Tümevarım 10
Tekrar bir gün öncesi Samsun......
Sinem taksi şöfürüne
'Şuradan sağa dönerseniz biraz ileride ineceğiz.' dedi.
Şoför Sinem'in dediği aradan döndü ve Sinem'in gösterdiği yerde durdu. Sinem parayı ödemek için davransa da Kayra Sinem'e 'Ayıp oluyor ama.' anlamında bakınca vazgeçti ve Suzan'la beraber dışarıdaki masalardan birine doğru yöneldi. Kenarda aşağıdaki ağaç dolu güzel manzarayı gören bir masaya oturdular. Biraz sonra yanlarına gelen Kayra
'Yahu bu Samsun'da taksiler İstanbul'dan da pahalı.'
'Gerçekten mi?' diye sordu Sinem
Kayra
'İnsaf Sinem aramızda Samsun'lu olan sensin. Senin daha iyi bilmen gerekmez mi?' diye sorunca
'Bana göre en ucuz taksi Samsun'da. Babam ben taksisine binince taksimetreyi çalıştırmıyor.' diye cevap verdi Sinem.
'Doğru ya. Onu unutmuştum bak.' dedi Kayra.
Suzan'ın bu konuda sağlam bir fikri vardı
'Adamlar ne yapsın, şehrin dışına çıktığımız halde kaç kilometre geldi ki araba? İstanbul'da taksiye binince on kilometre sıradan yol, burada adam on kilometre gidecek birini günde kaç kez bulabilir ki?'
'Çok doğru. Bak Kayra Suzan problemi nasıl çözdü. Ama babam biraz şanslı. Havaalanına her yer uzak.'
Kayra ve Suzan gülmeye başlayınca
'Espri yapmamıştım ama.' dedi Sinem. Kayra
'Biz senin lafına gülmüyoruz zaten.' deyip sabah Hasan Bey ile aralarında geçen diyaloğu aktardı..
'Güzel espri yapar babam. Bakma siz yabancısınız, yanınızda tam açılamadı.'
Kayra'nın artık dayanacak gücü kalmamıştı
'Ya hanımlar. Kusura bakmazsanız ben bir lavaboya gideceğim.'
Sinem
'Evde niye söylemedin?' diye sorunca
'Haliyle utandım Sinem. Bismillah, daha yeni gelmişiz...'
'Tamam abi tamam. Sen uzatma da git hadi.'
Kayra lavaboya gitti. Bu sırada garson siparişleri almak üzere geldi.
'Biz çay içmek istiyoruz.' dedi Sinem.
'Semaver mi isterseniz, bardakta çay mı?'
'Semaver alalım değil mi, ne dersin Suzan?'
Suzan garsona döndü
'Semaver olsun, yalnız acele etmeyin, şöyle bir yarım saat sonra filan getirin.' dedi.
'Peki hanımefendi, nasıl isterseniz.' Garson uzaklaşınca Şaşkınlık içinde olan Sinem
'Hayrola Suzan, niye yarım saat sonra dedin ki?' diye sorunca ağabeyini iyi tanıyan Suzan
'Abim lavabodan o zamana kadar anca gelir.'
Sinem ne kadar gülmemeye çalıştıysa da kendini tutamadıı.
'Yine şimdi iyi.' diye devam etti Suzan
'Lisedeyken daha uzun kalırdı. Bayağı bir Matematik sorusu çözmüştür orada.'
Sinem bu sefer katıla katıla gülmeye başladı. Bir süre sonra gülmesi geçince. Suzan'a minnet dolu gözlerle baktı. Böyle bir jesti hiç beklemiyordu. Kayra'dan da Suzan'dan da. İstanbul'dan buralara kadar sadece onun gelmişlerdi
'Suzan, çok teşekkür ederim. İnan beni çok memnun ettiniz. Nasıl oldu bu?'
'Dün babamı ziyarete gittik.'
'Gerçekten mi, buna çok sevindim... Yani abin senin dargın olduğunu söylemişti de o açıdan...'
'Yo yo önemli değil. Dargındım, ona çok kızıyordum. Sağolsun abim ikna etti zaten. Yoksa hiç gitmezdim herhalde. Babam da yurtdışına çıkıyormuş. Beraber öğle yemeği yedikten sonra babama onu havaalanına bırakmayı teklif ettik. Görmeliydin, adam ağlayacak gibi oldu. Yolda abim seni anlattı. Onun da fikrini aldı.'
'Beni mi anlattı babana.'
'Evet. Hatta fotoğrafına filan da baktı babam. Beğendi bu arada. Neyse babam gerçekten güzel konuştu, abim de istekliydi. Bunun üzerine babam hemen havaalanında biletleri aldı. Bu arada senden de çok özür diledi. Müstakbel gelinine bir hediye gönderemediği için çok üzgün olduğunu söylememizi istedi. Yurtdışından gelirken muhakkak getirir. İyi tanırım onu. Geç haberi oldu, yoksa bizi hediyesiz göndermezdi. '
'Estağfirullah, ne hediyesi, ne gelini.'
Sinem'in yüzünün değişen rengi utancını ele veriyordu
'Ne demek ne gelini. Artık bu işin rengi belli. Neyse ben konuya döneyim. Biz de bu planı yaparak geldik. Yani işte ben senin üniversiteden arkadaşınım, abim de tam olarak ne olduğunu kimsenin anlamadığı bir iş için geldi filan.'
'Ne iyi ettiniz.'
'Eee, bu arada sen ne yapıyorsun, tatilin nasıl geçiyor?'
'Bundan sonra iyi geçecek inşaallah. Yoksa bu zamana kadar tam bir zehirdi. O birşey değil, milletin de günlerini zehir ettim. Annem, babam beni mutlu edebilmek için kaç takla attılar. Ben de onlara mutlu görünmek için çok takla attım ama ne yaparsan yap anne ve baba acıyı yüzünden okuyor.'
'Doğru, anneler okur gerçekten.'
Sinem Suzan'ın bu lafındaki imayı sezdi. Ayrıca Suzan ilk karşılaştıkları gün gibi bariyerler koymuyordu aralarına. O gün bir türlü cesaret edip de soramadığı soruları sormanın tam sırasıydı. Kayra da yoktu yanlarında. Kız kızın derdinden daha iyi anlardı
'Suzan senin bir derdin var.'
'Annemle babamın ayrılığı beni çok rahatsız ediyordu. Dediğim gibi dün görüştük. Biraz azaldı ama...'
'Suzan, benim karışmaya hakkım yok elbette. Eğer rahatsız olursan söyle konuyu hemen kapatayım. Ama senin başka derdin var.'
Suzan'ın gözleri doldu, Sinem'i onaylar mahiyette başını salladı. Sinem çantasından bir kağıt mendil çıkararak Suzan'a verdi. Gözlerini sildi Suzan. İçini dökmeye hazırdı. Çok bile dayanmıştı aslında. Derdini birine anlatması gerekiyordu artık. Annesi dışında birine
'Sinem önce senden özür dilerim.'
'Neden özür diliyorsun ki?'
'O ilk görüştüğümüz gündeki hareketlerim için. Çok kaba davrandım sana.'
'Olur mu öyle şey. En ufak bir kabalığın olmadı ki?'
' Ama dediğin gibi gerçekten derdim büyük ve artık çaresiz.'
'Aşıksın değil mi Suzan?'
'Hem de çok.'
'Ahmet'e mi?'
Suzan çok şaşırmıştı
'Hangi Ahmet'e?'
'Şu Kayra'nın ölen arkadaşı Ahmet.'
Bu tahmini hiç beklemiyordu Suzan. Nasıl da anlayabilmişti.
'Doğru. Çok enteresan Sinem. Nasıl anladın ki. Beni daha önce sadece bir kez gördün ve bildiğim kadarıyla Ahmet'i de hiç görmedin.'
'Aslında iki dakika önceye kadar sadece bir tahmindi. O buluştuğumuz gün abinle biz hangi konuda konuşursak konuşalım hiç ilgilenmiyordun. Ama konu ne zaman Ahmet'e gelse abini dikkatle dinliyordun ve yüzünden okuyabildiğim kadarıyla o an çok acı çekiyordun. Daha doğrusu ben öyle hissetmiştim ama az önce...'
'Az önce ben çaresiz bir dert dediğimde hiç çaresi olmayan aşkın ölü birine aşk olacağını anladığından emin oldun değil mi?'
'Aynen öyle.'
'Biliyor musun bunu abim hiç anlayamadı.'
'Normal ama Suzan.'
'Doğru. O seni görmeden önce aşkın ne olduğunu bile bilmiyordu ki onu gözlerde okusun.'
'O aşkı başka birşeye karşı hissetmiş.'
'Kesinlikle doğru, Matematiğe aşıktır o.'
'Suzan hadi ama, anlat artık şu Ahmet'i. Nasıl tanıştınız, ne zaman sevdin?'
'Ahmet bizim eve ilk defa geçen yıl gelmişti. Ben o zamanlar üniversite sınavlarına hazırlanıyordum. Beni ilk gördüğünde durdu bir an. Bakışlarını benden başka tarafa çeviremedi. Bana vurulmuştu veya bana öyle geldi.'
'Vurulmuştur canım, sevilmeyecek bir kız mısın ki?'
'Ahmet diğer erkeklerden farklıydı Sinem.'
'Ne anlamda?'
'Şu anlamda. Beni çok kişi sevdi. Lise birinci sınıftayken son sınıflardan sevenler vardı ve alt sınıf erkeklerinin benimle görüşmelerine izin vermezlerdi. Ama hiçbirinin hareketleri doğal değildi. Yapmacıktılar. Eski Türk filmlerinde vardır bilirsin. Sevişen iki kişi ağaçlık bir yere gider, kız erkekten kaçar, erkek kovalar, kız ağacın arkasına geçer erkek diğer tarafına , en son erkek kızı yakalar, birbirlerine anlamlı şekilde bakarlar. Onları seyrederken 'Sevişenler neden bu kadar saçma davranmak zorundalar?' diye düşünürdüm hep. Bana yaklaşan erkeklerin bazıları böyle tiplerdi. Daha doğrusu ben yüz versem kesin oraya kadar giderlerdi.'
'Peki ne yapardı böyle tipler.'
'Seninle arkadaş olmak istiyor örneğin. Önce sana yakın bir yerlerde arkadaşlarıyla bağıra bağıra konuşur. Hareketler ve aşırı mimiklerle süslü anlamsız espriler sıralar. Ana kahraman genelde kendisidir. Etrafındakiler esas amacı bilirler veya hissederler. O yüzden o anlamsız esprilere gülerler ve ona göre daha aşağı perdeden konuşurlar. Bu arada ana kahraman gözucuyla habire seni kontrol eder. Bir gün doğrudan veya dolaylı bir yolla seni de konuşmaya dahil edebilirse diğer sohbet elemanları yavaş yavaş dağılır etrafından ve sen o anlamsız esprilerle başbaşa kalırsın.'
'Çok ilginç. bakış tarzın çok hoşuma gitti inan. Peki başka hangi tip erkekler seninle arkadaşlık kurmak istedi?'
'Çok farklı türde erkekler. Bazıları kabadayı takınır, hani namusumdur korumam altındadır tavırları, bazıları ise platonik takınır. Verdiğin ufak bir selama bile binlerce anlam yükler.'
'Seni sevenler arasında da böyle tipler de vardı demek?'
'Bir kabadayı vardı. Ondan kurtulmak kolay oldu. Abime söyledim, gitti ona aşkının tek taraflı olduğunu söyledi. O da 'Artık bacımdır.' demiş. O bağlamda namusumu koruma görevine devam etti. Biri de platonik anlamda sevmişti. Bizim sınıftaydı, bana sırıl sıklam aşık olduğunu herkes biliyordu ama o saklayabildiğini zannediyordu. Bir gün yere düşen silgisini verdim. O silgiyi bir daha hiç kullanmadı biliyor musun?'
Sinem kendini tutamadı. Kahkahalarla gülmeye başladı. Az ilerideki masada yaşlıca bir bayan yanıda oturan başka bir bayana biraz sesli şekilde
'Hiç utanma arlanma kalmadı.' deyince ses tonunu azaltarak gülmeye devam etti Sinem. Sonra hala cevabını merakla beklediği soruyu sordu
'Ahmet'in farkı neydi peki?'
'Ahmet hep kendi gibiydi. Beni sevdiğini hissetmiştim, o da bence bu hissimi anladı. Yani beni sevdiğini hissettiğimi anladı. Ama hiçbir zaman suniliğe girmedi, korkmadı bu hissimden. Ayrıca benimle konuşurken eli ayağına da dolaşmıyordu.'
'Yani kısacası sen olgun erkeklerden hoşlanıyorsun.'
'Belki, ama olgun erkekler de gördüm. Hiçbirine aşık olmadım. Belki onlar da olgunluğu bir rol olarak benimsemişlerdi. Aslında olgun değillerdi, olgun davranmaya çalışıyorlardı. Hareketlerindeki sunilik itiyordu belki de beni, bilemiyorum. Ahmet'de böyle bir kaygı yoktu. Beni görünce çok sevindiği belliydi örneğin, bunu gizlemiyordu da, ama açıkça söylemiyordu da. Ne bileyim, belki de hiç sevmemişti beni. Zaten bir türlü emin olamadım sevgisinden. Ama şu an en azından birini sevdiğinden eminim.'
'Nasıl emin oldun?'
Bu sırada semaver geldi. Saatine baktı Sinem. Yirmi dakika geçmişti ve Kayra hala gelmemişti.
'Biraz beklerseniz çay tam demlenmiş olur. Yiyecek birşeyler de istemez misiniz. Gözlememiz çok güzeldir, tavsiye ederim.' dedi garson.
İkisi de yeterince toktular. Teşekkür ederek gönderdiler garsonu. Suzan kaldığı yerden devam etti
'Ahmet günlüğünde yazmış.'
'Günlüğünde mi?' diye hayretle sordu Sinem.
Suzan'la Sinem'in ilk buluşmasında Ahmet'in günlüğünün konusu geçmişti. Bu yüzden Sinem'in Ahmet'in Kayra'ya bıraktığı günlükten haberdar olduğunu biliyordu Suzan. Dolayısıyla 'Ahmet'in günlüğü mü var ki?' anlamında bir şaşkınlık değildi bu şaşkınlık. Bu durumda bu hayretin tek sebebi olabilirdi.
'Ahmet'in günlüğünde ya. Şaşırdın değil mi? İşte bu durumlara kadar düştüm. Ahmet'in özel olarak abime bıraktığı günlüğü o okurken dinliyorum.'
Bir anda nasıl bir gaf yaptığını farketti Sinem. Hemen kendini toparladı.
'Ne olmuş yani dinlediysen. Bu senin en normal hakkın. Belki de Ahmet onu Kayra'ya değil sana göndermek istiyordu. Senin okumanı istiyordu.'
Bir an durdu Sinem. Son söylediği cümleleri bir kez de kendine söyledi. 'Tabi ya' dedi kendi kendine ve konuşmasına kaldığı yerden devam etti
'Kesinlikle eminim Suzan. Ahmet o günlüğü sana bıraktı, abine değil.'
Şaşırma sırası Suzan'daydı. Çok heyecanlanmıştı
'Sinem bizde o silgiye binlerce anlam yükleyen çocuk durumuna düşmeyelim sonra.'
'Hayır hayır kesinlikle eminim. Ailesinde o kadar kişi varken Kayra'ya günlüğü bırakmasını anlayamamıştık. Kayra'yı bu denli değerli yapan ne olabilir ki? O derecede değerli tek kişi olabilir. Deli gibi sevdiği ve bir türlü açılamadığı biri, o günlükte sevgisini anlasın ve ona hakkını helal etsin diye. Şimdi anladım neden 'bir günahımı gömdüğüm günlük' dediğini, bir günahını yani en iyi arkadaşının kız kardeşini sevmesini anlatmak istiyordu.'
Çok heyecanlanmıştı Suzan
'Emin misin Sinem? İyi de en iyi arkadaşının sevgilisi değil ki sevdiği, kız kardeşi. Onu sevmesi neden günah olsun?'
'Günah olan onu sevmesi değil, o sevdiği kişiden izin almadan ve hatta belki de onun tarafından sevilmeden ondan günlükte bahsetmesiydi ona göre günah olan şey.'
Suzan'ın gözlerine baktı Sinem, sevinçten parlıyordu. İkisi de çayları unutmuştu. Sinem Suzan'a bir soru daha sordu
'Günlükte senden bahsediyor değil mi Suzan?'
Garson geldi ve çayın büyük ihtimalle demlenmiş olduğunu hatırlattı. Birer çay aldılar kendilerine. Bu arada Kayra hala gelmemişti. Suzan Sinem'in sorusuna cevap verdi
'Bir kızdan bahsediyor orada, kim olduğunu tam anlayamadım. Sonuna kadar okumadık zaten günlüğü. Daha doğrusu cesaret edemiyorum. Abim biraz okuyor, bir bahaneyle kesiyorum.Ya başkası çıkarsa diyorum kendi kendime. Bazen de öldüğü aklıma geliyor, ya bensem diyorum. Ama artık şundan eminim. Beni sevmiş olmalı, başkasını sevmiş olmasına dayanamam.'
'Suzan korkma, sonuna kadar oku. Kesinlikle seni sevmiştir o.'
'Aslında başta ben de öyle düşünüyordum, ta ki abim o yazıyı okuyana kadar. Çok kötü bir duyguydu Sinem. Hani bazen maç seyredersin. Tuttuğun takımın karşı takımı yeneceğinden eminsindir. Bir de bakarsın ikinci dakikada gol yemişsindir. Şoktasındır o an. Gerçekten fanatiksen şoktasındır. Sonra gol ofsayt gerekçesiyle iptal edilir. Rahatlarsın. Ama maçın sonuna kadar maç başındaki kadar rahat olamazsın bir daha, devamlı korku yaşarsın. İşte ben o günlükte onu yaşadım Sinem.'
'Suzan çatlatma adamı, böyle maçlar filan. Ne yazıyordu orada?'
'Abim okumaya başladı. Ahmet sevdiği kızı aslında sevmediğini, çünkü onun sarışın olduğunu yazmış. Bunu duyunca adeta yıkıldım Sinem. Hemen bir bahaneyle odadan çıktım. İnan nefes alamıyordum, lavaboya gittim, aynada saçlarıma baktım. Sarı değillerdi, kumraldı benim saçlarım. Gerçekten de o sarı saçları sevemezdi Sinem. Çünkü benim saçlarım kumraldı. Ofsayt olsun diye dua ede ede geldim odaya.'
Sinem romantik bir film seyrederken en heyecanlı sahneye gelmiş gibiydi, hızla çaydan bir yudum daha aldı
'Eee, peki ne oldu sonra?'
'Ofsaytmış Sinem, çok şükür ofsaytmış. Kendi kendini kandırıyormuş. Saçları gerçekten sarı değilmiş. Bunu öğrenince o kadar rahatladım ki bu tadın bozulmasından korktum. O geceyi bu teselliyle geçirdim. Devam edememiştim. Yani maçın heyecanına dayanamamış, kanal değiştirmiştim. Ama maçı çok merak da ediyorum. O yüzden arada bir o kanalı açıyorum anlayacağın.'
'Peki şu anlık nasıl gidiyor maç. Durumdan memnun musun?'
'Kumralmış.'
'Öyle de olmalı. Çünkü sen kumralsın Suzan ve inan bana o seni sevdi.'
'Yalnız o günlüğü okuyunca Ahmet'in o kadar sevdiği halde kendini nasıl bu kadar kontrol edebildiğini anlıyorsun.'
'Nasıl başarmış peki?'
'Ne olursa olsun o en çok Allah'ı seviyor. Bunu başarmış ve her yaraya tedaviyi O'nda buluyor. Bizim gibi sadece sıkıntı anlarında başvurulacak biri olarak görmüyor Allah'ı. Devamlı hissediyor varlığını...'
Açılmıştı Suzan. Ahmet'i anlatmaya doyamıyordu. Konuşma hızı da artmıştı. Ahmet'in üniversiteye ön kayıt sırasında Kayra o sırada İstanbul'da olmadığı için onunla nasıl ilgilendiğini, annesinin de Suzan'ın sevgisini anladığını, önce karşı çıkıp sonra karışmadığını, Ahmet'in ölmeden bir gün önce onu duraktan nasıl aldığını anlattı. Yalnız bu son anıyı anlatırken biraz yavaşladı ve neşesi kaçtı.
'Biliyor musun Sinem, aslında Ahmet o gün oradan rastlantı icabı geçmemişti. Beni beklemişti. Çünkü onu yarım saat önce arabanın içinde görmüştüm. Öylece durağa bakıyordu. Beni eve götürürken o kadar konuşmaya çalıştı. Ben hiç pas vermedim.'
'Ay kıyamam, neden konuşmadın ki?'
' Kızgındım ona çünkü. Rusya'dan bize hediye olarak matruşka getirmişti, sadece matruşka. Halbuki ben bana olan aşkını gösterebileceği bir hediye bekliyordum. Aşkı sembolize eden bir tablo filan örneğin. Bir de arabada gelirken bana hediyesini beğenip beğenmediğimi sorunca o an dayanamadım. 'Çok beğendik, büfeye koyduk, soranlara 'Abimin arkadaşı Rusya'dan hediye olarak getirdi.' diyorum diye alaylı şekilde cevap verdim. Önce çok kızgın baktı bana aynadan, biraz sonra bir kez daha baktı. Bu ikinci bakışında ise çok üzgündü ve aradan bir dakika bile geçmemişti. Bunu düşündükçe geceleri uyuyamıyorum biliyor musun? Niye kızmıştım ki, sonuçta Rusya'dan getirilecek güzel bir hediyeydi matruşka. Kötü olsa ne olurdu ki? Beni düşünmüştü neticede. Galiba sorun da buradaydı. Hediyenin adresinin ben olduğunu bilseydim bir sakız bile sevindirirdi beni. O yüzden hediye adresini göstermeliydi. Belki de bu yüzden bu kadar kaba davrandım ona.'
Bu kadar neşeli bir konuşmanın sonu böyle olmamalıydı. Buna izin veremezdi Sinem
'Kendine haksızlık etme Suzan. Sen onu sevdiğinden ona kızmışsın. Bu gayet normal. Matruşka da iyi bir hediye değil ayrıca. Bence de daha onun sevgisinden bile emin olmadığın bir zamanda sana bunu gösterecek bir hediye vermeliydi. Gerçi büyük olasılıkla o da senin onu sevdiğinden emin değilmiş ama yine de onu adam gibi göstermesi ve senden cevap beklemesi gerekirdi. Bu arada kaç kadın vardı matruşkada.'
'Bilmem saymadım, açmadım bile, neden sordun ki?'
'Ne bileyim sadece merak. Gerçekten hiç saymadın mı?'
'Yoo.'
'Ne bileyim. Herkes bir kez sayar?'
Birer çay daha içtiler ve Kayra ancak o an gelebildi. Sinem korku dolu gözlerle saatine baktı. Tam kırk dakika olmuştu.
'Ne oldu, niye saatine baktın?' diye sordu Kayra.
'Ben senin lavaboyu ne kadar sevdiğini anlattım da o yüzden. Ama doğrusu ben bile bu kadar beklemiyordum. Kaç dakika oldu Sinem?'
Sinem
'Kırk.' deyince mola anlamında el işareti yaptı Kayra
'Buyrun söz savunmanın.' dedi Suzan
'Ben lavabodan çıkalı çok oldu. Buraya doğru gelirken bizim Kemal aradı, üniversiteden arkadaş. Yüksek lisansla ilgili konuştuk yaklaşık yarım saat. Buraya gelecektim, baktım konuşuyorsunuz. Ben de ne sizi ne de diğer masadakileri rahatsız etmemek için uzaklarda konuşayım dedim. Bu inceliğimden ötürü teşekkür etmek istersiniz sanırım.'
'Çok teşekkür ederiz.' dediler her ikisi de.
'Evet semaver çayı. Bayılırım. Bana da kaldı değil mi?'
Kayra kendine bir çay doldurduktan sonra etrafta garsonu aradı. Onu görünce de çağırdı
'Şefim, bir gelir misin?'
Hızla oraya geldi garson
'Buyrun efendim, ne arzu etmiştiniz.'
'Gözleme var mı burada?'
'Var efendim, üstelik meşhurdur da gözlememiz. Kaç tane arzu edersiniz?
'Ben iki tane yerim, hanımlar, gözleme yemek isteyen var mı?'