Tepetaklak
Yaşadıkça sıradanlaşan anılar zincirinde dolaşalım bu gece biraz. Bundan tam on beş yıl önce bir Ağustos ayıydı sanırım, bir tanıdığın bahsetmesi üzerine eski adıyla şiirkoliği aratıp buldum Google' dan. Belki o beni buldu felsefik bakınca. Onu bulmamı istedi sımsıcak bir Ağustos ayında. Hayatımdaki önemli olaylara baktığımda hep o sımsıcak Ağustos ayını gösteriyor. Bu benimle ilgili bir tesadüfler ya da tevafuklar zinciri belki bilemiyorum.
Evliliğim, evlat sahibi oluşum, evim gibi sıcak bulduğum edebiyatla' m hepsi iç içe bir bütün, ortak bir tarihi barındırdığı için. İsteklerimiz, hedeflerimiz ve sonuçlarımızdan ziyade eldekilerin farkındalığı üzerine olsun yazım.
On beş yıl önce bilgisayarım olmadığı için internet kafede yazdım ilk yazılarımı. Neye niyet ona kısmetin mekanıydı o zamanlar internet kafeler. Benim amacım sadece yazmaktı şimdi olduğu gibi ve ileride olacağı gibi, niyetin akıbete hayırla dönüşmesini umarak tabi.
Şiir, öykü, deneme çalışırken; zaman zaman, benden küçük yaşta kızlar ve erkekler de buluşmak için gelirlerdi kafeye. Ben dikkatimi yazıya verebilmek için üst katı seçerdim, o gençler de ifşa olmamak için yine üst katı tercih ederlerdi. Hem müzik dinlerdim kulaklıktan hem de yarım yamalak seslerini duyardım gençlerin. Birbirlerini tanımaya, anlamaya, beklentilerine dairdi konuşmaları. Sevdikleri ya da sinirlendikleri şeyleri anlatıp dururlardı heyecan, korku, kaygı karışık, iki arada bir derede tabiri caizse. Hayır hayır, anlatımı uygunsa...Birbirleri hakkında kabaca bir kanıya sahip olmak çabalarını takdir ve imrenme ile karşılardım. Günümüz maddiyatçılığı yönüyle irdelediğimizde; çok masumane, sevgi dolu, içinde yuva kurma özlemi, isteği barındıran tanışmalardı onlar. Seksenler dizisini hatırlarsak en fazla sigortası var mı acabaya varan sorulardı. Tabi örf, gelenek kısmını dahil etmiyorum orası sonraki kısım. Asla küçümsemiyorum ve o minik kasaba ortamındaki iletişim çabalarını hala hayranlıkla hatırlıyorum anılar defterimde yani zihnimde...
O kadar mükemmelliyetçi olmaya alıştık ya da alıştırıldık ki olanaklarımız eskiye göre çok iyi olmasına rağmen kısıtlı imkanlar içinde biriktirdiğimiz anılarımızı, o eski kaliteyi ve tevazu kokulu insanlığımızı yakalayamıyoruz bir türlü. Kendime dair bir bakış ve özeleştiri diyebilirim bunun için. Yani belki aslında yakalamak gibi bir derdimiz de yok sanki. Eskiden sobalı odalara sığdırdığımız bedenlerimizi şimdi bir futbol sahası büyüklüğündeki evlerimize sığdıramıyoruz.
Ağır döşek ve yorganların arasında önce üşür sonra dinlenmiş ve mutlu bir şekilde uyanırdık sabahleyin hatırlayalım. Bilimsel bir haber bile okudum kalın yorgan ve döşeğin insan ruhuna iyi geldiğine dair. Yorganın içinde saklanır, hayal kurar, rüyalar görürdük. En sıradan şey rüya görmekti ve şimdi uyuyamıyor, uyusak da rüya bile göremiyoruz. Rüyalarımızı bile çaldılar diyeceğiz belki ama suçu başkasına atmaya alıştık büyüdükçe.
İşin aslı şöyle; Büyüdük ve uykuyu unuttuk, hayal kurmayı ve rüya görmeyi de. Unutunca her şeyi, elimizden gitmesi de çabuk oldu. Selam verdiler acaba dedik, gülümsediler arka planda senaryolar aradık. Bir şey satın alacak olduk piyasa kurnazlığı yapanlar arasında sıkışıp kaldık. Katkısız diye belirtmek de adetten artık malum. Katkılı katkısız, katkılı katkısız...İşte en çok güveni çaldırdık düşününce. Devam edecek.
yüreğine sağlık, birşarkı sözü vardı yeni türküydü yanlış olmazsa "BİZ BÜYÜDÜK VE KİRLENDİ DÜNYA" aynen öyle oldu tebrikler.