Tedirgindir Apaçi
dışarı çıktım. cami avulusundan etrafı seyrettim. yazın ilk aylarında buram buram kokusunu savuran ve özellikle kokusuyla beni baştan çıkaran ıhlamur ağacının ıslak gövdesine sırtımı dayayıp az biraz ağladım az biraz burnumu çektim az biraz bir türlü sızlaması geçmeyen sağ omuzuma küfür ettim. rahatlamadım. ayakkabılarımın dibindeki biraz ilerideki çınar ağacından kopup gelen yapraklara tekme attım. bir kaç yaprak hava da uçuşurken cami hocamızın sesiyle biraz irkildim, verdiği sabah selamına aleyküm selam dedim ve kendime bol bol acıdım bol bol üşüdüm çünkü tişörtümle dışarı çıkmıştım. bütün bunları aşık olmamak hatta ince hastalıktan kan kusarak gebermek için yaptım. Kafka aklıma geldi. Mayakovski zavallı şair Lili Birik için her şeye katlandı hatta kocasıyla sevdiği kadınla aynı yatağı paylaştı sonunda da daha fazla dayanamayıp genç yaşta intihar edip yaşama elveda dedi. İşçiler arkasından ağlamışlardır. Lili Birik de ağlamış olabilir. Kocası kesinlikle sevinmiştir.
sabah ezanı okundu. artık bir günâhkar olduğum için abdest almaya ve namaz kılmaya gerek görmedim. cami avlusundan inip amacıma ulaşmak için o saatte yolun ortasından yürüyerek parka ineyim dedim. hiç olmazsa parka inene kadar sarhoşun kullandığı bir araba beni son an da fark eder duramaz tam da göbüşümün ortasından vurur, benim bedenim şiir yazıp katladığım bir kâğıt parçası gibi havaya çıkar, takla atar, sonunda da son parendesini atarak bana çarpan arabanın metrelerce uzağına, zavallı sarhoş ya da sağlam kafalı sürücünün şaşkın bakışları ortasında balon gibi patlamış halimle oh be kurtuldum diyen yüzümle düşerdim.
olmadı böyle bir şey. yanımdan bir araba geçti. içinde bir kaç kişi vardı. bana sadece saniyeler içinde bakıp hızla uzaklaştılar. o bankanın önüne geldim. o bankanın önünde seksice sigara içen hanımı düşündüm. uyuyordur. o bankayı geçtim. aşağıdaki caddenin ışıkları görünmeye başladı. kaldırımlara doluşmuş yapraklara basa basa caddeye kadar indim. polis ekibi durdurdu. kimlik dediler. arka cebimden çıkarıp verdim. bilgi sayara benzer bir alete baktılar. kimliğimi bana uzattılar. beyefendi teşekkür ederiz dediler Cebeci Karakolu'na dönen sokağa saparak gözden
kayboldular. aslında karakola davet etselerdi iyiydi. etmediler. hani ölmeden önce sıcak çay iyi gele bilirdi. hem ne diye çay? sen kahveye alışkın değil misin?
artık ana caddedeyim. ışıklar hâlâ yanıyor. göbekteki havuzun suyu tıpkı bir mavi top çiçeğinin tomurcukları arasından su fışkırtıyor sanki beni de bu oyuna davet ediyordu.. parka geçmedim. sağa döndüm. yol o kadar uzundu ki yürüyerek açılmayı düşündüm. öyle de yaptım. dün öğleden sonra yediğim et türü şeyden sonra ağzıma bir lokma sokmamıştım. Simit Bahane yazan bir yerin daha doğrusu bir kafenin bahçesine girdim. o halimle oturdum. içeriden biri çıkıp geldi. bu saatte hoş geldiniz dedi. hoş bulduk dedim. abi simit yeni çıktı. beklerseniz kapalı peynirli pide kıymalı
pide de çıkacak dedi. yok simit olsun dedim. çayınızda olursa...lafımı kesti. henüz demlemedik ama kendimize yaptığımız taze çaydan isterseniz vere biliriz. neden olmasın verin dedim. sıcacık simit ve çayım geldi. simidin yarısını bıraktım. ağzımın içi tütünden zehir gibiydi. çayıma bol şeker attım. bir yudum aldım. kesemi çıkarıp tütünümü sardım.
Simit Bahane Aşk Şahene ya ben!
titreye titreye eve geldim. bu doğal yazıyı titreye titreye yazdım.