Tanımlanamayanı Yazan Kalemler

Şiir; hangi kaynağı açıp bakarsanız bakınız, tanımı verilemeyen, verilse de diğerlerine uymayan veya giderek kişiselleşen bir tanımla anlatılmaktadır. Biri, "ahenkli sözler" veya "mevzun ve mukaffa söz" derken; diğeri de, "musiki" veya "ses uyuşumu oluşturan sözler"; bir başkası, "güzel şekiller kurma" diyebiliyor şiir için. Esasen sözcük anlamı olarak bilme, tanıma veya anlama olsa da; gerçekten şiirin bir terim olarak tanımlanması için çeşitli sanat anlayışlarına göre farklı yaklaşımlar yapılmış, dahası şiirin tanımlanamayacağı bile ileri sürülmüştür. Bu durumda, şiirle uğraşanlar ne yapmaktadır? Şiirle haşır neşir olanlara ne denir; kimdir bunlar?

Genelde şiir; herkesin bir şekilde uyaklarla desteklediği günlük sözleri, dört köşeli dize biçiminde sunuverdiği; yahut deneyimlerinden yakaladığı birkaç aforizmayı özleştirmeksizin alt alta sıraladığı karakalem çıktıları paylaşıverdiği; dünyanın en kolay işi konumuna gelen ve dünyanın iki üç katı sayısınca ustasının olduğu bir söz sanatı olarak değerlendirilir. Yani, kolayca kotarılan söz dizilerini, ustaca pazarlayan onca insanın çıktılarına dek indirgenir bu sanat. Bunu yapanlar; çok kolay tanımlanmış bir sanatı icra ederlermiş gibi, ellerinden gelen her türlü söz dizisini uçurtma kuyruğu gibi birbirine ulayarak, havaya salarlar, eğer bir meltem gelirse havalansınlar diye..Oysa bu hafif esintili hava, birilerinin alttan üfürmesiyle oluşan yapay rüzgârlardır; çünkü bundan hem üfürükçüler, hem de şeytan uçurtmalarını uçuranlar sebeplenir. Böylesi çıktılar üreten bir sanata; Suçusa ("Söz Uçurma Sanatı"), bunu icra edenlere de Suçuka ("Söz Uçuran Kalem") denir (!).

Oysa hani şiir tanımlanamayandı; kolayca süzülemeyendi şu dimağdan? Demek ki şiir sanatı; "tanımlanamayanı yazma sanatı" olarak değerlendirilmeliydi (Tayasa; TYS). Peki siz, hiç tanımlanamayan bir şeyi, nasıl ve hangi güçle tanımlayacaksınız da, gerektiği gibi onu yazabilesiniz. Çelişki gibi gözüken bu açmazı (paradoksu) çözmeden, ayrıntıyı anlamak mümkün olamazdı elbette. Bir yandan herkesin 'şiir' olarak benimseyeceği, üzerinde derin anlamlar üreteceği bir dörtlükler dizisi yazacaksınız; öte yandan da kimse bunun tanımını yapamayacak, yok canım!

Aslında yazılanın biçimini tanımlarsınız, çünkü yazılıncaya dek onu, yazan bile tanımlayamazdı; yazılınca okurlar, editörler başına üşüşür ve onun ne kadar 'şiir' olduğunu ölçerler, belli ölçütlere göre de bazı pâyeler verirler veya 'tu kaka' ediverirlerdi. İrdelememiz gösteriyor ki; yazılıncaya dek tanımını yapamaz ve sadece duyumsarsınız; onu, bir papirüse (şekilsel, teorik) söz sanatları yoluyla dökersiniz, ardından ancak bir tanım yapabilirsiniz; ama durun, bu tanım; sadece ürettiğinizin tanımı olacaktır, başkalarınca üretilenlerin değil. Gerçekte, duyguların tanımını yapabilmiş olan bir kişi, henüz ortaya çıkmış değildir; işte bu nedenledir ki; şiirin içselliği de bir 'tanımsızlık' gerektirir; "tanımsız küme" gibi bir şeydir.

Şiiri tanımlama süreci, zaman veya faz paylaşımlı gibidir; yani ilk aşamada tanımlayamadığınızı duyumsar ve yazar; sonra da yazılmış olanı tanımlarsınız; neredeyse atom çekirdeğinin çevresindeki elektronların durumuyla özdeş bir madde-enerjiye benzer. Yani bir baktınız; elektronun yerini bilmişsiniz; bir başka anda da onun sadece hızını; bu ikisini aynı anda belirlemekse mümkün değilmiş ("Heisenberg Belirsizlik İlkesi"). Şiirin yeri, yazım öncesinde hiç belli değildir; onun ancak içinizdeki hızını bilebilirsiniz, coşkulu ve patlamaya hazırdır, bir yerlerde tur atmaktadır, kalemin ucuna düşmek için. Sonra yazıya düşer; işte şiir oradadır, yeri belli olmuştur ama, onun bir sonraki hızını, dimağda oluşturacağı yörüngeleri bilen yoktur.

Görüldüğü gibi, şiir; bir yandan tanımlanamıyor, öte yandan da yazılınca şiir oluyor yahut, şiir için sadece bir aday. Peki bunları duyumsayan veya yazana ne denmeli? Çünkü "tanımlanamayanı yazan kalem"den söz ediyoruz (Tayaka; TYK); onu içinden kurgulamış ve söz sanatları gereğince de papirüse döken şanslı kişiden. Biraz da bu sanatın vazgeçilmezleri olan özgünlük, şiir dili ve içimizdeki "Rakım Ölçer" ("Altimetre")'ye bir bakalım:

Özgünlük; şiir sanatında bireysel bir dünyaya işaret eder; kişisel bir dünyadan ibarettir. Oradan püsküren lavların ateşe vereceği yüreklerle ilgili bir devinimdir, kişinin kalemle hasat edilmesi, duyguların içeride devşirilip, dışarıda ışık olarak emilmesidir.

Şiir dili; içinde duygu barındıranların kullanabildiği bir lisandır elbette. Onca teoriyi barındıran külliyatı beyne hapsetmiş olmak; dilin kullanılması için değil, belki de diğerlerinin (ustaların) kullandığı yürek dilinin tercümesine ancak yeterdi. Öte yandan sadece kafiyelerin halay çektiği, sesteşlerin birbirine yaslandığı görsel şekillerle (harflerle), yahut bunların seslendirilmesiyle ortaya çıkan mekanik ses dizgeleriyle üretilenlerin tümünün anlamsız ve çorak kaldığını hepimiz biliyoruz.

Gerçekten de şiirin veya dünyanın içine girmek, bir ruhu olduğunu benimsediğimizde onun içini okumakla eşdeğerliğine uygun dizeler döktürmek; kolay iş değil, kimsenin de bu mükemmelliğe eriştiğine ilişkin bir kanıt da var değil.

İçinde bulunduğumuz koordinatların yorumunu yapmak gibi bir şey olmalı bu; azgın sularda mı yahut yanardağların lavında mı olduğumuzu, yani üzerinde oturduğunuz kerevetin doruklarını algılamak, daha da kötüsü olagiden işlerin gerçekleşip durduğu ve henüz yorumu yapılmamışlıkların zamanını, şu beşinci boyutla kavramak.. Böylesi bir yetkinliği, sıradanlığın beceremeyeceği bir rütbe olacağının da bilincinde olmak, ama yılmamak ve savaşmak; dizelerin onikiden vurmasını sağlamakla eşdeğerdir.

Şimdi ne diyelim? Bundan böyle tanımlanamayan bir şeyi bildiğimizi mi ileri sürelim, yahut bildiğimiz bir şeyi tanımlayamadığımız için üzülelim mi? Aslında böyle kısır döngüleri bırakıp, daha açık olalım ve bir çıkış yolu arayalım: Diyelim ki; bir öykü yazdık ve onun bizde bıraktığı duygular çok yoğun; o zaman aslında bunun özütü, yani bıraktığı izlerin her biri kızıl bir kor, ateş gibi yanıcı; yani bir 'şiir'dir.

Başkaca bir tanıma gerek bırakmaksızın sentezi sürdürelim ve son şekli çizelim: şu öykünün can alıcı yerlerini, içinden çekelim ve alt alta yazalım; çünkü bunlar bir sürecin izleridir; bütünlüğü vardır, imgeleri vardır, betimlerle doludur; geride kalansa, sadece ahenktir; sesteşlerin kurulmasıdır.

Dilimiz oldukça zengindir, aynı anlama gelen birçok sözcükten seçimler yaparak başlarsınız. Önceleri biraz rediflerle idare etmek hiç hasar vermez, az sonra üreteceğiniz o 'şiir' için. Vurgulamalarınız için biraz devrik biçimler gerekebilir, onları cümle sonuna koyar, eylemleri azaltır; sevdanızı anlatan yakamoz, çöl veya yıldız gibi simgeleri öne çıkarırsınız. Yani içerik, sadece size özgü, sadece sizin yaşadığınızdır; yani özgündür. Şiir dili, daha ziyade biçimseldir; söz sanatlarını uygulamanız yeterlidir.

Haydi o zaman; tayasa yapan tayaka'lar olmaya, ne dersiniz?

29 Ekim 2014 6-7 dakika 64 denemesi var.
Yorumlar (1)