Tümevarım 12

İki kardeş akşama doğru bir kez daha Beykent'ten Albatros sahile doğru iniyorlardı. Suzan istemişti böyle olmasını. İyi de olmuştu. Evde duvarlar üstüne üstüne geliyordu. Ahmet'i ne kadar unutmak istese de unutamıyordu. Kayra da kız kardeşinin kendisine bir zarar vermesinden korkuyor, bir an bile olsun yanından ayrılmıyordu.

Bir gün önce küçük Hüseyin'i ziyaret etmeleri iyi olmuştu. Gece rahat uyumuştu Suzan. Kayra kız kardeşinin gündüz çok uyumasına izin vermemişti. Çok uyumanın dinlendirdiğine hele hele dertleri unutturduğuna asla inanmıyordu. Suzan uyanık olmalı, derdiyle yüzleşmeli, onunla mücadele edip onu yenmeliydi. Dertten kaçmak ona yenilmiş olmaktan başka bir şey değildi.

Yokuştan aşağı inince sahile gitmeden önce orada gördüğü güzel bir camiye girmek istedi Suzan. Anneannesinin hediye ettiği tülbentlerden birini çantasına koymuştu. Bu da daha önceden böyle bir planı olduğunu gösteriyordu aslında. Camiye girdi. Namaz vakitlerine baktı. Akşam ezanının okunmasına kırk dakika vardı. Yıllar önce anneannesi namazın nasıl kılınacağını ve bazı temel bilgileri anlatmıştı. Hatırladığı kadarıyla ikindi namazını kıldı.

Namazdan sonra ellerini açtı ve başladı dua etmeye

'Allah'ım, biliyorum yine sıkıntılı bir vaktimde geldim sana. Zaten hep böyle vakitlerde yardım isterim senden. Ama şunu da iyi biliyorum. Senin kapın her zaman açık. Kimseyi geri çevirmezsin. Allah'ım onu cennetine al. Günahlarını affet. Bana da yardım et Allah'ım. Onu unutmam için yardım et. Benim de günahlarımı affet. Bana da o bir türlü yakalayamadığım huzuru bulmayı nasip et. Amin'

Kayra da ikindi namazını kılmış ve caminin duvarlarındaki desenleri inceliyordu. Birlikte dışarı çıktılar

'Desenlerde bayağı simetri kullanılmış.' Dedi Kayra.

Birlikte kumpir yediler ve sahil boyunca yürümeye başladılar. O sırada Kayra'nın cep telefonuna bir mesaj geldi. Kayra mesajı okuyunca rengi benzi attı. Bir an kendinden geçer gibi oldu, az kalsın yere düşüyordu. Suzan ağabeyini kolundan tuttu. Yoldan geçen bir iki kişi yardımcı oldu, biraz su verdiler. Kayra kendine gelince iki kardeş birlikte bir yere oturdular. Suzan çok korkmuştu

'Ne oldu abi, mesajda ne yazıyor?'

'Bir şey yok Suzan, mesajla ilgili değil, bir an kendimden geçtim. Hepsi bu. Sebebini ben de bilmiyorum.'

'Abi yoksa dedem mi ölmüş?'

'Yok Suzan dedem iyiymiş. Bu gün annemle görüştüm, bir şeyi yok adamın.'

'Peki ne yazıyor o mesajda?'

Çok dalgındı Kayra, Suzan'ı hiç dinlemiyor, konudan bir an evvel kaçmak ister bir hali vardı

'Efendim, mesajda mı? Bir şey yok mesajda, işte bildiğin klasik mesajlar, şu mağazadan şu kadar indirim filan. Hangi mağaza olduğuna bakmadım bile.'

'Peki abi, geçmiş olsun. Allah Allah böyle birdenbire. Benim dertelerimle uğraşmaktan yoruldun tabi. Abi kusura...'

'Suzan güzelim, inan seninle ilgili değil. Sadece bir anlık bir olay.'

'Tamam abi. Bak ama doktora gideceğiz o zaman.'

'Bir ara gideriz Suzan.'


Müezzinin sesi güzeldi ve içten okuyordu. Ahmet de dünkü yaşadığı hayal kırıklığından sonra bayağı iyi bir alıcı konumundaydı doğrusu. Tutamadı göz yaşlarının birkaç damlasını. Etraftaki ihtiyarlardan utanmasa ağlardı da. Arapça bilmiyordu ama müezzinin okuduğu ayetlerden birinin bir kısmının anlamını iyi biliyordu. 'Rabbimiz, bize kaldıramayacağımız yükü yükleme.' İçten bir 'Amin' dedi müezzin o ayeti bitirince.

Yazlığa giderken yolda bir camide yatsı namazı için mola vermişti. Küçük bir cami olmasına rağmen farzda bir saf bile dolduramamışlardı. Ahmet'le birlikte üç genç vardı namazda. Kalanlar hep ihtiyardı. Hatta iki kişi namazı sandalyede kılabilmişti. Namazdan sonra adet olduğu üzere müezzin Bakara suresinin son bölümlerini okudu.

Cemaat kalkmış kapıya doğru ağır ağır ilerlemeye başlamışken imam arkadan

'Cemaat bir dakika. Burada bu genç arkadaşları görmüşken size bazı söyleyeceklerim var.' dedi. İşte bu pek adetten değildi. Yalnız ne Ahmet'in ne de cemaatin hiç karşılaşmadıkları bir durum da değildi. Ahmet önce çıkmak istediyse de 'Nereye acele ediyorum ki. On beş dakika sonra varsam ne olur?' diye düşünüp kapıya yakın bir yere oturdu.

'Allah ibadet eden ihtiyarı elbette sever. Yalnız ibadet eden genci daha çok sever. O yüzden ben bu genç arkadaşlarımı kutluyorum. Allah hayırlı dileklerine ulaşmayı nasip etsin.

En büyük genç kahramanlardan biri Hz. Yusuftur şüphesiz. Hz Yusuf güzelliğiyle meşhurdur. Bir gün kölelik yaptığı evde Züleyha isimli güzel bir kadın kapıyı kapatıp onu yanına çağırır. O ise bu harama yanaşmaz. Züleyha o gün olmasa da başka gün Yusuf'a sahip olmaya niyetlidir. Hz Yusuf o harama düşmektense hapse girmeyi diler ve girer. Buna razı olan Hz Yusuf'a Allah sultanlık yolunu açar. Hem bu dünyada hem diğer dünyada.

Başka bir kahramanı daha anlatayım. Efendimiz (SAV) bir gün ashabına daha önce yaşanmış bir olayı anlatır. Üç kişi bir mağarada mahsur kalırlar. Mağaranın kapısı taşla kapalıdır. Mağaradakiler kendi aralarında şöyle bir karara varırlar. Herbiri daha önce yaptıkları hayırlı bir işi anlatacak ve onunla Allah'tan kapının açılmasını dileyeceklerdir. İki kişinin ne dediklerini siz evlerinizde okursunuz. Ben üçüncü kişiyi anlatacağım. Şunu anlatır bu kahraman: Allah'ım der. Benim bir amcamın kızı vardı. Çok severdim onu. O ise beni sevmedi. Bir yıl kıtlık oldu ve benden yardım istemeye geldi. Ben de yardım karşılığında benim olmasını istedim. O da önce zorda olduğu için kabul etti. Ben ona yaklaştığımda ise 'Allah'tan kork.' dedi. Ben de senden korktum. Onu güzellikle saldım ve yaptığım yardımı da ondan geri almadım.

Diyeceğim Allah böyle gençlerin sayısını arttırsın,...

'Amin'

Namazdan sonra arabaya binip yazlığa doğru yola devam etti Ahmet. Bir müddet sonra yazlığa vardı. Arabasını bahçeye parketti. Evin kapısını açtı ve son derece üzgün bir şekilde ikinci kat balkona çıktı. Sandalyeye oturdu ve yıldızları seyretmeye başladı. Nihayet yalnız kalabilmişti. Aslında bir gün önce gelmeyi çok istemiş fakat eve misafir gelince evden çıkamamıştı. Gündüz gelmeyi ise her zamanki gibi tercih etmemişti. Çünkü bu balkon gece daha güzeldi.

Dünden beri canı çok sıkkındı Ahmet'in. Nasıl sıkılmasın ki, o kadar da uğraşmıştı. Kimse tanımasın diye ta Göztepe'de bir kuyumcuya gitmiş, özel olarak üzerinde Suzan yazan kalp şeklinde altın hazırlatmış, onu altın bir kolyeye taktırmıştı. Sonra da bu kolyeyi Rusya'dan aldığı matruşkanın içine özenle yerleştirmişti. Aradan bu kadar gün geçmiş, Suzan hala farketmemişti.

'İyi de herkes kaç tane olduğunu merak eder ki' dedi kendi kendine. Yoksa görmüştü de beğenmemiş miydi Suzan? Daha doğrusu vermek istediği mesajı almış ve hayır mı diyordu. Ama öyle olsaydı dün arabada en azından 'Hediyeniz için teşekkürler ama kabul edemeyeceğim.' demesi gerekmiyor muydu?

Doğru cevap hangi şık olursa olsun ortada kesin bir gerçek vardı. Suzan Ahmet'i sevmiyordu. Bir anda kendinden utandı Ahmet.

Hz. Yusuf'u hatırladı Ahmet. İmamın bahsettiği kısımdan ötesini sorguladı. Hz Yusuf'un güzelliği anlatıldıktan sonra onu hergün gören Züleyha'nın onu sevmesi, O'na aşık olması beklenen birşeydi elbette. Hareketlerini kontrol edebilmesi gerekirdi ama kaç kadın bunu başarabilirdi ki? Bu konuda Ahmet'in yorum yapması uygun olmazdı ama Hz Yusuf'u gören diğer kadınların meyve yerine ellerini kesmeleri bir nebze olsun fikir veriyordu.

Peki Hz Yusuf Züleyha'yı hiç beğenmemiş miydi? 'Allah'ın ona gösterdiği işaret olmasaydı' ne demekti? Neden 'Nefis elbette kötülüğü emreder, Rabbim rahmet etmeseydi' demişti ki? Bu konuda yorum yapması ise hiç uygun olmazdı. Yalnız ortada net bir gerçek vardı. O sırada yapılması en zor olan en doğru olandı ve Hz Yusuf onu yapmıştı. Bu yüzden de imamın cemaat karşısında sadece bu kadarını anlatması en uygun olan hareketti.

Kayan bir yıldız gördü Ahmet ve o yıldıza dönüp

'Sen de gülüyorsun değil mi halime. Sanki beni arzulayıp da beni isteyen biri var ortada. Aksine habire benden kaçıyor.' dedi.

Sonra hadiste anlatılan mağara içindeki üç adamdan imamın bahsettiği geldi aklına. Ahmet o sırada vazgeçer miydi? Bu konuda kendine haksızlık edemezdi Ahmet. O, Suzan ne isterse verir ve hiçbir zaman değil ona sahip olmak gibi bir karşılık, Suzan'ın gönülsüz vereceği bir tebessümü bile istemezdi. Kesinlikle bu konuda kendine haksızlık edemezdi.

Zaten ne verirse versin tebessüm etmiyordu Suzan. Ön kayıt günü hariç, o gün hem gün boyu tebessüm etmiş, hem de defalarca teşekkür etmişti. Elbette bunlar kesinlikle özel anlam yüklenemeyecek teşekkürlerdi. O durumda herkes teşekkür ederdi neticede.
Cebinden Suzan'ın dün arabada düşürdüğü küpeyi çıkardı. Uzun uzun baktı.

'Yarın seni Kayra'ya vereyim ve bu işi bitireyim artık.' dedi. İçeri geçti, masa lambasını yaktı, günlüğünü açtı ve Suzan'la ilgili son satırları yazdı.

25 Mayıs 2009

Şu an Şile'de yazlıktayım. Elimde bir küpe, onun bana istemeden verdiği bir hatıra.

Dün belki de iki saat arabanın içinde bekledim onu durağa gelmesi için . Geldiğinde sanki oradan geçiyormuş gibi yaptım.

'Gideceğin yer yolumun üstü.' dedim ona. Aslın da doğruyu söylemiştim. Çünkü o nereye gitmek istiyorsa oraya gidecektim. Evine gitmek istediği için yolum oradan geçti, Adapazarı'na gidiyor olsaydı yolum Adapazarı'ndan geçecekti. Yine bir ümit vermedi.

Küpesini düşürmüş arabamda. Dün geri vermeliydim küpeyi. Yapamadım, bir gün daha dedim. Ama artık yapmalıyım. Veda etmeliyim küpeye ve ona.'

Kur'anı Kerimi açtı ve okumaya başladı. Bu onu biraz daha rahatlatmıştı. Aşağı indi, biraz meyve suyu aldı ve tekrar balkona çıktı. Bir saat kadar etrafı seyretti.

Saat on ikiden sonra eve geri dönmeye karar verdi. Arabasına bindi, yola koyuldu. Yolda önüne birden kedi çıkınca ona çarpmamak için arabanın direksiyonunu kırdı.

Araba ağaca çarptı. Elini karnına koyunca kan içinde kaldığını anladı. Hemen babasını aradı Ahmet. Galiba zamanı gelmişti artık. Böyle gelebiliyordu demek. Habersiz, ansızın. Günlük aklına geldi bir an. Suzan geldi aklına. Tek çare günlüğü Kayra'ya emanet etmekti. Neticede ailesi ile ilgili özel şeyleri yazmamıştı günlükte. En özel şeyler Suzan'la ilgili olan bölümlerdi. 'Okuyup anlarlarsa inşaallah haklarını helal ederler, anlamazlarsa zaten sorun yok.' diye düşündü. Cep telefonunu çıkardı ve konuşmasını kayda aldı.

Kaza geçirdim. Şu an her tarafım kan içinde ve bacaklarım sıkışmış durumda. Henüz yardıma gelen de yok. Ölme ihtimalime binaen bu kaydı yapıyorum. Anne baba, sizleri çok seviyorum. Elbette hakkınızı ödeyemem. Ödemek de mümkün değil. Her zaman benim için elinizden geleni yaptınız. Bana haklarınızı helal edin. Selim'e söz vermiştim. Eğer bir deneme sınavında ilk ona girerse ona yeni bir telefon alacağım diye. Son deneme sınavında birinci olmuş. Eğer ölürsem lütfen siz alın. Kayra! Benim zıttım ve en iyi arkadaşım. Seninle benim bu denli iyi arkadaş olmamız dünyadaki bütün zıtların anlaşabileceğine en büyük delil. Bir günlüğüm var Kayra, kimse bilmez. Hatıralarımı yazdığım ve bir günahımı gömdüğüm günlüğüm. Kitaplığımda kitapların arkasında sakladım onu. Onu alır ve okursan memnun olurum. Bu arada o gün o kafede gördüğümüz kızla gezmeye başlamışsın ve biraz da tutulmuşsun galiba. Ben haklı çıktım Kayra. Sıra gecesini hatırla. İzninizle ben dua okuyarak ambulansı bekleyeceğim artık.

Biraz sonra gözleri karardı.

16 Aralık 2010 11-12 dakika 22 denemesi var.
Yorumlar