süslenmesi demektir. Rüzgarın huuu huu diyerek yamaçlardan tozu kubarı sürüdüğü damdaki sacların çatır çutur sesler çıkarmasıdır. Ve o, içindeki yiyecekler yenikten sonra yetim kalan siyah, beyaz poşetlerin bulutlara kadar yükselip minik çocukların vay be taa nereye çıktı demesidir.
Yaz demek daha başka, çilek kokularının bostanları cennete çevirdiği, çobana teslim edilen ineklerin akşam eve dönerken möö möö diyerek ses çıkarması, komşunun bostanındaki yeşil soğanların dallarının anasını ağlatması demektir. Daha başka, haylaz çocukların dut ağaçlarının altına gizlenerek serçeleri taşlamalarıdır . O bununla bitmez; eğer köy yerindeyseniz... ortalığın çocuk sesinden inlemesi, bütün kapıların ağzına kadar açık olması, tarlada fasulye, patates çapalamaktır.
O hem de tarlasındaki elmaların yere düşenlerini, sevap kazanırım ümidiyle çocuklara dağıtan yaşlıların hoşgörü ayıdır. Ama kim buna razı olur, o amcanın en güzel elmalarının hangi dalda yanak gibi kızardığını köydeki üç yaşındaki çocuklar bile bilir... Ama yine de şüphelenmesin diye alırlar. Hele bir de dalbastı kirazları kıpkırmızı olup yeşil dalların altında ağzı sulandırarak çevreye mesaj veriyorsa, bütün çocuklar akşam olmasını bekler... diğer gün bahçeye uğrayan sahibi feryadı figan etse ne çare, onu çoktan sindirmişlerdir bile. Ama haylazlar bellidir.
Bir de ağzı laf tutmayan ve dayaktan korkan varsa canım çocuklar falakaya yatırılırlar. Ama sakın uslandıklarını sanmayın yan yan koşa koşa öyle ziyan ederler ki... neyse yaz böyle bir şeydir işte... 20:12 15/0/2012