Topluca Kadın Olmak
Sizlere tüm zamanların starını sunmak isterim, efendiler! Öyle bir star ki, tarihin başından beri farklı statülerle anılmış, hakkındaki polemiklerin ardı arkası kesilmeyen, haddi hesabı olmayan, onun adına yapılan tanımlamalar arasında asla kendi kimliğiyle baş başa kalamamış ? hatta geriye kalanların da onu tanımaya yanaşamayacağı bir durum yaratılmış ? yediği, içtiği, giydiği, çıkardığı manşetten verilmiş, tüm haksızlıklara ve hor görülmelere karşı git gide hırçınlaşan ve rekabetin gözde zanaat olduğu dünyanın naif yanıdır. Her 'aslan'ın gönlünde yatar. Her aslan dilde aşağılar onu; lâkin o, aslanın yüreğindeki sızının hem sebebi hem de son bulması için bir merhemdir. Dünya enlemlerinde ve boylamlarında, ikinci sınıf bir vatandaştır bu star. Dünyaya egemen olarak addedilenler, görünürde starı kırbaçla yola getirirler, ama işin özünde bir tek bizim star uslanmazdır ve sahnede geçirdiği her saniyede dünya egemeninin dizlerinin bağını çözer. Bu starın eseridir dünyayı çekip çevirdikleri söylenenler. Öyle bir stardır ki o, manen dünyanın var oluş sebebi, madden engellerin altına sıkıştırılmaya çalışılan bir koşucu. Ne gariptir ki, dünyanın onda başlaması söylenenlerin tersine onun bedenen ne kadar güçlü olduğunun kanıtıdır. İçinde taşır hayatı önce, büyütür ve dünyaya sunar. Sunduğu ürünler, başka bir starı ?üreticisi de dâhil ? hakir görme gafletinde bulunur. Öyledir işte bu star. Öyle mahzun, öyle naif, öyle güç timsali, öyle baştan çıkarıcı, öyle yürek, öyle beden, öyle fettan, böyle hor görülen. Hatırladınız mı bu tüm zamanların starını? Dekolte desem? Tecavüz mağduru? Anne? Eş? Kız? Dost? Fahişe? Hayatın başlangıcı? Çam altı? Naif eller? Zarif beden ? ki enstrümanlar bile kopya etmiştir bu nadideliği-? Kadın desem?
Bir kadın olarak ve olmayarak yazıyorum bu satırları. Nasıl tepki vermeli medyada sesi yükselen aşağılayıcı haberlere? Ne denmeli daha? Nasıl anlatmalı sorunun kendisini? Çözümü sunmalı önce. Soru(n)un içindedir çözüm, öyle değil mi? Çözüm en başından beri kadının ta kendisiydi. Lâkin kadın susmayı yeğledi ya da birileri gelip ses çaların sesini kıstı.
Şu gazetecileri epey meşgul eden saygıdeğer bir şahıs var son günlerde 'Dekolte giyen kadın tecavüzü tetikler, payı vardır' tarzında cümleler kuran. Başlı başına bir meali olmayan bu cümlenin kritiği şimdilik bir kenarda dursun, bir mit geliyor aklıma aniden. Hz. Havva, Hz. Âdem'i tahrik edebilmek için zorla mı yedirdi o elmayı ? malum avret yerleri açıktaydı fakat içlerinde arzu yoktu -? Hz. Havva'nın Hz. Âdem'i ?tabiri caizse- ayarttığı gibi bir sonuç çıkarılarak anlatıldı bu mit, en azından bana. Bu durumda, Hz. Âdem'in akli yetersizliği olduğu sonucu mu çıkmalı? Hz. Havva da az fettan değilmiş(!) Birinci dereceden tetikleyici ilan ettik bugün kendisini. Bu hikâyenin başka bir tasvirinde, şeytanın Hz. Havva'nın aklına girdiği söylenir. Öyleyken de, Hz. Havva'nın ?yani kadının atasının- ne kadar da saf ve kandırılmaya açık(!) hatta saçı uzun aklı kısa tezinin(!) çıkış noktasında bir yerde durduğu anlamı mı çıkmalı? Bana kalsa, Hz. Havva Hz. Âdem'in o yasak meyveyi yemeye dair alevlenen isteğini dile getirmesinde bir destekti sadece. Böyle miydi bu hikâye?
Rafa kaldırdığımız kritikten ufak bir parçayı ele alırsak (tamamı sayfalar sürecektir) Müslüman topluluğun karşılığı şu da, bizler mi keşfedemedik?: Müslüman olmayanların cennete giremeyeceği düşüncesi başından beri erkek Müslümanlar için mi geçerliydi? Bir kadına açık giysi giydi diye sözlü, fiziksel tacizde bulunabilecek, ona tecavüz edebilecek düşünce yapısına ulaşmış zata Müslüman, işin dinsel kısmı bir yana, insan denebilir mi? Müslümanlığın, Budizm'in, Hıristiyanlığın, Yahudiliğin, Zerdüşt inancının, insanlığın temelinde nefse karşı açılan savaş yok mudur? Söz konusu madem dindir, Rab'dir, etiktir, çıplak bir kadının karşısında gözü dönmeyen ve gözünü yere çevirebilecek bir erkek gayesinden de bahsetmelidir saygıdeğer zat, fikirlerini yansıttığı denemelerinde, cevaplarında.
Tüm zamanların starı kadına gelince, kabul etmeliyiz ki, sahip olduğumuz yer bize 'verildi'. Canla başla, kan revan içinde edindiğimiz yerler ufak bir çevreyi kapsıyor. Ne yazık ki, küresel anlamda vatandaşlık sınıfımız hala tartışmalı bir konu. Bizim sadece tek bir kusurumuz var bu konular gündeme geldiği vakit (Yeşilçam sevdasıyla İstanbul trenine atlayıp çam altına yatırılıp 'Kız gittim kadın dönüyorum' diyerek memleketimize dönmemiz ve bedenimizin kaideler dışındaki bölgelerini ?saç, bacak, vs.- açıkta bırakmamız dışında): Zamanında o denli sustuk ki, şimdi bir araya geldiğimizde sadece birkaç kişiyi susturabiliyoruz. Bize bir fabrika olduğumuz ve tek işimizin çocuk bakmak olduğu gibi zırvalıklar telkin edildi, biz de bu sözlere kıymet verip dinledik. Her şeyi şekillendirme yoluna baş koymuş kişilerce, bedenimizin en mahrem bölgeleri hakkında bile kararlar alınmasına izin verdik. Kendi içimizde isyan ettik belki, yaşadığımız sürece bireysel olarak karşı geldik söylenenlere, bizden istenenlere. Fakat birlik olup yapmadık çoğu şeyi. Köleliğin olmadığı bir dünyada yaşadığımızı iddia edenlere inat köle etti bir kısmımız kendini, çocuğuna, eşine, ailesine. Koluna taktılar bir çift bilezik bazılarımızın, oturduk altının günlük kurunu hesaplayarak ev temizledik. Fedakârlıkları kendi hesabımıza yatırmadık bazen. Evlatlarımıza, eşlerimize, ailelerimize EFT'yle yolladık. Kendimizden öne koyduk insanları. Bizlere süslü sözler söylediler, kadın olgundur erkek çocuk, bir kadın hem çocuğunu hem kocasını büyütür dediler mesela, hoşumuza gitti. Hiç düşünmedik, bir çocukla şen şakrak oynayabilen yanımızın ağzının süt koktuğunu. Saçını süpürge eden taraftaydık. Tüm insanlara mal edilmesi gereken yükün büyük kısmını omuzlandık. Büyüdük, kadın olduk, anne olduk, oğullarımıza evlenecekleri kızlar konusunda şartlar koştuk. Hemcinslerimizi karalayan aynı zamanda göğe çıkaran taraftaydık. Saflara ayrıldık. İçimizde var olan, zamanında Cadı Avı'na sebep olmuş manevi gücün derinliğini birbiri ardından kuyu kazmak gibi şeylerle ilişkilendirirlerken bir şekilde kurnaz olmanın iyi olduğunda kanaat getirdik. Hatasız kul olmaz, şüphesiz. Fakat adı dokuza çıkanın sekize indiği de görülmüş şey değildir. Eğer bu gün bu düzende devam ederse, devran tenezzül edip bakmaz kimsenin yüzüne. Sonra da Fatmagül'ü Bihter sananlar ona gönül rahatlığıyla tecavüz edebilirler. Bir kadın hayallerinin peşinden gider, yol yordam bilmiyor diye yatırılır çam altına, memleketine kadın olmaktan hayıflanarak döner. Bir adam çıkar, göğsümüzün bir kısmını açtık diye tetikleyici olduğumuzu söyleme cesaretinde bulunur.
Kınarız bunları oturduğumuz yerden. Parmaklarımıza inme inene kadar yazabiliriz de. Çünkü konunun temeli ilk insandadır. Daha faal olunmalı artık. Önce kendimizi tanımalıyız, tüm şartlandırmalardan uzakta bir köşede. Arı yanımızı, kendi isteklerimizi, kendi fikirlerimizi bulmalıyız. Analığı bir evlat edinmek için kabul etmeliyiz. Bir evladı ana büyütür. Onu dünyanın güzel yanlarıyla büyütmeliyiz. Kimsenin egemen olmadığı bir yandan bahsetmeliyiz belki ona. İleride oğullarımızı bize yaşatılanları başka bir kadına yaşatmasın diye gayret etmeliyiz. Aileden başlamalı tepki. Sonrası gelecektir. Belki bizler göremeyiz o güzel günleri. Fakat bizler bencil varlıklar olamadık hiçbir zaman. Böyle bir fırsat sunulmadı bize çünkü. Bu dezavantajı bir avantaja dönüştürüp topluca kadın olmalıyız. Tabiri caizse çıktıkları yerin değerini belli kıstaslara göre değerlendirenleri susturabilecek kadının temelini atmalıyız. Yoksa vuracaklar kafamıza bu ucuz sözlerle, alacaklar elimizden kimliğimizi. Gücümüz yettiğince, elimizden geldiğince, çekirdekten başlamalı bu isyan. Fransız Devrimi'nde dökülen kan en fazla gözyaşı olarak akar gözlerimizden. Giyotine gider kimimiz belki, bu da en fazla birkaç tokat olur. Kimimiz başarılı olur, devam etmek düşer ona da, zirvede bırakmak için geç kalındı çünkü. Tüm zamanların starları, sahnedeki yerlerini aldıklarında çürük domates atmaya yeltenenlerin bileğini kavrayacak olanlar eşlerimiz, ağabeylerimiz, babalarımız, oğullarımız, dostlarımız, emeğimizin ürünleri olacaktır.