Tümevarım-1
(Bir Roman Denemesi ...)
Kapuçinodan bir yudum daha aldı ve arkasına yaslandı. Yine bazı mantıksal çıkarımlar yapacaktı anlaşılan. Arkadaşının bu yönüne bir anlam veremiyordu Ahmet. Bir Mayıs günü üniversitede girmek zorunda oldukları o kadar dersten sonra böyle güzide bir kafede bir şeyler yudumlarken neden böyle konulara girerdi ki Kayra. Yalnız hakkını vermeliydi; derslerdeki gibi sıkılmıyordu o konuşurken. Genelde ilginç konular buluyordu konuşmak için. Bu yüzden gözlerini ona doğru dikerek dinlemeye hazır olduğunu gösterdi.
'Sarı Evler sokağında '1' numaralı ev sarıdır. Ayrıca herhangi bir numaralı ev sarıysa ondan bir büyük numaralı ev yine sarıdır. Buradan hangi sonucu çıkarırız?'
'Sarı Evler sokağındaki tüm evlerin sarı olduğunu.'
'Doğru. Peki neden?'
'İsmi üzerinde, Sarı Evler sokağı.'
Kayra'nın bakışlarından espriyi hiç beğenmediği belliydi. Kayra kapuçinodan, Ahmet de çayından bir yudum daha aldılar. Ahmet Kayra'ya baktı ve ona beklediği cevabı verdi:
'Peki peki. Bence oldukça güzel bir espriydi ya, neyse. '1' no lu ev sarıydı. Ayrıca herhangi bir numaralı ev sarıysa ondan bir büyük numaralı ev yine sarıydı. Dolayısıyla '1' no lu evin sarı olması '2' no lu evin sarı olmasını gerektirir. O halde '2' no lu ev sarıdır. Bu durumda '3' no lu evin de sarı olması gerekir. Bu şekilde devam edersek tüm evlerin sarı olduğu ortaya çıkar. Nasıl, oldu mu?'
'Çok güzel. Kesinlikle doğru. İşte dostum bu matematiksel tümevarım. Tüm matematiksel verilerde olduğu gibi kesinlik söz konusu. Aslında sosyal hayatta da birçok kez fark etmeden tümevarım kullanırız. Ama bunların doğruluğu matematiksel tümevarım gibi kesin olmaz.'
'Genellemeleri mi kastediyorsun. Doğru, genellemelerin tam olarak doğru olması beklenmez.'
'Genellemeye benziyor ama bana göre ufak bir fark var. Genellemeyi yapan insan birçok aksi örneğin olduğunun da farkındadır aslında. Oysa tümevarımda aksi örnek bulunmaz. Kafasındaki önermeyi yıkmak için bir aksi örnek yeter. Örneğin şu ileride oturan iki kızı görüyor musun?'
Ahmet Kayra'nın gösterdiği tarafa baktı. Pencere önünde bir masada oturan iki kızdan sarışın olanı Kayra ve Ahmet'in kendi masalarına baktıklarını fark edince onların bakışlarını umursamadığını onlara belli etmek ister bir edayla başını başka yöne çevirdi. Diğeri ise oralı bile olmadı.
'Evet görüyorum. Tümevarımla nasıl bir ilgi kuracaksın, epey merak ediyorum. Dur tahmin edeyim. Sarışın olanı sınavda tümevarımla ilgili bir soruyu kaçırdı da zayıf mı aldı yoksa. O yüzden mi 'Aldıysam aldım, size ne?' tavrında. Kötü espriydi kabul ediyorum.'
Kayra anlatmak istediği şeye o kadar konsantre olmuştu ki Ahmet'in bu anlamsız esprisini es geçti.
'Sarışın olanı onu beğendiğimizden emin. Çünkü onunla konuşmaya başlayan ilk erkek ona ne kadar güzel olduğunu söylemiş. Ayrıca bunu söyleyen her erkekten sonra onunla biraz arkadaş olmayı başarmış her erkek bu önermeyi yinelemiş. Dolayısıyla bizim de o masaya bakışımızı tamamen kendi üzerine alıyor.'
'Ne diyeyim Kayra. Maşallah kız hakkında bayağı bir istihbarat çalışması yapmışsın.'
'Kızı ilk defa görüyorum. Tavrından süzüyorum bu manayı.'
'Kız sadece başını çevirdi be Kayra. Tavır dediğin bir tek bu.'
'İşte o çevirişteki anlamı hissediyorum dostum. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?'
'Bak Kayra. Ben bu tür konularda klasik düşünce taraftarıyım. Kızın güzel olduğunu sen de, ben de görüyoruz. Yanındaki kız da fena değil ama sarışının yanında şansı olmadığı ayan beyan ortada. Bakışların hangisini daha fazla hedefleyeceğini anlamak için ciddi bir matematik alt yapısına ihtiyaç yok bence. Yani öyle tümevarımlar filan gerekmez. Her ikisinin de birer kez aynaya bakmaları yeter.'
Kayra bu yorumu beklediğini ve cevabına hazır olduğunu gösterir tarzda kapuçinodan bir yudum daha aldı. Arkasına şöyle bir yaslandı. Kayra'yla tanıştığı ilk günlerde Kayra'nın bu tavırlarına çok kızıyordu Ahmet. Bu tavır ancak karşısındakini aşağılamak istediğiyle açıklanabilirdi çünkü. Fakat zamanla şunu çok iyi anlamıştı. Kayra asla kendini beğenmiş biri değildi, hele başkalarını aşağılamak Kayra'dan çok uzaktı ve her zaman olduğu gibi şimdi de Ahmet tarafından sunulan alternatife güzel bir cevap verecekti. Bundan emindi.
Kayra Matematik bölümünde, Ahmet ise İşletmede okuyorlardı. Her ikisinin de son dönemleriydi üniversitede. Daha doğrusu son günleri de denebilirdi. Ne kalmıştı ki şunun şurasında dönemin bitmesine. Kızlarla biraz fazla takılan Kayra'nın notları zekasının gerektirdiği kadar iyi değildi gerçi ama 2,9 ortalama da herhangi bir üniversitede yüksek lisans yapması için yeterli olabilecekti. Zaten Ales'ten de 95 almıştı. Ahmet'in ortalaması ise 3,5 civarıydı.
Dünya görüşleri farklı olsa da ortak aldıkları bir derste kurmayı başardıkları arkadaşlığı çok ileri seviyeye taşımışlardı. Kayra'nın tartışma ortamlarında performansı herkes tarafından bilinmekteydi.
Üniversitedeyken daha çok bu kafeye takılır, ders saatini beklerken sohbet ederlerdi. Kayra daha çok kahve, kapuçino türü içecekler tercih ederken Ahmet çaydan vazgeçemezdi. Biri bir şeyden dolayı mutlu olursa birlikte üniversiteye yakın pideciye gider mutlu olan diğerine pide ısmarlardı.
Konuşmasına devam etti Kayra
'Bir gün biri bana bir şiir göstermişti. Kendisi yazmış. Meşhur birçok şiirden güzeldi biliyor musun. Şiiri beğendiğimi söyleyince çok rahatlamıştı. Çünkü daha önce şiire bakanlar benim reaksiyonumu göstermemişlerdi. Oysa kendi şiirini defalarca okumuştu ve güzel şiirden anlayabilecek derecede de şiir bilgisi vardı.'
'Güzel! Bu yaklaşımı beğendim. Bakalım sen de sarışın hakkındaki bu tespitinle John Nash gibi Nobele ulaşabilecek misin?.'
Kayra kapuçinosundan son yudumu aldı. Ahmet çayını çoktan bitirmişti zaten. Kayra kendinden gayet emin bir tavırla:
'Ben sarışına matematiksel tümevarımla sosyal tümevarım arasındaki farkı göstereceğim.' dedi.
'Yani?'
'Yani yanlarına gidip diğer kızla samimiyet kuracağım.'
'Sadece bu günlük mü?'
'Gerekirse daha uzun süreli. Sadece bu günlük olsa klasik 'Güzele geçen yol güzel olmayan bir arkadaştan geçebilir.' Felsefesi olur. Bu sarışın için tümevarım zincirine yeni bir halka eklemekten başka bir şey olmaz.'
İşte bunu beklemiyordu Ahmet. Hiç hoşuna gitmemişti bu fikir.
'Kayra sırf bir deney uğruna ayıp olmayacak mı yani kıza ümit vermek?'
'İnsaf Ahmet! Ben kızla sadece arkadaş olacağım diyorum. Herhalde ilerisi için ümit verecek değiliz.
'Bak Kayra kızlarla rahat diyalog kurabildiğini neredeyse tüm üniversite biliyor. Düşündüğünü başaracağını biliyorum. Arkadaşlığı başlatabilirsin yani. Ama durmak istediğin yerde durabilecek misin? İşte onu bilemem. Daha ileri seviyede bırakmak kızı yıkar.Bunu yapma diyeceğim ama fayda etmeyeceğini de biliyorum. Neyse ben kaçayım, bilirsin benim böyle taraklarda bezim olmaz.'
'Bilirim, bilirim. Git sen namazını kaçırma.'
Ahmet gittikten sonra Kayra bu zamana kadar yaşadığı tümevarımsal deneyimlerin verdiği özgüvenle yaklaştı kızların masasına. Sarışın kızın yanındaki kızla aldığı ortak bir ders bulmayı başardı. Bu biraz zor olmuştu. Çünkü kız Edebiyat bölümü ikinci sınıfında okuyordu. Onun almak zorunda olduğu bir Edebiyat dersini Kayra kaydın son günü seçmeli ders olarak almak zorunda kalmıştı.
'Sizde o dersin notları var mı?'
'Evet var. İyi not tutarım.'
'Ne güzel. Bir ara sizden notları alıp fotokopi çekebilir miyim?'
'Neden olmasın?'
'Hocanın hızına yetişmek olanaksız. Ben de dersi mi dinleyeyim yoksa not mu tutayım derken ne konuyu anlayabiliyorum, ne de not tutabiliyorum. Bölüm matematik olunca ağızdan çıkanları not alma yeteneği gelişmiyor?'
'Matematik bölümünde mi okuyorsunuz?'
'Evet. Pardon kendimi tanıştırmayı unuttum bu arada. İsmim Kayra.'
'Memnun oldum, benim de Sinem.'
'Peki ya sizin isminiz neydi.'
'Nurbanu' diye cevap verdi sarışın kız isteksiz bir görüntüyle. Bu söylediği ilk kelimeydi, ilk ve son. En azından bu günlük. Çünkü bu tavır karşısında değil Kayra, herhalde Brad Pitt gelse ikinci bir soru soramazdı.
Bir müddet daha sadece Sinem'le sohbet ettikten sonra ertesi gün aynı kafede notları almak için buluşma kararıyla ayrıldılar. Zaten kızlar yaklaşık her gün bu kafeye takılmaktaydılar. Bu da her üniversite öğrencisi için gayet normaldi. Ayrılırken:
'Arabanız var mıydı? Sizi gideceğiniz yere bırakabilirim.' diye sordu Kayra.
Nurbanu'nun arabası olduğundan buna gerek olmadığını öğrenen Kayra arabasına binip evinin yolunu tuttu. Sinanoba'da zengin sayılabilecek insanların oturduğu bir apartmanda annesi ve kız kardeşi Suzan ile yaşıyordu. Sekizinci sınıfa giderken anne ve babası sorunlu giden evliliklerine ilk celsede son noktayı koymuşlardı. Medeni bir şekilde ayrılmışlardı ve yıllarca birbirlerini suçlayıcı bir ifadelerini duyan olmamıştı. Beyaz eşya satan büyük bir firmada genel müdür olan babası kendisiyle aynı firmada çalışan annesinden daha genç ve daha güzel bir bayanla, ayrılıktan kısa bir süre sonra evlenmişti.
Önceleri Kayra ve Suzan haftada bir görüşüyorlardı babalarıyla. Lise bitene kadar annesine ve babasına çok kızgındı Kayra. Yalnız daha çok babasına kızıyordu. Annesi ayrılıktan sonra evlenmemişti neticede. Babasının onları bir kadın uğruna bıraktığını düşünmekten kendini alamıyordu. Bunu babasına hiç göstermedi. Çünkü hafta boyu çok özlüyordu onu. Zaten bir günleri vardı görüşmek için. Onu eğlenerek geçirmek daha mantıklı gelmişti Kayra'ya. Diğer altı gün istediği kadar kızabilirdi nasılsa.
Fakat üniversiteye gidip çapkınlıklara başlayınca bu işin tüm erkekler için geçerli bir kural olduğuna karar verdi. O da babasının yerinde olsaydı aynı kadınla bir ömür boyu dayanamazdı herhalde. Bu kadın Kayra'nın annesi gibi mükemmel biri olsa da. Ayrıca babası her zaman parasal olarak desteklemişti eski ailesini. Yoksa annesinin öğretmenlik maaşıyla bu zamanda böyle bir evi satın alıp bu rahat koşullarda yaşamaları mümkün olamazdı. Şu an altındaki arabayı da üniversiteyi kazandığı zaman babası hediye etmişti.
Suzan'ın psikolojik seyri ise Kayra'dan biraz farklıydı. Anne babası ayrıldığında beşinci sınıfta hayat dolu bir kız olan Suzan bu ayrılıktan çok etkilendi. Hafta sonlarını iple çekiyor ve babasıyla görüşmelerinden hep ağlayarak dönüyordu. Dokuzuncu sınıfa geldiğinde ise hem annesine hem de babasına kızgın biri olmuştu Suzan. Aslında herkese karşı asabi, hırçın, kavgacı bir tip olmuştu. Okulda da birçok kez arkadaşlarıyla kavga etmişti. O da zeki olduğundan liseyi çok yüksek bir başarıyla olmasa da bitirebilmiş ve Kayra'nın eğitim gördüğü üniversitede İngilizce bölümüne girebilmişti.
Şu sıralar ise hiçbir şeyi umursamayan biri olmuştu Suzan. Artık istediği zaman babasını görmesi mümkünken haftada bir bile uğramıyordu. Babasının hediye ettiği arabayı da kabul etmedi. Kayra Suzan'ın arabayı kabul etmemesini anlıyordu ama bu hediyeyi kabul etmeyen birinin aynı kişi tarafından ağabeyine hediye edilmiş bir arabayı habire istemesine bir anlam veremiyordu. Neredeyse Kayra kadar kullanıyordu arabayı.
O akşam eve gelen Kayra yine annesiyle birlikte yedi yemeğini. Suzan her zamanki gibi odasına çekilmiş i poddan müzik dinliyordu. Kulaklık kullanmasına rağmen kapının önünden geçen Kayra Linkin Parkı dinlediğini anlayabilmişti.
Devam edecek...