Tarihi Olan İlahi Adalet 7
Bir konu anlatımı yaşanan gerçek travmadan benzetili sözcüklerle dramatikleştirilir. Bir ironi ye dönüşür. Bu anlatım dinsel terminolojilere de geçmiştir. Örneğin cehennem günahkarları yemekle doymazmış ta; 'daha yok mu?' Yoksa 'BEN BENİ YİYECEĞİM' dermiş! İşte öğle zamanının sıcakları cehennemin bu tür öfke ile söylenmesinden ötürü öfkeden kopup gelen alevden bir nefesmiş!
Kolektif süreçten kolektif olmayan sömüren sürece doğru geçerken makas ve makas açılımı ile yaşanan dehşetin baskısını anlatan, bu aktarımlar ilk kes "tufan" diye söyleniyordu. Ya da çevirenler bu sözcüğü bize şimdiki tufan kavramımızla söylüyorlardı.
Oysa anlatılan tufan hikayelerinde söylenen tufan yerleri; bizim bildiğimiz tufanlarla örtüşmez. İlk tufan yerleri " ittifakı şölen içinde kazan kaynatılan tapınak yerler" diye geçiyordu ki bu tarihteki ilk kez gerçekleşen totem hafızaların silinmesi ile oluşan travma tufanlardı. İkinci tufanlar da Nuh'un (Ziusudra'nın) yaşadığı İlahi kolektif süreçten, ezen ve ezilenleri ortaya koyan özel mülkiyetli El sürecine geçişte yaşana şok travma süreçli tufanlardı.
Kazan kaynatılan yerler ilk buluşma ve ittifak yeri olan tapınaklardı. Her bir grup kendi canından kanında insan olan kişi kurbanları vermekle karşı gruba yediriyordu. Böylece kurban veren grup, kurban eti yedirdiği grubu kendi canı ve kendi kanında yapmakla totemi aitlik direncini kırıyorlar ittifakı ilahi sosyal aitliğini ortaya koyuyorlardı.
Gruplar kazan kaynatılan yerlerde kendi tahıl ürünlerini ya da hayvani ürünlerini kazanlarda kaynatıp ittifaka katılanlara sunuyorlardı. İşte bu insan kurbanlı ve totem yiyecekleri sunulu ittifaklaşmayı anlatan seremonilere, kazan kaynatma deniyordu.
Şölen içinde İttifaka katılan grupların bu seremoni ritüeli grup sayısı kadar gün sürüyordu. Grup sayısı kadar ürün çeşidi vardı. Her ürün çeşidi her biri bir günde pişiriliyordu. Pişen ürün ittifak katılımcılarına sunuluyordu. Böylece totem yiyeceği ittifakın ilah yiyeceğine dönüşüyordu. Yehova 6 günlük bir ittifakı seremoniden sonra yedinci gün bu nedenle ayak -ayak üstüne atıp dinleniyordu
Neyse konumuz bu değil. Bir unutmanın başka bir unutturmayla nasıl tufan türü söylemlerin hikâye söylemine dönüştüğüne değindik. El, kendi anlatması içinde, kendisini meşru ediyordu. Çünkü İlahi döneme göre, köleliği meşru etmeden; köleliği El tarzı bir adaletle yönetmesinin izahı olası değildir.
Ancak köleliği meşruiyetle kanıksanmış bir monarşi ve oligarşi dönemi içinde, eski hikâyeyi tekrar ele alırsınız. Neden? Çünkü bunlar sosyo toplumun ilk öğrenme ve öğretme zihin kalıpları olmakla, kişiler yeni olanı bu kalıplara göre anlayıp sindirir oluyorlardı. İşte bu öğrenme öğretme kalıplarını siz köleci mantığa göre (Nuh olarak) anlatacaktınız.
Eski hikâyede Nuh'un porto tipi olan söylemdeki temsilcilik, ittifakı olmuş olan bir grup totem yapıydı. İttifak içinde ittifakın uyumsuzlarıydı. Grubun bu uyumsuzluklar nedeniyle ittifaktan atılmalarını konu eden türlü söylemlerdi. İttifaktan kovulanlardı. İlahi adalete, kolektif olmayıp ta ilahi meşruiyete, El adaleti ile karşı çıkan bir diğer üreten totem yapının ittifaktan kovulmasıydı. Veya ittifaktan ayrılıp sürgün yemesi dramatik tufan süreçleriyle travma süreç nesil dimağında unutulmaz kılınıyordu..
İnancı tarih bu tufanlara 'azıp sapma' gibi ipe sapa gelmez söylemleriyle yaklaşır. Bu söylemle süreç ne doğru olur. Ne ne meşruiyet kazanır. Hayatın ve inşanın azıp sapma gibi bir eğilimi yoktur. Neye göre azılıp sapılmıştı? Azılan sapılan neydi? Azılma sapılma olmayan neydi? Yapılar keyfinden mi azıp sapmışlardı? Bunlar yerli yerine konmazsa tarih açıklanamaz. Azdırılan (kaybettirilen) ilahi iradeydi. Sapılan yeni yol da (şeriat ta) El adaletiydi. Kölecilikti, kölecilik iman ahitleriydi.
Nuh ittifakta kovulan İsrail soyunun kendi geçmiş içinde karmaşan entegre bir tarih hafızasını taşıyor olmakla ittifaktan ayrılıyordu. İttifakı kolektif hafıza içindeki Nuh tarzı El düşüncesi, kolektif sahiplik; kolektif güç gibi belirgin ve aktif hikayeleri; 'El'in sahipliği, El'in keyfi takdiri', 'kaza ve kader ' gibi söylemler karşısında, belirsiz kıldılar.
Kolektif akış içinde pasif durumla olan kişi sahipliğinin El türü anlayış içinde yeni söylem şekli 'El Malik El Mülktü'. Belirsiz olan El söylemleri, ilahi manada boşalan anlamın yerini almakla, belirgin oluyordu. Yani kolektif yapı içindeki kimi belirgin anlatımlar belirsizleşti. Kimi anlatımlar da güncel düzleme göre söylenerek monarşiye ve sonra da oligarşiye göre yeniden revize edilen söylemler olarak ele alındı.
Günümüz de tıpkı böylesi bir algı durum ile kolektif üretim ilişkisi içinde olanın, olmayan pasiflerini söylenmesi ile siyasetlerin elinde olan politikalar, içinde çıkılmaz durumlara dönüşmektedirler.
Nasıl ilahi adalet içindeki kolektifi aktiflik karşısındaki El mantığı belirimle olmayan bir pasiflik iken, El söylemli anlatımla söylenen tartışılan bu pasiflik, söylene söylene zihinlerde aktif kurguların heves ve vaatlerine dönüşmüştü. İşte zihinler kolektifi iliği bu karşı söylemlerle geriletmiştiler. Beyin El vaadini evire çevire söylemekle, kendi kendine etki etti (büyü-illüzyon-ikna yaptı). Meşruiyetsiz olan (El'i) kendi zihni içinde biçimleye-biçimleye kendisini ikna eden bir meşruiyeti söylem haline getirmişti.
İşte gerçekte olan ilahi zihin kalıplı anlamanın yerine, ilahi gerçeğin bağıntı şekline göre belirgin olmayan veya ilahi gerçeğe göre olmayanlar söylendi. Bu söylemler gerçek olmamakla vaattiler. Yani ilah dışındaki kolektif olmayan bir başka boyuta göre vaat olarak söylenmek zorunda tuzaktılar. Meşru ilahi söylemler yerine El, vaat olan kendi söylemlerini koymakla ortam yamulttu. Böylece gerçekte olup bitenler El söylemine göre yorumlandı. El söylemine göre adaletle meşru edildi.
El söylemli meşru edilenler karşısında, eski meşru olanlar giderek ve iman ahdiyle akıllarda silindi. Bu tür iknacı süreç, günümüzde yumurtaya kolesterolün ağababası diyordu. Yıllar sonra yumurta masum oldu. Masumluk kolesterol söylemiyle meşruiyetsiz edilmişti. Şimdi de masumluğun öne çıkması ile artık masumluk size' ağababayı' unutturacaktı. İllüzyon böyleydi. Gerçek gölge akisle siliniyordu.
Henüz derinliği bilinmeyen sular içinde olmanın vaatleriyle karşınıza çıkan El; kişiye, kişinin arzu ve heveslerine göre vaat ediyordu. "Malik El Mülk" fikri gerçeğe göre değil bencilliğe göre inanılmaz bir sıcak düşünceydi. Vaadi duyan ben merkezli hevesin kolaylığı karşısında anlaşılması daha zor olan kolektif sahipliği unutmayıp ta ne yapacaksınız?
Köle olup ta, azap (ezinç) içinde olan halinizle tekrar kolektif hafızayı hatırladığınızda da iş işten geçmişti. Kolektif mülk elinizde gitmişti. Bu durumda mülkü olana, mülkü olup ta vaat eden iradeye yaklaşacaktınız. Böylece iyi bir El inanıcısı olmakla iki taraf ta riyaya sığınacaktı. Siz El'e teslim olmanın tevekkülü içindeki vaatle mutmaindiniz!
Üreten ilişki paylaşımıyla meşruiyet olan ilahilik kendi öncesinin totem dönemine göre belirtme üzerinde kolektif sağlama ve kolektif paylaşma olmakla meşru ve adaletti. Yani ilahilik, El'i ve El vaadi olan söylemleri içermiyordu. İlahın söylemi, El söylemli kişinin kişiye hükmetmesi kadar albenili değildi. Oysa El kendisinden önceki İlahi döneme göre olmayanı söylüyordu. Yanıltma yapıyordu. Böylece ilahı ve geçmiş hafızayı size bu yanıltma labirentleri içinde unutturacaktı.
İşte ilahi dönemdeki üretim hareketi içinde olmayan El gibi günümüzdeki üretim hareketi içinde de olmayanlar mezheplerdi. Dinlerdi. Milliyetlerdi. Etnik kimliklerdi. İnançlardı vs. Bunlar El'in sizi kontrol eden düşünce imgeleriydi. Beyinin düşünememe çıkmazlarıyla döngüye düştüğü labirentleriydi.
Ama El bunları söyleye söyleye öyle meşrulaştırdı ki, siz sömürüyü, sendikayı, sınıf bilincini, sınıf bilinci olan üretime dek söylemleri hep unutur oldunuz. Etniklik, totem alanlı zorunlu yalıtımın belirimiydi. Değilse etniklik bir inşa kuralı değildi. Din, iman mezhep te El'e teslimiyetin kuralıydı. Bunlar da bir inşa kuralı değildiler. İnşayı asalakça istedikleri gibi eğip büküp, El yararlanımı haline getiriyorlardı.
Kimlik hamaseti üzerinde, yürütülen söylemlerle faiz, rant, döviz, enflasyon, kur farkı, ücretli öğretmenlik, taşeronluk ihale gibi bir yığın söylemler sizi suskunlaştırıyordu. Bunlar üretimin esasında olmayandı. Sınıf bilinci içinde olmayandı. lümpence sefihliği 'yetmez ama evetlerle' söyleye söyleye meşru ettiler.
Yani üretim hareketi ve üreten sınıf bilinci içinde olmayan El tarzı meşrulukları kolektifi iliğe nispet olanı siz doğruymuş gibi tartıştınız. Doğruymuş gibi olanı söyleye söyleye adaletle(!) doğrulttunuz. Meşru olanı söylememekle unutup belirsiz kılıp, karanlık alan yapıp, yok ettiniz.
Hayat, hayatı sürdürmekle ve sürdürenle meşrudur. Nesnel ve gerçek bakışa karşı gerçek olmadığı halde gerçekmiş gibisine bir bahane (vesile) nedenle de belirimsiz olanla da bakarsınız.
Denizde boğulan birini siz, evrensel ilkedeki anlayışın bilinciyle kurtarışınız. Bu bilince göre dışınızdaki hayat sizle ama sizin hayatınızdan da kutsaldır. İşte bu anlayışla hayatı sürdürecek olmanın edimiyle, boğulanı kurtaran durumda olmanızla siz meşrusunuz. Boğulan kişinin ziyankâr zalim olduğuna bakıp boğulması gerektiğine hükmedişle kurtarmamanız da meşruiyetsiz olan bir meşruiyettir!
Oysa siz birinci kuralla özgecil davranıp, hayatı yok edeni destekleyen, bencil fevriliğe karşı meşru olmayacaktınız! Üretim hareketi de hayatı sürdüren sağlama ve kolektif paylaşım olmakla meşruydu. El üretimi yok etmiyordu. Paylaşımın hayatı desteklemeyen tavrı üzerinde olmakla da meşruiyetsiz oluyordu. Yani El üretimiyle değil, üretimin kendisi olmayan üretim gücünün sahipliği üzerinde, emek güçlerini sömürmekle kâr, kâr payı, kazanç ticaret gibi oyunlarla adil ve meşru oluyordu!
Sanki ezilme, sömürülme, sürünme, huzursuz olma türü korku duvarı hayatın sürmesi yönündedi. Sanki, üretimin mütekabiliyet içinde sürmesi yönünde belirimle olması sizlerin; Sünni olmayıp ta alevi olmanızla olasıymış gibiydi! Ya da hayatın devam etmesi Çerkez olmayıp ta Laz olmakla olasıymış gibi çarpıtmalardı. Bu türden yapay imge algılarla kesimler kutuplaştırılıp çatışma içine sokuluyorlardı.
İlahi dönem, içinde El olmayan süreçti. Ama El kendini sanki ilahi dönemmiş gibi söylüyordu. Bu tıpkı devletin kendi hazine malına devlet (kolektif) tüccar olmaz demek gibiydi. El'in bu tutumu devlet (kolektif) bakkal olmaz diyen yağmacı söylemlerin yağmalarını bu tarz söylemlerle meşrulaşması gibiydi. Kolektiflik özelleştirilenlerle sömürülür. Kolektif kural olmayan özelleştirme; 'devlet bakkal olmaz' diyen söylemi ile devleti kolektif mantığa göre söyleyip, kolektif mantığın ya da devletin içi boşaltılıyordu.
El, olanı olmayana göre söyleyip, meşru etmişti. El ilahi dönem içinde eylemli olmadan duran olam bir durum olması ile ne iyiydi ne kötüydü. Ne ezmeydi ne ezilmeydi.
Oyun asıl olamayan süreci, gerçek olan sürece göre söyleyip, meşru etmekti. Halbuki söylenen El ilahi meşruiyet gibi olmuyordu. Ama hep olup biten ilahi meşruiyete göre hem tanımlandı hem anlaşıldı. Yeni olan El'in olumsuzluğu düşünülse bile hiç yaşam deneyimi edilmediğinden kolay kolay anlaşılır değildi. Yaşanmayan içinde olumsuzluğu yaşamak kadar anlamak, her baba yiğidinde harcı değildir.
Bunda da şaşacak bir şey yoktur. Bilinmeyen, bilinenle anlaşılır. Binmeyen de yaşanmadıkça olumlu ya da olumsuz olmakla ortama egemen olmaz. Böğe olunca da kolektif yaşam gibi bilinenler, bazen zamanın önündedir (geçmiştir). Bazen de El gibi yaşanan zamanın sonunda belirir (gelecektir).
İlahi adalet yaşanan süre durum olmakla El'den öncedir. Geçmiştir. Süren devam edegelen olmakla da şimdiki zamandır. El şimdi içinde doğmaya başlayan şimdiden sonraya güman olmakla gelecektir.
El beliren bir yakın gerçekliğe güman olmakla, İlah da geçmişe dönüşür. Geçmiştir. İlahi adalet El oluşana kadar geçilmekte olan zamandır. El gelecek olmakla ancak geçmişe göre söylenip anlaşılır.
Geri bağlanımla olan inşaya göre geçmiş tarihi hafıza olarak bilinir. Tarihi, hafıza olarak bilmiyorsanız; tarihi inançlarla ifade edip, tarihi şimdi ile yani El ile ancak bilir ve anlarsınız. Şimdiki zaman El zamanı olduğuna göre geçmişi El dışında düşünüp anlamanıza pek pek bir olanak yok demektir ki bu düşünsel dumura uğramaktır. Artık süreç El manalı geçmişin şimdiki süren El mantığı yerine konması, irticaydı.
Atatürk'ü unutturup yerine Abdülhamid'i koymak gibidir. Atatürk kolektif oluş pozitifliği artmış olan karma üretim ilişkisiyle süren bir zamandır. Abdülhamit halkın geneli tarafında geçmiş tarihi hafıza olarak kavranmaz. Abdülhamit; söylenen, anlatılan kadarla ve ancak şimdi olup bitenlerle kavranır.
Bu nedenle şimdi ile kavranan Abdülhamit, meşru edilirken meşru olan Atatürk bu bilinçsiz kişilerce unutulup meşruiyetsiz olmaktadır! Halbuki inşa ne Abdülhamit'le ne Vahdettin'le kendisini sürdüren bir çevrim olamadığı için inşa enerjisi bu tür dumur mantıklarla âtıl kalmıştır.
İşte Mustafa Kemal Atatürk, inşada âtıl kalan enerjiyi kendi alanı içinde dönüt yapacağı bir alanlarla sınırladı. Yalıtıma etti. Fetih üzerine, ganimet üzerine, kapitülasyonlar üzerine olmayan; köleliği yücelten söylemle değil, emeği efendi yapan üreten bir bilimsel ilişkili enerji dönüşümlü enerji üreten enerji santrallerini (kurumları) geri beslenim ile inşa ve organize etmiştir.
Abdülhamid'i çöken ganimetçe fethe bağlı köleci sürecin oligarşi çevrimiyle kavrayamayıp bugünle kavrayan tarih bilincinden yoksun acizliklerle ve bu acizlikleri iğfal eden soytarılıklar sanıyordular ki Sosyo toplumların da (hayat kalıplarının da) organizma gibi kişilerle süren bir ömür süreçleri vardır.
Hayatın ömür süreci yoktu. Hayata kalıp olan gelip geçici durumların ömrü var. Hayat genel var oluş içinde evrenin sonu ile ömürlüdür. Bu kalıp ömür süreçleri ileri ve akış olana göre sağlıklı ve sağlıksız ömür süreçleri olmakla olasıdır.