Tirajı Cehenneme
Bugün Pazar… Bugün izinliyim. İzinli olmak; 657 sayılı yasaya tabi olanlar için kendisini, bürokrasinin gri solgun yaygarasından sıyırıp sivil renklere ve suskulara bırakması için bir şans. Tutsağın, avluda voltalarken sırtına geçirdiği özgüveni ödünç alıp bırakıverdim kendimi hayatın akışına. Gökyüzü benden o kadar uzak. Şansımın yaverliğine çelme takan havanın kötü oluşu. Ziyanı yok! Gökyüzü, hangi türde yağacağı konusunda kararsız; kimi zaman karlı kimi zaman ise karsız. Ziyadesiyle de sulusepken.
Bir çay bahçesine oturdum Kadıköy’de. Saat kaçtı bilmiyorum. Bildiğim, arkadaşımın randevusuna geç kaldığıydı. Bekletilmek hoş bir durum değil, bunu not alınız lütfen. Mekân bir hayli kalabalık; hamasi sözler eşliğinde gülen insanlar, birbirinin gözlerine kaçamak olarak bakan insanlar, acelesi olan insanlar, telaşlı insanlar..Görünen o ki, dünyayı kurtarma projelerine dahil olmayan tek kişi benim.
Masanın üzerinde duran tirajı yüksek, seviyesi ise yer çekiminden muzdarip yerlerde olan çok sayın toplumcu gazeteyi okumaya koyuldum. Önce hava durumu; hissedilen sıcaklık on... Hissetmediğimiz sıcaklık, sıcaklık mıdır sorusu bir kenara sayfanın altında meteorolojik durumdan daha vahim bir sorun söz konusu; Antalya’da turistler denize giriyorlarmış. Kanıtı, bikinisiyle sahilde güneşlenen kadınlar. Gazetenin ikinci sayfasında bir anket; bir ilişkinin bittiği ne zaman anlaşılır?
Anketi çözmek yerine, sorduğu soru üzerine kafa yoruyorum; tahmin edin artık can sıkıntılarımın boyutlarını. Yok, hayır tahmin etmeyin. İzah edeyim: Bir ‘duygu’ sona ermeden çoğu zaman belirtileri önceden vardır da ya gözden kaçmış ya da bilhassa göz ardı edilmiştir. Konu aşksa sözgelimi, âşık olan kişi ilişkinin tavsandığını, eski tutkunun söndüğünü sezse bile kabullenmekte güçlük çektiğinden süre giden pürüzleri hep anlık özür ve dalgınlıklarla açıklamaya yatkındır. Bir tanecik sevgilisi o gün asabidir de ondan yoksa… işlerinin yoğunluğundan başını kaşıyacak vakti yok cancağızının, o yüzden unutmuştur evlilik yıldönümlerini yoksa… Geçen gün o anlamsız tartışmaya girmemiş olsalardı asla… Amaç, düzeltilmesi için onca çaba harcanan pürüzlerle yüzleşmemektir. Bazen bile isteye, bazen bilinçsizce. Yeter ki ne emekler pahasına ayakta zar zor tutulan aşk (!) elden kaçmasın! Belki de o yüzden ilişkinin düzmeceliğinden yorulunca kapıyı çarpıp gidenin, başka birine kaptırıldığı sanısı yaygındır. Kişi, arasıra kendisi olmayı seçemezmiş gibi.
Gazetenin diğer sayfasında bir kahve reklamı. İtalik harflerle “şehvetle kavrulmuş Arabica çekirdekleri” yazıyor. Şehvetin kavurma tekniği üzerindeki etkilerini bilmiyorum ama kahvenin yetersizliği konusunda hayli eminim. Gazetenin hemen tüm sayfaları ünlüler geçidini andırıyor. Falanca ünlü siyasetçi, ülkemizin jeopolitik konumundan kaynaklı her türlü krizin teğet geçeceğinden dem vururken, falanca ünlü şarkıcı da ‘teğet geçti bana’ adlı yeni albümünü tanıtıyor.
Şu ‘ün’ sözcüğü gerçekten kafa karıştırıcı bir sözcük. ‘Şan’ ve ‘şöhret’ kadar tumturaklı gelmiyor kulağa, daha alçakgönüllü sanki, ne var ki iş ünlü olmaya dayandı mı, çoğu zaman alçakgönüllülükle hiçbir ilgisi kalmıyor. Basındaki ve televizyondaki kabul günlerini aksatmayan ünlülere bakıyorum da, Acaba “dilimizde sesli harflere de ünlü denmesi mi etkilemiş onları?” Ne de olsa çoksesli bir sanatı icra etmeye talipler. Gerçi ünlü namzedi şarkıcıların, dilbilgisiyle fazla ilgilenmedikleri ortada.
Gösteriye dayalı dallarla edebiyat arasındaki ayırıma ‘ün’ kavramı ile de yaklaşmak pekâlâ mümkün. Edebiyatta ün, daha çok tanınmak, akılda kalmak, yıllar sonra yazdıklarıyla anımsanmak anlamına geliyor. Satışla doğrudan bir ilgisi yok. Bir edebiyatçı için ‘neyi verdiği’, neyi ‘sattığından’ çok daha önemli olsa gerek; kitabını alanların sayısından çok, kendi iç dünyasına buyur etmeyi başardığı okurların niteliği. Haliyle yaşları ve yüzleri değişse de eğilimleri ve beğenileri değişmeyen nitelikli bir okur kitlesine seslenmek, çok satıyor olmaktan yeğdir diye düşünüyorum.
Bugün Pazar… Bugün izinliyim. Arkadaşım hâlâ gelmedi. Saat kaç bilmiyorum. Bildiğim, bekletilmek hoş bir durum değil. Gazete mi? Tirajı cehenneme!
Bir gazetenin sayfalarında olağan haberlerden çok, olması muhtemel ya da istenen bütün haberleri okumuş gibi, yüreğimizde hissettik. Nitelikli, kaliteli yazar ve okur kısmında hem fikrim. Ünlü, ünsüz hepsi aynı alfabenin harfleri benim için. Yeter ki üretim olsun. Tiraja kurban edilmesin hiçbir emek. Bugün pazar ve biz Nazım' dan şiir gibi akıp giden bir deneme okuduk. Geç kalan arkadaşa teşekkür etmeli mi etmemeli mi bilemedik? Tebrik ediyorum. Çok güzeldi.
Dilimizde seslilere ünlü denmesinin, ses getirmek isteyenleri bu kadar cezbedeceği aklımın ucuna gelmezdi:) Problem şu ki; bu ünlülerin çoğu, iki cümleyi doğru kuramazken dilbilgisiyle nasıl barışacak? Etkili ve keyifli bir anlatımdı. Günün yazısını kutlarım.