Tümevarım 5
Ağabey, kardeş Beykent'te indiler otobüsten. Biraz yürüdükten sonra sağa dönüp yavaş yavaş yokuş aşağı inmeye başladılar. Büyük bir caminin yanına ulaşınca gördükleri manzara gerçekten harikaydı. Aşağıda sol tarafta görünen deniz ve sağ tarafta görünen göl Suzan'a fotoğraf makinesini yanına almakla ne kadar doğru bir hareket yapmış olduğunu gösterdi. Vakit akşamüzeriydi ve batmak üzere olan güneşin ışıkları deniz üzerinde adeta sörf yapıyordu. Suzan dayanamadı. Hemen fotoğraf makinesiyle birkaç poz aldı. Kayra'ya sevgi dolu gözlerle baktı. Doğrusu ağabeyinin kendisine bu kadar önem vereceğini, bu kadar zaman sadece onunla ilgilenebileceğini asla düşünemezdi.
Gerçekten de günlerden Cumartesi olmuş ve Kayra o Salı gecesinden beri kardeşini bir an bile yalnız bırakmamıştı. Çarşamba sabahı ona yeni bir telefon hattı almış ve arkadaşlarından herhangi birisini aramasını ikinci bir emre kadar yasaklamıştı. Sadece eski hattıyla Şerife'yi aramasına izin vermişti. Suzan da arayıp iyi olduğunu ve buluşmalarına gerek olmadığını söylemiş, ayrıca bu kadar duyarlı davrandığı için de teşekkür etmişti.
Kızların nerelerden ve nelerden hoşlanacağı konusunda en tecrübeli insanlardan biriydi Kayra. Gerçi onun beraber olduğu kızların hoşlandığı çoğu şeyden hoşlanmıyordu Suzan ama neticede alternatif çözümler konusunda da uzman olan Kayra kardeşini eğlendirmeyi başarmıştı.
Geceleri muhakkak Albatros sahile gidiyor ve orada hem bir şeyler yiyor hem de yürüyüş yapıyorlardı. Bugün biraz farklı bir şey yapmaya karar verdi. Arabayı evde bırakıp, minübüs ve otobüsle bu yokuşa getirdi Suzan'ı ve şu anda o güzel manzarayı yavaş yavaş zoomlayarak iniyorlardı sahile. Acele etmek için bir sebep yoktu. Kardeşinin gözlerindeki sevinçten ne kadar isabetli bir karar verdiğini görüyor ve bu onu ayrıca mutlu ediyordu.
Yokuş boyunca birçok kere fotoğraf çekmek için durdu Suzan. Üç minibüs binerler diye yanlarında yavaşladı ve binmeyeceklerini anlayınca gürültülü bir şekilde uzaklaştı onlara kızmışçasına.
Sahilde bir kafeteryanın bahçesinde minderlere oturup birer kahve sipariş ettiler.
'Abi çok teşekkür ederim. Bu kadar gününü bana ayırdın.'
'Asıl ben sana teşekkür ederim Suzan. Bana kızman, her türlü hakareti etmen gerekirken bana teşekkür ettiğin için teşekkür ederim.'
'Ne alakası var abi. Yapmak zorunda mısın ki?'
'İşte bizim belki de en büyük problemimiz bu Suzan. Hiçbir şey yapmak zorunda olmamak. Şuraya bak sen benim kardeşimsin ve ben senin için bir şey yapmak zorunda değilim. Ne rahat değil mi?'
'Yapmamak rahat da abi, insan yardıma ihtiyaç duyduğunda etrafında kimse bulamıyor. Çünkü kimse bir şey yapmak zorunda olmuyor.'
'Aslında yapmamak da rahat değil be Suzan. Biliyor musun Çarşamba'dan beri çok mutluyum. Senin her gülüşün bana acayip bir ödül oluyor güzel kardeşim'
'Sağol abi, inan ben de çok mutluyum.'
'Bize özgürlük verdiler Suzan, vermeliydiler de belki. Ama şu duyguyu da vermeliydiler...'
Bu arada garson kahveleri getirdi ve adet olduğu üzere
'Başka bir arzunuz var mıydı efendim.' diye sordu
'Başka bir şey ister misin Suzan?'
'Yok abi sağol.'
Teşekkür ederek gönderdiler garsonu. Suzan sabırsızlıkla daha bir yudum almadan
'Hangi duyguyu abi?' diye sordu.
'Özgürlükleri bazen kendi isteğinle terk etmeyi. Başkaları için iyilik yapmak adına özgürlüklerimizden ödün vermeyi. Görüyorsun değil mi, ne hale geldik? Kız kardeşimle ilgilenmek bile yükümlülüklerimin arasında değil.'
'Kendine haksızlık etme abi. Sen kaç kez denedin. Karışmana ben izin vermedim. İşler bu seviyeye gelince çaresizliğimi anladım ve o yüzden sığındım sana. Bir abim olduğunu hatırladım. İyi ki de hatırlamışım.'
'Biliyor musun? Ahmet de günlüğünde tam bunu yazmış.'
'Ne yazmış abi?'
'Ben başkalarına iyilik yapmak için özgürlüklerimden vazgeçeli uzun zaman oldu ama birçok insan benim onlara yardım etmeme izin verecek kadar özgürlüklerinden fedakarlık yapamadı.'
Bu söz hoşuna gitti Suzan'ın
'Ne kadar da doğru yazmış.' dedi.
'Ama üzülme Suziş. Merak etme, artık abin yanında. Artık sen izin vermesen de sana rağmen sana yardım edeceğim.'
Bir yandan da kahvelerini yudumluyorlardı. Birkaç dakika konuşmadan öylece etrafı seyrettiler.
'Bu armut koltuklarda kahve keyfi de bir başka oluyor hani.' dedi Kayra.
Suzan o sırada başka bir şey düşünüyordu
'Abi, sen az önce Ahmet'in günlüğü mü dedin?'
'Evet.'
'Şu ölen arkadaşın Ahmet'in değil mi?'
'O Ahmet'in. Allah rahmet eylesin.'
'Amin. Günlüğünü sana mı bırakmış?'
'Evet. Ölmeden önce vasiyet etmiş, dedesi bana verdi.'
'Seninle ne alakası var ki abi. Yani yanlış anlama. Elbette arkadaşındı ama ne bileyim ailesine bırakması daha mantıklı olmaz mıydı?'
Kayra esprili bir şekilde
'İşte senin abin böyle biri. İnsan ailesine bile tercih ediyor...'
Keyifle kahveden bir yudum daha aldı ve konuşmasına devam etti
' Şaka bir yana ben de merak ediyorum. Belki de ailesiyle anlatamadığı bazı problemleri vardı. Bu da saçma ama. Neyse belki okuyunca çözebilirim. Kimbilir.'
Her ikisi de kahvelerinden son yudumu aldılar.
'Abi sen okurken ben de dinleyebilir miyim?'
'Nasıl, Sen mi?.. Elbette, neden olmasın?'
Aslında Kayra'nın böyle bir şeyi kabul etmesi imkansızdı. Normal koşullar altında Suzan'ın bir insanın ağabeyine emanet ettiği özelini öğrenmek istemesi de kesinlikle beklenmeyecek bir durumdu. Yalnız koşulların normal olmadığı açıktı. Belli ki Suzan derdini biraz olsun unutmak ve abisiyle biraz daha fazla vakit geçirmek istiyordu.O yüzden Suzan'a hayır diyemezdi. Diyemedi de. 'Kusura bakma Ahmet' dedi içinden. 'Ama eminim sen de bu durumda hayır diyemezdin. Çünkü şu an karşımda yardım isteyecek kadar özgürlüğünden ödün vermiş biri var.'
'Bir kahve daha içer misin Suziş?'
'İçerim abi, tabii sen de içersen.'
'Garson bize iki kahve daha getirir misin?'
'Üniversitede notların bayağı iyi gidiyor Suzan. Congragulations.'
'Sağol abi. Matematikten kurtulunca rahatladım. Neydi onlar Allah'ım. Trigonometri, logaritma. Tam bir kabustu. Sen olmasaydın ne yapardım bilmiyorum.'
'Suziş matematik hakkında konuştuğunun farkındasın değil mi?'
'Doğru, sen Matematike laf söyletmezsin. İyi de abi derste öğrendiğimiz hangi konular hayatta işime yarayacak ki?'
'Dur bakalım küçük hanım. Uzmanlık alanıma girdin. Münazarada üzerime yoktur bilirsin. Bir kere matematik dersinin asıl amacı o konuların öğretilmesi değil, analitik düşüncenin geliştirilmesidir. Aslında öğretilen konular günlük hayatta kullanılan konular ama elbette herkes tarafından kullanıldığını söylemek saçma olur. Yalnız analitik düşünme çok geniş bir kitleye lazım. Yani örneğin limiti, türevi bilmen önemli değil ama onları anlayabilmen, onlarla uygulama yapabilmen, oradan analiz, sentez ve değerlendirme basamaklarına çıkabilmen önemli. Bunun için de Matematik biçilmiş kaftan.'
'Valla abi söylediklerinin sadece analitik düşünceyle ilgili olan kısmını anladım. Bu anladığım kısma göre üzülerek söylemeliyim Kayra Bey analitik düşüncesi gelişmemiş bir kız kardeşe sahipsin. Çünkü o konular anlatıldığında hiçbir şey anlamamıştım.'
'Hocan iyi anlatamamıştır veya sen önem vermemişsindir. Bunu kabullenmem analitik düşünceye sahip olmayan bir kız kardeş gerçeğini kabullenmekten daha kolay.'
'Abi, ayıp oluyor ama.'
'Sadece bir şakaydı.'
Suzan eve gelince odasına geçti. Seri bir şekilde pijamalarını giydi, odanın ışıklarını söndürdü, çalışma masasının lambasını yaktı. Kolları dirseklerinden yastığa yaslanmış, başı elleri arasında çalışma masasını görür vaziyette yüzüstü yatağına uzandı. Sabırsızlıkla ağabeyini beklemeye başladı. Biraz sonra Kayra elinde Ahmet'in günlüğüyle geldi, döner koltuğa oturdu, kardeşine doğru dönerek günlükte kaldığı yeri açtı. O Salı gecesinden sonra bir tek Cuma gecesi okuyabilmişti günlüğü.
'Suzan ben kaldığım yerden devam edeyim istersen.'
'Bu zamana kadar neler vardı abi?'
'Lise son sınıftan başlamış. Düzenli bir şekilde tutmamış. Bir hafta peş peşe yazdığı zaman da var, bir ay hiç yazmadığı zaman da. Şu an üniversite yıllarındayım. İkinci sınıfta tanışmıştık onunla. O günü de yazmış.'
'Nasıl tanışmıştınız abi?'
'O İşletme bölümünde okuyordu. Matematik dersinde anlamadığı bir yer varmış. O dersi alan birine kendisine yardımcı olup olamayacağını sormuş. Sorduğu da bizim Sezer. Hani benim liseden arkadaşım vardı ya.'
'Şu kıvırcık saçlı biri vardı, hani iyi basketbol oynuyordu.'
'Saçları tam kıvırcık değildi de...'
'Tamam tam kıvırcık değildi, dalgalıydı diyelim, hani bir kere bizim eve gelmişti de maçta onu fazla oynatmayan hocasına kızıyordu.'
'Tamam işte o Sezer, doğru hakikaten amma da kızımıştı o gün haocaya. Bakma sen vardın diye küfür etmedi o gün. Yoksa ağzı bozuktur biraz. O da İşletmede okuyor. Neyse , Sezer kendisinin de anlamadığını söyledikten sonra benim gibi gıcık biriyle iletişim kurmayı başarabildiği taktirde bana sormasını tavsiye etmiş.'
'Eee, o da gelip sana sordu öyle mi?'
'Öyle. Sosyal biriydi Ahmet. Beni kantinde buldu. O sıralar Hande'yle geziyordum. Hande'ye nazikçe selam verdikten sonra bana kendisine yardımcı olup olamayacağımı sordu.'
'Konu matematik olunca senin de cevabın belli elbette.'
'İnan bana Hande'yi sattım. Öğleden sonra istediği konuyu bayağı da iyi anlattım. Çok memnun olmuştu. Yazlığına davet etti. Ne kadar hayır desem de kabul etmedi. Beni o hafta sonu Şile'deki yazlığına götürdü. Başka kimse yoktu evde, Güzel bir mangal yaptı, yedik. Orada onun namazlarını kaçırmadığını ve dini konuları ne kadar önemsediğini görünce arkadaş olabilme olasılığımızın sıfıra yakınsadığını düşünsem de sonrasını sen de biliyorsun. Kaç kez buluştuk.'
'Hadi abi, okumaya başla istersen.'
5.12. 2007
Bugün yine onu gördüm. Bakışlarımı kontrol etmeliydim. Onu sevemem, hayır hayır onu kesinlikle sevmemeliyim. Zaten saçları sarı ve ben sarı saçları sevmem. İşte bu yüzden bakışlarım yalan söylüyor. Sanki aşıkmışım izlenimi uyandırıyor bende. Ona bakarken gözlerim tam bir sahtekar. Ve işte tam bu sebepten bakışlarımı kontrol etmeliyim.Kandırıyor bakışlarım beni.
'Kim bu kız abi.' diye sordu Suzan.
'Bilmiyorum. İnan bana bilmiyorum. Bana söylememişti. Günlükte şu ana kadar okuduğum yerlerde de hiç bahsetmemiş. Vay sahtekar vay, bir de sarışınmış iyi mi. Sen beni sıra gecelerine götür sonra git sarışınlara aşık ol.'
'Abi ben bir su içip gelebilir miyim?'
'Elbette Suziş.'
'Bekle ama bir yere ayrılma.'
'Tamam. Bekliyorum.'
Bir müddet sonra içeri geldi Suzan. Yüzünü yıkamıştı.
'Devam edeyim mi?'
'Devam et abi, devam et.'
26.12.2007
Bugün Kayra Matematikte tanımların öneminden bahsetti. Güzel de anlattı. Gerçekten herşey önce tanımla başlıyor. Tanımın eksiksiz olması gerekiyor matematikte. Elbette Kayra'nın da farkında olduğu bir gerçek var ortada. Hayatta tanımlar o kadar kesin verilemiyor. Bu başta kötü gibi görünse de dünyanın renklenmesini sağlaması açısından iyi bir durum aslında. İnsanların güzellik tanımları yüzde yüz örtüşseydi hayat nasıl olurdu acaba?
Şu an saat 00:00. Odamda yalnızım. Allah'ın tanımlamalarını düşünüyorum. Görülen her kediye 'kedi' dedirtecek kadar onları birbirine benzer tanımlayıp, onlarca kedi arasından benim güzel kedim Boncukumu tanımamı olanaklı kılacak kadar her birini ayrı ayrı tanımlamasını. Çok kompleks şeyleri herkes tarafından rahatça anlaşılabilecek şekilde tanımlamasını. Muza, şeftaliye kimsenin edebiyatla anlatamayacağı ama en basit insandan profesörüne kadar herkesin anlayabileceği ayrı ayrı kokular tanımlamasını.
Herhangi iki kişi alındığında Kayra'nın deyimiyle ne kesişim kümeleri ne de fark kümeleri boş olmayan duyguları tanımlamasını düşünüyorum. Mutluluk gibi, nefret gibi ve en önemlisi aşk gibi duyguları. Bir dersten AA almak beni de, Kayra'yı da mutlu eder ama beni mutlu edecek birçok şeyin onu mutlu etmeyeceği açık.
Aşkı farklı algıladığımız ise su götürmez bir gerçek. O aşkı aşık olduğunu anlayamayacak kadar hızlı yaşıyor, bense henüz onun sarı saçlarına bakmayı bile tamamlayamadım. Korkuyorum bu yaşadığıma aşk demekten. Dememeliyim de. Yaşadığım aşk olamaz, olmamalı. Onu sevgimle incitebilirim onun beni sevgisizliğiyle incittiği gibi. Aldatmalıyım kendimi ve buna inanmalıyım tüm benliğimle. 'Saçları sarı' demeliyim kendi kendime öyle olmadığını bilsem de. Sarı saçları sevmem halbuki. Neden mi? Çünkü onun saçları sarı değil. İşte bu yüzden saçlarını sarı görmeliyim.
Kayra günlüğü masaya koyup hızla odadan çıktı. Bir müddet sonra cep telefonu elinde döndü. Suzan çok şaşırdı. Gecenin ikisinde bu kadar acil ne işi olabilirdi ki bir insanın telefonla.
'Hayrola abi?'
'Telefon titreşti sandım.'
'Bu saatte?'
'Doğru bu saatte arayamaz ya. Ben de saf gibi gündüz aramayanın gece aramasını bekliyorum.'
'Abi senin bir derdin mi var?'
'Yoo, bir derdim yok Suziş, nerede kalmıştık?'
'Bırak onu da şimdi sen bana ne olduğunu anlat.'
'Sinem.'
'Ne olmuş Sinem'e?'
'Salı günü yolcu etmiştim onu.'
'Evet arabayla otogara kadar gitmiştin değil mi?'
'Evet. O gün bana onu aramamam gerektiğini, ailesinin yanlış anlayacağını söyledi. O beni arayacaktı sözde.'
'Aramadı mı?'
'Aramadı.'
'O günden beri hiç aramadı mı?'
'Şu an Pazar günü, saat sabahın iki buçuğu ve o günden bu zamana kadar hiç aramadı.'
'Abi, hangi devirde yaşıyoruz, sadece telefon mu var ki haberleşme aracı olarak. E mail filan atsan.'
'E mail adresini bilmiyorum. Bilmeye gerek de duymamıştım işin aslı. Telefonla görüşebiliyorduk neticede. Gerçi e mail adresini bir yerden öğrenirim ama bildiğim kadarıyla evlerinde internet bağlantısı yok. İnternet kafe alışkanlığı da yokmuş. Bana öyle söylemişti. Ayrıca benimle haberleşmek istese internet kafeye gitmesine gerek yok ki. Telefon açabilir.'
'Başına bir kaza filan gelmiş olmasın.'
'Bilmem. Ama firmaya sordum, araba sağ salim varmış Samsun'a.'
Suzan ağabeyine şöyle bir baktı. Onu daha önce hiç böyle görmemişti. Sinem'i ilk gördüğünde 'Allah Allah abim böyle bir kızı nasıl sever?' diye düşünen Suzan şimdi de o kızın daha önce hiçbir kızın başaramadığı bir şeyi başardığına şahit olmuştu.
'Abi, bu arada sen o kızı nasıl beğendin?'
'Niye, senin gözün tutmadı mı?'
'Aksine. Çok beğendim. O gün o kadar kaprisimi çekti, en ufak bir şey demedi. Ayrıca bence güzel de. Ama seni başka tür kızlarla görmeye alışmış biri olarak şaşırdım doğrusu.'
'Ama o kızların hiçbirinin yaşatmadığı, yaşatamayacağı acıyı yaşatıyor bak bana.'
'Ama bu işte bir gariplik var. O gün sana kaçamak bakışlarını gördüm. O kız seni bayağı seviyor.'
'Sevseydi bu zamana kadar aramaz mıydı?'
' İstersen şöyle yapalım abi. Yarın onu ben arayayım, nasıl olsa ben kızım, üniversiteden arkadaşıyım derim. Ailesi garip karşılamaz.'
'Olur, çok güzel olur. Hem kötü bir şey mi oldu diye merak da ediyorum. Öğrenmiş oluruz. Neyse, günlüğü okumaya devam edeyim mi?'
'Yok, sonra devam ederiz. Yatalım istersen.'
'Bence de yatsak iyi olur. Bayağı da geç oldu.'
'İyi geceler abi.'
'İyi geceler Nazlı Prenses. İnan bana iyi bir zamanda pes ettin. Gerçekten epey uykum geldi.'
'Abi, bana ne olur Nazlı Prenses deme.'
Kayra yaptığı hatanın farkına vardı.
'Kusura bakma Suzan. İyi geceler Güzel Prenses.'
'İyi geceler abi.'