Su Hayatın Soyadıdır
Ey varlık aleminin var olmasının teminatı olan damlalar dünyası merhaba sana, merhaba senin var ettiklerine...
Seni anlatacak bir dil sanmam ki insanlık alemine yalın ayak dalmış olsun...yani kırık dökük kelimelerle de olsa, senin bizde olan varlığını derinden hissetmek istiyoruz; daha öteye gidemiyor olmamız sana olan özürlerimize bir yenisini ekliyor.
Seni anlamaya çalışıyorum, her insan gibi... sana dair hissettiklerim ise şunlardan müteşekkildir:
Yaprağın damarlarındaki ter olan suyun atası buhar, zaman gelir göğe yükselir. O pofutuk pofutuk bembeyaz bulutları meydana getirir. O anı kim tarif edebilir ki; ya da bunun bir açıklamasını yapmak kolay mıdır. Mavi göklerde salına salına dolaşan o buharlar, gün gelir ve dolaşmaktan sıkılırlarsa bir de sıcaktan bunalırlarsa; yüzlerine soğuk bir akım da değdiği taktirde, o sema yolcularını hiçbir güç orada tutamaz...yağarlar.. hem de çeşit çeşit.. gönülleri ne istiyorsa öylece yeryüzüne doğru nefes nefese koşarlar.
Bu, köy yerindeki bir çocuğun gurbette olan babasının gelme gününün akşamını nabızları ırlarcasına beklemesine benzer. Bazen bu damlaların adı yağmurdur... bir de ikindi üzeri yağarlarsa, yol üzerindeki toz kubarı bedavadan banyo yaptırırlar. Aşıların alınlarına ısıtılmış bir kumaş sıcaklığında çarparlar... haylaz çocukların ağızlarına damla damla düşerler... işte bu bahsettiğimiz suyun en muhteşem halidir. Bir de dolu vardır. Dolu, suyun en asi çocuğudur. O yeryüzüne kolay kolay gelmez... sanki bir küskünlüğü vardır gibi beklemekle gelmeyen bir devlet memuru gibidir. Ama geldiğinde de sen onu bulamazsın. Çok sert bir mizacı vardır.
Oluşum aşamasında geçirdiği acının ruhuna yansıması mıdır bilinmez. Ama eğer o gelmeye niyet etmişse... yeryüzü ondan ordu geliyor gibi korkar. Duygusunu sanki kaybetmiştir. Yağma mevsimi de ilginçtir. Tam meyveler çiçeğini patlatıp meyve olmanın ilk adımına atacakları sırada, öyle bir dehşetle gelir ki , masum çağlalar ondan korunmak için yaprakların altına siner ve korkan çocukların masumiyetinde affedilmeyi beklerler. Ama ne faydadır ki, kendi çocukluğunu yaşayamadığını düşünüyor olsa gerektir ki, yaprakları deler geçer. Bunda çiftçilerle de arası açıktır. Onun adı anıldığında, akıllarına ilk gelen zarar ziyandır.
Yağdıktan birkaç saniye sonra eğer dışarı çıkma cesareti olanlar varsa görürler ki ortalık bembeyaz bilye büyülüğünde kurşun gibi dolu taneleriyle kaplanmış onun bir de insanın üzerine yağması vardır ki kafayı tak tuk diye deli deşik eder. Zaten burnunuza değmişse o sesi on kilometre öteden duymuşlarıdır. Evet su böyle şeylerin temel kaynağıdır işte, daha neler neler suyla hayat bulur. Onun kıvrım kıvrım bükülerek ırmaklarda oyun oynamasını izleme ayrı bir eğlencedir. Hele ki taşlara çarpıp çıkardığı sesler kendi başına tamamen bir ruh doktoru sayılabilir. Onu hayattan çektiğinizde hayatı da çekmişsiniz demektir. Çünkü su olmadan hayatın olması imkan dahilinde değildir.
Örnek mi; bal arılarının şıra akışkanlığında ürettikleri balın polenleri olan enfes çiçeklerin damarlarındaki asil kanın adı sudur. Topraktaki bereketin kaynağı olan nemin kaynağı sudur. Rüzgarda dans eden ağaçların , coşan yaprakların, yediğimiz yoğurdun içtiğimiz sütün sağlayıcısı olan ineğin yaşam kaynağı da sudur. Ciğer gibi yemyeşil orman denizlerini bedeninden ruhuna tamamı sudur. Bu yazıyı yazanın parmaklarına hareket veren kanın, onu yöneten beynin temel besini sudur. Giydiğimiz her türlü giysinin pamuğu, ipeği kumaşı su olan vazgeçilmezin hayata yönelmiş türevlerinden başka bir şey değildir. Dünyadan aya kadar ulaşacak şekilde biriktirdiğimiz kitap deryasının kaynağı olan ağaçların topraktan aldığı nemin adı sudur.
Onu saymakla bitirmek, hatta bitireceğini düşünmek dahi büyük bir yanılgıdır. Susuz bir hayatın var olacağını düşünmek, metafizikseldir ve felsefe dahi bunu savunacak kadar günaha girmez. Şimdilik sevgiyle kalın...02:24 10/05/2012 Karşıyaka/İzmir