Tanrıyla Empati

Tanrılık zor bir iş olsa gerek. Hele de en mütevazimiz bile bazen bir teşekkür beklerken teşekkür yerine lanetler alan bir (tanımı da yok aslında) kişi olsam en fazla, ama en fazla altı gün dayanırdım bu mesleğe. Yıkardım kurduğum bu dünyayı, itirazsız kulluk yapacak birkaç hizmetkarla sahil kıyısında bir cennet bahçesi yaratırdım kendime, keyfime bakardım. Ama işin can alıcı kısmı da burada sanırsam, zira ben tanrı olsam kendimin programladığı hizmetkarların, bence, doğru olan şeyleri yapması kendi kurduğum bir yanılsama olurdu herhalde (gerçi bunu söylerken de insan algısıyla ifade ediyorum ama biz de en neticesinde onun eseriyiz, kıyısından kuytusundan bir şeyler kapmış olmamız gerekir (yine insan algısına göre tabi ki de)). İşte bence bundandır ki tanrı, (eğer varsa) (ki bence var) özgür iradeyi yarattı. Peki özgür iradeyi yaratırken biz kulları ne kadar özgür bıraktı?

Düşüncem bir balon olsa ve ben bütün balondan yani kendi düşün sistemimden bahsetmeye çalışsam her halükarda bir açıklamam bir açıklamamla çelişir yahut birbirini takip eden (o öyle olsa bu böyle olurdu, bu böyleyse de şuradan şu gelmeliydi... gibisinden türetmeler) sorunlarla boğuşur kalırdım. Ama düşüncelerle balonumu şişirmeye devam etsem, yani kısır olduğunu varsayacağım sorunların peşinden bile sıkılmadan devam etsem, bu benim algı sınırımı artıracaktır. Bu da beni daha büyük algısal paradokslara götürecek olsa da ondan öncekileri çözümsüzlükten kurtaracaktır. (Aramızda kalsın şu an okuduğunuz bu metin daha ilk nefesindedir. Ondandır ki elinizden bırakmak yerine siz de ara ara sorular sorarak metne katkıda bulunursanız belki de limit x sonsuza giderken x'in kuvveti x'i sonsuzdan bir y birim öncesini belki daha çabuk anlayabiliriz.) Hala okumaya devam etmeye niyetliyseniz sorumuza dönelim. Özgür irade! Bir lütuf mu yoksa ustalıkla hazırlanmış(zira sonsuz kere sonsuz yeti, hazırlayacak olanda mevcut) bir üç kağıt mı? Bir üç kağıt olsa bu yine programlanmış hizmetkarlar meselesine döner. Yani düşüncesi düşünülmüş olan fikir, ondan uzaklaşırken bir çemberde ilerlemeye benzer ve hala fikir çıkış noktasındaysa aklınız, artık zıddını bile yapıyor olsanız bile eninde sonunda geleceğiniz yer ilk düşündüğünüz fikirdir... Öyleyse bir lütuf olmalı. Hatta öyle bir lütuf ki şuan bahsettiklerimden bahsetme özgürlüğüm bile mevcut. Ama belki tanrı da intikamın soğuk yenen bir meyve olduğunu düşünenlerdendir ve bundandır ki cehennemi yaratmıştır... Bu cennet, cehennem olmasa güllük gülistanlık bir yer olurdu bu düşünsel dünyamız. İşte bir soru daha, acaba insanlar başına dünyada gelebilecek şeylerden korunmak istedikleri ya da korktukları için mi tanrıya itaat ediyorlar yoksa cehennem cezası ve cennet ödülümü herkesin düşündüğü? Dikkat edin hiçbir din esasen cenneti ya da cehennemi konu etmez esas mesele dünya da iyi insan olmaktır ya da kötü insan olmaktan kaçınmak (iyi ya da kötü mevzusu genel seçimsel olgulardır hatta zamanla değişir ve konusu başka, bir limit x'tir sonsuza uzayan). Öyleyse işi cehennem de çözmeyi planlamayı düşünen bir tanrı kendi kendisini acizleştiren bir tanrı olurdu. Bu da pek akla yatar bir fikir değil. Sanırsam bizde de biraz tanrılık var zira sonsuz irade özgürlüğüne sahibiz fiziki imkanlarımız kısıtlamasında, ister tanrıya inanırız, ister inanmayız; ister dua ederiz, ister küfür ederiz.

Peki tanrı neyi ispatlamaya çalışıyor? Bence cennetten kovduğu bir meleği ile iddia meselesi değildir. (gerçi olabilir de, kimi meleklerine de biraz özgür irade verip onlara sonsuz özgür iradedeki insanların kendiliğinden tanrıca düşünülmüş doğruları yapmasını göstermek kumsaldaki programlı hizmetkarlardan çok daha hoş vakit geçirtebilirdi, zira dünya ol demesiyle olmuş, hayat başla demesiyle başlamıştır ve o tanrıyken biz insanlık neyiz ki...) Yani umarım değildir yoksa yarattığı evren de fikir olarak bile düşünemeyeceğim kadar küçükken, bu bana vermiş olduğu nefsi yerle bir eder, beni miniminnacık bir kukla yapar. Tanrının meleklerine uygulamalı ders verdiği bir laboratuar. 'Dünyamız' diye bir ders konusu bile vardır belki... Bu mesele biraz Rus ruletine döndü sanırsam ama tanrı kendi kafasına niye sıksın kulu üzerinden meleğiyle bahis oynarken. Zira ben tanrı olsam ilk nimeti çiğ olan insandan çok fazla bir şey beklemezdim. Öyleyse mevzu başka bir şey olmalı ya da belki mesele gerçekten budur. Tanrı şeytanı dikmiştir başımıza, sen uğraş et. Güneşinde bir ömrü var. Bu insanlık o zamana kadar yaşamayı becerirse, sen de bir neticeye varırsın bir daha da böyle densiz densiz konuşmazsın demiş ve o sahil evine çoktan gitmiştir bile. Öyle ya, o tanrı! Ol demesiyle olduran...

Başlık tanrıyla empati ya ondan başından tanrının varlığı hakkında fikre sahip olan bu yazının en son yapması gereken de(kişisellikten öcü gibi korkan bir yazmacının yapmasını gerektiğini düşündüğü için) acaba tanrı gerçekten var mı sorusunu sormaktır zannımca. Zira yazımsal olarak fikir bulmuş bir idrakin kendisi kendisinin de tersine işaret eden bir belirtme olur. Ondandır ki meselenin bu tarafı bir çözümsüzlüğe hızla yakınsarken belki de esas düşünmemiz gereken tarafı, tanrı var mıdır sorusu olmalıdır.

03 Nisan 2010 5-6 dakika 21 denemesi var.
Yorumlar