Tümevarım 7

Sinanoba'da da otursanız bir yaz günü boğazı görmek için Çamlıca tepesine kadar gitmeniz hiçkimse tarafından yadırganamaz. Hele günlerden Pazar ise ve siz her ikisi de dertli iki kardeşseniz akşam yemeğinde taşfırında pişmiş kurufasülye yemeniz ve oradan çay içmek amacıyla Çamlıca tepesine çıkmanız kadar normal ne olabilir ki? Saat gecenin onuydu ve boğaz bu saatte bu noktadan muhteşem görünüyordu. Bir müddet boğazı seyrettikten sonra bir şeyler içmek amacıyla açık havada bir masaya oturdular.

Kayra'nın aklına gelmişti bu plan. Ahmet'in günlüğünü burada okuyacaktı Suzan'a. Burada Suzan'ın odasındaki suni ortamı oluşturmaya gerek yoktu. Ahmet'in günlüğünü Suzan'la paylaşması iyi olmuştu. Suzan günlüğü dinlerken heyecanlı bir film seyreder gibi oluyordu. Ahmet'in günlüğü neden kendisine bıraktığını hala çözememişti ama sebep her ne olursa olsun hem Suzan hem de kendisi açısından pozitif sonuç verdiği kesindi. Evet itiraf etmeliydi ki kendisi için de iyi olmuştu günlüğü okumak. Derdi ne kadar büyük olursa olsun bir şekilde huzuru bulmayı başarmıştı Ahmet. Bu tüm cümlelerde hissediliyordu. Aşk acısı bile ona ayrı bir tat vermişti sanki. O yüzden onun dünyasına girmek Kayra'ya Sinem'in bu anlamsız tavrını, Suzan'a da bir türlü anlatmadığı o kötü günlerini unutturuyordu.

Kayra o karanlık Salı gecesinden sonra ilk iki gün ne olduğunu öğrenmeye çalışmış fakat Suzan'ın bunalım içinde 'Onu unutmam lazım abi, ne olur bana yardım et' demesi üzerine o gün bu gündür o konuyu hiç açmamıştı. Elbette unutmalıydı kardeşi o kadir kıymet bilmez serseriyi. Suzan'a erkek mi yoktu ki?

Garson çayları getirince defteri açtı Kayra ve kaldığı yerden okumaya başladı. Suzan da can kulağıyla dinliyordu.

8.02.2008

Sosyal bir deney gerçekleştirdim bugün. Bizim küçük Hüseyin'e bir bisiklet aldım.

'Hüseyin kim abi, biliyor musun?'

'Hüseyin Ahmet'in babasının işyerinde çalışan bir kadının oğlu. Zavallı kadının eşi bir kamyon şoförüymüş. Bir trafik kazasında ölünce kadıncağız tek çocuğuyla kalakalmış ortalıkta. Onlarla aynı mahallede oturan bir kadın Ahmet'in babasına onu işe alması için rica etmiş. O da sağ olsun kadıncağızı işe almış. Hafta sonları da Ahmet'lerin Florya'daki iki katlı evlerine temizliğe gidiyormuş. Bir gün Hüseyin'i bırakacak birisini bulamayınca temizliğe onunla birlikte gitmek zorunda kalmış. Ahmet ve kardeşi Selim Hüseyin'i çok sevmişler ve kadından her gelişinde onu da yanında getirmesini istemişler.'

'Sen nereden biliyorsun bunları abi?'

'Bir keresinde beraber gitmiştik Hüseyin'lerin evine. Ahmet onlara Ramazan ayı için bir koli götürmüştü.'

'Ahmet'in babası mı göndermişti?'

'Hayır, zannedersem babasının haberi bile yoktu. Ahmet kendi harçlığıyla almıştı. Ahmet'in deyimiyle riya olmasın, ben de üç beş kuruş katkıda bulundum hani.'

'Çok iyi yapmışsın abi. Kaç yaşındadır şu an o Hüseyin?'

'Geçen yıl gitmiştik evlerine, ilkokula yeni başlamıştı. Bu durumda şimdi yedi sekiz yaşlarında olmalı. Hayrola niye merak ettin?'

'Ne bileyim, öylesine sordum. Neyse devam edelim istersen. Bu arada benim çayım bitti abi.'

'Bir bardak daha içer misin?'

'Bu sefer bir kahve alayım abi. Türk kahvesi.'

'Olur. İyi fikir aslında ben de içeyim.'

Kahveleri sipariş etti Kayra. Defteri tekrar açtı.

'Nerede kalmıştık? Neyse en baştan alayım. Zaten topu topu bir cümle okuyabilmiştik.'

8.02.2008

Sosyal bir deney gerçekleştirdim bugün. Bizim küçük Hüseyin'e bir bisiklet aldım. Mutluluğunu görmek için onunla tam beş saat geçirdim. Sevinçten uçuyordu. Bisikletinden bir an olsun ayrılmadı. Ertesi gün Fatma ablayı aradım. Sabah uyandığında ilk işi bisikletine bakmak olmuş Hüseyin'in.

Ben bu sevinci çocukken yaşamamıştım. Daha bisikleti anlamadan bisiklet sahibiydim çünkü. Bu duyguyu ilk defa dedem araba alınca tatmıştım. Sabah kalktığımda arabanın park ettiğim yerde durup durmadığına baktığımı iyi hatırlıyorum.

Veriler tamam elimde. Deneyimin sonucunu çıkardım: Ulaşılması zor olan hedeflere ulaşmak mutlu ediyor insanı. Hele hiç ulaşamayacağını sandığı hedefe bir anda ulaşıvermişse... İşte bu yüzden Hüseyin'in mutluluğunu ben araba da tadamamıştım aslında. Çünkü ben dedemin araba almasını bekliyordum. O da yaşım gelip, ehliyetimi alınca bana gelmesini her an beklediğim arabayı hediye etti. Oysa ki yetim Hüseyin böyle birşeyi beklemiyordu. Kısacası ben bu zenginliğimle Hüseyin'in mutluluğunu hiç yaşayamadım.

Ulaşmanın zorluğu alınacak tadı da arttırıyor elbette. Bu olmalı Ramazan iftarlarındaki yemeklerin insana bu kadar lezzetli gelmesinin sebebi. Bu yüzden istemezdim cennete dünyaya uğramadan girmeyi.

Galiba bu yüzden kaçmaya çalışsam da ona her gün daha fazla tutulmam. Onun öyle ilgisiz durması, arasıra donuk da olsa hafif ümit verip benimle oynamak ile 'Hadi be sen de?' anlamlarından hangisini taşıdığını anlamadığım bir bakış fırlatıp tekrar ilgisiz tavrına dönmesi yaşatıyor olsa gerek bende bu hali. Bisikletin onun için ulaşılması imkansız birşey olması bisikletin değerini düşürememişti Hüseyin'in gözünde. Ama maalesef bana ummadığım bir anda onu verebilecek yok. Dedim ya ben ona aşık değilim ki. Bir kere saçları sarı ve ben sarı saçları sevmem.

'Şu kızın saç rengini acayip merak ettim biliyor musun Suzan. Meğer amma da sevmiş o kızı. Hiç de hissettirmedi. Ne diyelim, Allah öbür dünyada kavuşturur inşaallah.'

Kayra bunları söylerken Suzan ağabeyini dürttü ve heyecanla Kayra'nın arka tarafında bir yeri işaret etti. Kayra şaşkın bir şekilde o tarafa baktı. Babaları yeni eşiyle birlikte bir masada oturuyorlardı. Henüz onları farketmemişti. Kayra Suzan'a döndü ve

'Bak abisi, gel yanına gidelim babamın, bir selam verelim.'

'Abi ne olur bu konuda ısrar etme. Biliyorsun. Allah'tan annem yolu uzak buldu da bizimle gelmeyi kabul etmedi. Onları bu şekilde görseydi kimbilir ne hale gelirdi.'

'Bence bu durumla karşılaşabileceğini bildiği için gelmek istemedi. Uzaklık bahaneydi. Neticede babamın Çamlıca'da oturduğunu biliyor. Böyle bir Pazar gecesi buraya gelmesi kadar normal ne olabilir ki?'

'Abi ne olursun hemen buradan gidelim.'

'Suzan.'

'Abi olmaz, gerçekten olmaz. Hele o kadın yanındayken hiç olmaz.'

Kayra yapacağı birşey olmadığını anlamıştı. En iyisi oradan hemen ayrılmaktı. Babaları da onları görürse durum çok daha kötü olacaktı çünkü. Suzan gitmek isteyecek, babası gelmelerini bekleyecek ve Kayra iki arada bir derede kalacaktı. Çabucak kahvelerini bitirip hesabı ödediler ve otoparka doğru yöneldiler.

Yola çıktıktan biraz sonra

'Suzan babama haksızlık ettiğinin farkındasın değil mi?'

'Ne bileyim abi. İçimden gelmiyor nedense. Hele o kadını görmeye hiç tahammül edemiyorum. Küçüklüğümden beri babamı elimden alan bir gulyabani gibi bir şey oldu benim için.'

'Artık büyüksün ama Suzan. Annem bile senin kadar kızgın değil ona. Ayrıca o kadınla da annemle ayrıldıktan sonra evlendiler. Hem Yeliz Abladan niye bu kadar nefret ediyorsun ki? Ne günahı var kadıncağızın? Dul bir adamı sevmiş evlenmişler. Aradan yıllar geçti, hala birlikte yaşıyorlar. Ne sana, ne de bana bir kötülüğü de olmadı. Her gidişimizde bizimle en az babam kadar ilgilendi.'

'Daha önce ilişki yaşamadıklarını nereden bilebiliriz ki?'

'Bilemeyiz elbette. İşte o yüzden sanki yaşadıkları kesinmiş gibi davranamayız onlara. Ayrıca yaşasalar da günümüz dünyasında ne kadar garipsenebilir ki bu durum.'

'Dediklerin doğru ama garipsenmeli abi, garip olmalı bu durum. Öyle değil mi?'

'Öyle Suzan, haklısın. Garipsenmeli belki. Ama ortada ispatlanmış bir hata yok. Hata olsa da affetmek lazım. Bak sana bir şey anlatayım. Ahmet öldükten sonra ona söz verdiğim halde onunla hiç Cuma namazına gitmemiş olmak beni üzdü. Geçen Cuma namaza gittim. Orada imam bir olay anlattı. Adamın biri bayağı kabarık sayıda insan öldürmüş. Sonra bir papaza gidip affedilip affedilemeyeceğini sorunca papaz ona bir yere gitmesini tavsiye etmiş. Adam yolculuk sırasında ölmüş. Hem rahmet, hem de azap melekleri gelmiş adamı götürmeye. Azap meleklerinin delil listesi haliyle epey kabarıkmış. Biz götüreceğiz demişler. Rahmet meleklerinin elinde ise tek delil varmış. Adamın henüz tamamlayamadığı tövbe yolculuğu. Hakemlik yapmak için bir büyük melek gelmiş. Aldığı yolun uzunluğunun kalan yol uzunluğundan büyük olması durumunda rahmet meleklerine, diğer durumda ise azap meleklerine verilmesine hükmetmiş. Bu iki şıklı soruda A şıkkı doğru cevapmış ve rahmet melekleri galip gelmiş. Şimdi elini vicdanına koy Suziş. Bu adam kaç kişi öldürdü ve daha da önemlisi daha kaç farklı yolla özür dileyebilir bizden.'

'Dediklerin doğru elbette, ama ne bileyim içimden gelmiyor. Onu gördüğümde yanlış bir şey söylerim diye de korkuyorum.'

Bir müddet ikisi de sustu. Birinci köprüden geçiyorlardı.

'Bize karşı görevini de elinden geldiğince yaptı değil mi abi?' diye konuşmayı yeniden başlattı Suzan

'Yaptı be Suzan. Gerçekten yaptı. Hem biliyorsun Suzan, Yeliz ablayla çocukları da olmadı. Babamın çocuğum diye sevebileceği sen ve ben varız. Seni ne kadar sevdiğini de bilirsin. Benden çok sever.'

'Olur mu abi...'

'Öyle, öyle. Merak etme Suziş ben de büyüdüm. Küçükken biraz kıskansam da şu an hoşuma bile gidiyor. Neyse asıl anlatmak istediğim de o değil zaten. Seni bu kadar severken senin böyle kayıtsız tavırların adamı mahvediyor. En son görüşmemizde ne kadar sınavları yüzünden gelemedi desem de ağlamasına engel olamadım adamın.'

'Benim için mi ağladı?'

'Suzan ne olur böyle yapma. Senin için ağlayacağını sen de bilirsin. Bir ara seninle ziyaretine gidelim istersen. Sen de gözlerinle gör göreceğini çok iyi bildiğin gözyaşlarını.'

'Bakalım abi. Gideriz inşallah ama söz vermiş olmayayım. Bu arada istersen e maillerine bir bakalım. Belki Sinem birşeyler yazmıştır?'

'İyi aklına geldi. Hemen bir baksana. İnan bana ne yazacağını çok merak ediyorum. Nerede nasıl bir hata yaptım bir bulabilsem.'

Suzan cep telefonundan internete bağlandı, Kayra'nın adresini yazdıktan sonra parolasını yazması için ona verdi telefonu.

'Parolamı bilmiyor musun Suzan?'

'Aslında...'

'Biliyorsun, biliyorsun.'

'Abi inan bir kez bile bakmadım adresine.'

'İstediğin zaman bakabilirsin Suzan, senden gizlim saklım yok.' dedi Kayra hiçbir şart altında Suzan'ın ondan izinsiz e maillerine bakmayacağını bilse de.

'Gelmiş abi. Bayağı uzun bir mesaj.'

'Oku Allah aşkına. Acayip merak ediyorum inan.'

Sevgili Kayra Koruk,

'Resmiyete bak sen, Kayra Koruk öyle mi? Eee.'

Sevgili Kayra Koruk,

Benim zeki, karizmatik ve her kızın rüyalarını süsleyecek kadar yakışıklı tek taraflı aşkım. Günlerdir ayaklarının altına aldığını düşündüğüm gururumu kurtarmak ve bu sebepten sana kızmak için ufak da olsa bir neden arıyorum. Bulamadım Kayra. Bana vaadetmediğin şeyler o kadar çok ki beni yolcu ederken 'Seni seviyorum.' cümlesinden mahrum bırakmana bile kızmak için bir sebep vermedin bana. Burada geçen günlerimde şunu anladım. Ben seni çok sevmişim. Yani benim için sen sadece sohbet etmekten zevk aldığım biri değilmişsin. Hiçbir zaman da olmamıştın aslında.

Nurbanu'suz görüştüğümüz ilk gün sana daha en başta o kadar kızgın davranmamın sebebi de buydu Kayra. Sana bağlanmaktan korkmuştum. Bırakmadın o gün beni. Şu an sana bağlanmış durumdayım. Bir ileriki korkuya yelken açtım, seni kaybetme korkusuna. Sonra şunu düşündüm bir an: Ben seni ne zaman kazanmıştım ki kaybedeyim. Bir gün seni kaybedeceksem bu seni hiç kazanmadığım zaman olmalı bence. Böylesi daha az acı verir.

Bir gün beni sevdiğini hisseder ve benimle bir hayatı beraber paylaşmayı düşünürsen beni ara Kayra. Yanlış anlama hemen evlenmeyi kasdetmiyorum. Bunu beklemiyorum da. Şimdi senin o realist beyninden neler geçtiğini gayet iyi biliyorum. Bir ömrü beraber paylaşmaya kim garanti verebilir ki değil mi? Öyle bir garanti olmadığını ben de biliyorum. Benim istediğim böyle hissettiğin bir an, sadece bir an olması. İnan bana ben o anı çok kere yaşadım. Bu arada gururumu kurtarayım derken nasıl gurursuz bir duruma düştüğümün de farkındayım.

Sakın sana kızgın olduğumu düşünme. Dediğim gibi onun için ortada bir sebep yok. Bana yaptığın onca iyiliği, o kadar zamanını bana ayırmanı da unuttuğumu düşünme ne olur. Problemim o anları unutamamak zaten. Unutamayacağım hatıraların dayanma gücümü aşmasından korkuyorum sadece.

Kendine iyi bak Kayra. Suzan'a çok selamlar. Gerçekten de güzel bir kız. O asık yüz bile ona ayrı bir hava veriyor. Ama bence biraz gülümsesin hayata.




Avlanmak üzere olan bir kaplan ve onun sudaki aksi ancak bu kadar güzel resmedilebilirdi. Tabloyu uzaktan dikkatle incelemeye başladı Suzan. Şu anda yapılabilecek en iyi şey de buydu zaten. İki bardak meyve suyunu bitirmesinin üzerinden en az on beş dakika geçmiş, bu süre zarfında sekreterle dört beş kez göz göze gelmiş, karşılıklı gülümsemişlerdi. Aslında resimden çok anladığı söylenemezdi. Ama bu resim gerçekten güzeldi ve bunu anlamak için ileri derecede bir sanat zevki gerekmiyordu.

'Beğendin mi resmi?'

Sesin geldiği tarafa döndü Suzan. Onu göreceğini bilseydi kesinlikle buraya gelmezdi . Karşısındaki babasının yeni eşi Yeliz Hanım'dı. Şu an otuz beş yaşlarında olmalıydı. Bir altmış beş boyu, her zamanki gibi kısa kesilmiş sarı saçları, sade fakat güzel giyimiyle hala eskisi gibi güzeldi. Suzan annesi adına bir kez daha kıskandı onu.

'Evet' diye cevap verdi. Suzan nazikçe. Başka türlü de davranamazdı. Neticede babasının ofisindeydiler ve onu burada görmek kadar olağan bir durum yoktu.

Yine de Suzan bu şekilde planlamamıştı. Babasını şöyle bir ziyaret edecek ve helallik isteyecekti sadece. Sabah kahvaltıdan sonra Kayra'ya artık babasını görmek istediğini söylemesi ağabeyi ile saat 11:30 da babasının ofisinde olmaları için yetmişti. Kayra hemen kardeşini almış ve babasının ofisine getirmişti. Geldiklerinde babaları toplantı yapıyordu ve toplantıya girerken kim gelirse gelsin kendisini rahatsız etmemesi konusunda sekreteri uyarmıştı. Ayrıca saat 17:00 da yurtdışına uçağı vardı Fikret Beyin. Bunun üzerine iki kardeş gitmek istemişler fakat sekreterin Fikret Bey'in öğle yemeği sırasında toplantı yaptığını hatırlamadığını belirtmesi üzerine öğle yemeğini beklemeye başlamışlardı.

'Taşkent'ten aldık onu. Özbekistan'ın başkenti Taşkent'ten. Orada Broadway denen trafiğe kapalı bir yol var. Güzel bir yoldur. Burada binlerce dolara müşteri bulabilecek resimleri dört yüz beş yüz dolara orada bulabilirsin.'

'Ne güzel. Ne kadar iyi yapmışsınız.' dedi Suzan. İçinden de

'Bir de utanmadan ballandıra ballandıra anlatıyor. Nispet mi yapmak istiyor ne?' diye düşünmeden edemedi.

Sekretere doğru döndü Yeliz Hanım ve

'Aysun. Lütfen bu tabloyu oradan indirip sarar mısın? Suzan Hanım'a hediye etmek istiyorum onu.'

'Başüstüne efendim.'

Suzan sinirlenmişti ama yine de öfkesini saklamaya çalışarak

'Lütfen yapmayın. Gerçekten gerek yok. Orada çok güzel duruyor.'

'Hiçbir yerde senin odandaki kadar güzel duramaz Nazlı Prenses.' Dedi Yeliz Hanım.

Nazlı Prenses. Yeliz Hanım vermişti ona bu ismi ve babası da ona hep bu isimle seslenmişti. Bu yüzden kendisine bu şekilde seslenilmesinden hoşlanmazdı. İşte yine sinirlenmişti. Sonra ağabeyinin dün gece söyledikleri aklına geldi. Neden sinirleniyordu ki. Herhangi bir aşağılama niyeti olmadığını gayet iyi biliyordu. Hatta aksine söyleyiş şekli sevgi doluydu. Sonra Suzan'a ne gibi bir kötülüğü dokunmuştu.

Pazar günleri babasını ziyaretlerinde Yeliz Hanım onları çok güzel karşılar, çeşitli kurabiyeler, kekler yapardı onlar için. Kendi çocuğu olmadığı için onları çocukları gibi sever ve her ayrılışta öyle ağlardı ki babaları bir yandan çocuklarını bir yandan da onu teselli etmek zorunda kalırdı. Suzan küçüklüğün de verdiği şımarıklıkla her seferinde bir muzurluk çıkarırdı. Bu yüzden ona Nazlı Prenses ismini koymuştu Yeliz Hanım. Kendini bir an çok gaddar biri olarak hissetti Suzan. Neticede boşanmış biriyle evlenmiş ve evlendiği kişinin çocuklarını en az onun kadar sevmiş bir bayan vardı karşısında. En azından nazik bir cevabı hak ediyordu. Evet evet ne olursa olsun nazik olmalıydı

'Siz öyle düşünüyorsanız sizi kırmayayım.' dedi .

'Kesinlikle öyle düşünüyorum. Tıpkı hiçbir tokanın senin saçında durduğu kadar hiçbir saçta duramayacağı gibi.' dedi ve ağlayarak Suzan'a sarıldı. Suzan bu sefer kaçmadı. Sarılmasına izin verdi. Kendisi sarılmadı, bunun için biraz daha zamana ihtiyacı vardı.

O sırada lavabodan gelen Kayra gördükleri karşısında son derece şaşkın bir vaziyette

'Ben birşey mi kaçırdım?' deyince Yeliz Hanım gülümsedi.

'Suzan'a Taşkent'teki Broadwayi anlatıyordum. Nerede kalmıştım Suzan. Aslında enteresandır, eski Sovyetler Birliği'nde kaç şehre gittiysek öyle bir caddeleri var. O caddeler üzerinde kara kalemle portre çalışması da yapıyorlar. Bir sokak ressamının karşısına geçiyorsun, adam senin kara kalem resmini yapıyor. Biliyor musun Suzan, benim ve babanın sadece iki yerde çizilmiş resmimiz var, senin ise en az on tane. Baban gittiği her yerde senin hiç yanından ayırmadığı küçüklük fotoğrafını gösteriyor ve resmini yaptırıyor. İyi de kızın çok büyüdü ki desem de o bunu kabullenmiyor. Senin büyüdüğünü kabullenemiyor.'

İşte bu Suzan'ın gerçekten bilmediği ve beklemediği bir olaydı. Bir anda heyecanlandı

'Gerçekten mi? Birgün onları görebilir miyim?'

'Elbette görebilirsin. Ama babanın onları sana hediye edeceğini zannetmiyorum. Neredeyse evde olduğu her gece onlara bakar. Ayrılamaz o resimlerden. '

'Peki bu Fikret Bey arasıra bir oğlu olduğunu da hatırlar mı?' diye sordu Kayra.

'Kayra yalan olmasın, senin resmini sadece iki kez çizdirdi. Bu arada siz burada niye bekliyorsunuz? Neden içeri girmediniz?'

Kayra

'Babamın toplantısı varmış.' deyince Aysun'a baktı Yeliz Hanım.

'Kimse rahatsız etmesin diye ısrarla söyledi.' diye cevap verdi Aysun.

'Bak Aysun'cuğum inan bana Fikret Bey bu çocukları bekletmene çok daha fazla kızar. Sen şimdi telefon da etmeden hemen içeri gir. Suzan Hanım ve Kayra Bey sizi görmek istiyorlar de. Gör sonra ne olacak?'

'Ama efendim...'

' Sen dediğimi yap. Birşey derse ben buradayım.'

Aysun kapıyı çaldı ve içeri girdi. Biraz sonra Fikret Bey Aysun'dan da önce çıktı ve Suzan'ı gördüğü gibi kızına doyasıya sarıldı. Aysun da dışarı çıkmış baba kızın sarılmasını seyrediyordu.

'Aysun. Arkadaşlara söyle, toplantıyı erteliyoruz.'

'Tekrar ne zaman toplanırsız efendim?'

' Ben daha sonra zamanını söylerim.'

'Peki efendim.'

'Niye beni aramadınız çocuklar? Geceyi burada geçirir sizi beklerdim.'

'Sürpriz olsun istedik baba.' dedi Suzan.

Çok sevinçliydi Fikret Bey. Kayra'ya geçiştirme bir bakış fırlattıktan sonra kızına baktı tekrar. Bu zamana kadar neden gelmemiş, neden aramamıştı babasını? Aslında sebebini iyi biliyordu. Şu an oturup her şeyi açıklamak isterdi ama gerek olmadığı ortadaydı. Yapılabilecek en mantıklı şey iki çocuğunu birlikte görmenin tadını çıkarmaktı.

'Hadi çocuklar, hemen yemeğe gidiyoruz.'

'Gerek yok baba. Suzan seni görmek istedi. Şöyle bir uğrayalım dedik. Zaten bugün yurt dışına gidiyormuşsun. İçeride biraz muhabbet eder gideriz.'

'Olur mu öyle saçma şey Kayra. Uçağın kalkmasına daha çok var. Hem sorun uçaksa gitmeyiveririm olur biter.'

Bunu yapabileceğinden eminlerdi. Bir keresinde on günlüğüne Almanya'ya giden Fikret Bey sadece Pazar günü çocuklarıyla görüşmek için Cumartesi gecesi İstanbul'a gelmiş ve Pazartesi sabahı tekrar Almanya'ya dönmüştü.

'Eee, nereye gitmek istersiniz çocuklar, nereye götüreyim sizi?'

'Her zamanki dürümcümüze gidelim baba.' dedi Kayra.

'Artık büyüdünüz çocuklar. İsterseniz sizi şöyle lüks bir restorana götürebilirim.'

'Yok baba, dürümcümüze gidelim. Orası bizim için en pahalı restorandan daha iyi.' diyerek ağabeyini destekledi Suzan.

'Peki öyleyse hemen çıkalım.'

'Yeliz Abla sen de bizimle gelmez misin?' diye sordu Kayra.

'Sağol Kayra. Sizin babanızla konuşacağınız özel şeyler vardır. Hem zaten benim başka işlerim var. Yalnız çıkarken şu tabloyu arabana alırsan iyi olur. Suzan'a hediye ettim onu. Fikret'in karşı çıkmayacağına eminim.'

'Nazlı prensesim istesin, ben bu odanın tamamını onun odasına taşırım. Tablo ne demek.' dedi Fikret Bey. Çocuklar gibi sevinçliydi zaten.

Üsküdar'da Kayra ve Suzan küçükken neredeyse her Pazar onları götürdüğü bir dürümcü vardı. Çocukların dürümcümüz derken kasdettikleri dürümcü. Oraya vardıklarında babalarının porsiyon döner ısmarlamasına bile razı olmadılar. Her şey tıpkı eski günlerdeki gibi olmalıydı. Tek kat lavaş dürüm ve yanında ayran. Kayra bir taneyle doymamalıydı ve işte bu yüzden Kayra daha bitirmeden babası ikincisini ısmarlamış olmalıydı. Herşey olması gerektiği gibi icra edildi. Çıkışta bu seramoninin yaz versiyonlarında uygulanan dondurma seansı da eksik bırakılmadı.

Artık babalarının gitmesi gerekiyordu. Saat neredeyse iki olmuştu ve Fikret Beyin uçağı saat 17:00 de kalkıyordu. Çocuklar babalarını havaalanına bırakmak isteyince babaları ayrı bir sevindi. Çünkü bu en az iki saat daha çocuklarıyla birlikte olması anlamına geliyordu. Zaten hava limanı Sinanoba'ya gidecek çocukların yolu üzerindeydi.

Kayra arabayı sürerken Fikret Bey kızıyla arkaya oturdu. Bundan daha güzel ne olabilirdi ki bir baba için. Önce evden eşyaları aldılar ve sonra birinci köprüden havaalanına doğru yola koyuldular.

Aslında bu yolculuk Kayra için de iyi olmuştu. Sinem konusunu danışmak istiyordu babasına.

'Baba bir konuda senin fikirlerine ihtiyacım var.'

'Ne konusu oğlum?'

'Kız meselesi baba.''

'O konuda senin akla ihtiyacın mı var oğlum? Senin yanında gördüğüm kızları ben televizyonda görmüyorum. Bir ara yanındaki kızlardan dolayı Yeliz neredeyse seninle görüşmemi yasaklayacaktı.'

Kayra

'Baba bu sefer durum biraz farklı.' deyince Suzan'a baktı Fikret Bey

'Bu sefer durum cidden farklı baba. Dinlesen iyi olur.' dedi Suzan.

'Bak şimdi ben de merak ettim. Anlat bakalım oğlum.'

Kayra Ahmet kısmını karıştırmadan Sinem'le yaşadıklarını anlattı, Suzan da tekrar cep telefonundan internete bağlanarak Sinem'in mesajını okudu. Fikret Bey şaşırmıştı. Özellikle mesaj çok etkiledi.

'O nasıl mesaj öyle. Bana vaadetmediğin şeyler o kadar çok ki ha... Bu zamana kadar beni tanıştırdığın hiçbir kız seni bu kadar güzel ifade edemezdi. Bu kız hangi bölümde okuyor?'

'Edebiyat bölümünde baba.'

'Belli oluyor. Şu kızın bir fotoğrafı var mı oğlum?'

Kayra cep telefonunu babasına uzattı.

'Hafıza kartı içinde resimler bölümünde var baba.'

Fotoğraflara bakan Fikret Bey

'Güzel de kızmış be oğlum, ama elbette diğerleriyle kıyaslanmaz.'

'Baba mesele güzelliği değil aslında. Bana göre yeterince güzel kız, hani Mecnun'a Leyla o kadar da güzel değil denince 'Sen ona benim gözümle bak' demiş ya. Benimki de o misal. Bana göre şu ana kadar ki en güzel kız. Mesajda Sinem'in yazdıkları da abartı. Ben öyle istediği her kıza sahip olabilecek biri değilim bir kere. Şu ana kadar dört kız arkadaşım oldu. Doğru Allah için hepsi de güzeldi. Biri şu an bir kanalda proğram bile yapıyor. Örneğin onu ben terketmemiştim. Karşılıklı anlaştık. Birbirimize uygun değildik çünkü. Hande'yle de aynısı oldu. Nilay'ı ben terkettim ama ona bir hafta dayandığım için cidden bana teşekkür etmeliydi. Hatırlarsan senin yanında bile ne kadar saçmalamıştı.'

'O kız mı? Hani Yeliz konuşmanın ortasında dayanamamış, odadan çıkmıştı.'

'Hah, işte o kız.'

'O tam bir faciaydı canım. Verilmiş sadakan varmış.'

'Aynen öyle.'

Nilay konusunda Suzan'ın da söyleyecekleri vardı

'O kızı gördüğümde ben değil sana anne babasına bile acımıştım. Aklı fikri kıyafet, onu bunu çekiştirme, sosyete dedikoduları... Babamın dediği gibi, verilmiş sadakan varmış abi. O kızdan iyi kurtuldun. Ay insanın yakasından da bir türlü düşmüyordu. Sen onu bıraktıktan sonra beni bile kaç kez telefonla aradı hiç yüz vermediğim halde.'

Kayra kaldığı yerden konuşmaya devam etti

'Şebnem'e gelince onu sevmiştim ve ben onu terketmek istemedim. O beni terketti. İki üç gün şok yaşadım da. Bu onu sevmemin verdiği bir şok muydu yoksa terkedilmiş olmanın oluşturduğu psikolojik bir durum muydu bilmiyorum. Sonuç olarak çabuk atlattım.'

'Peki sorun ne oğlum. Sen neye cevap arıyorsun?'

'Evlilik olayına ben hiç hazır değilim be baba.'

'Hemen evlenelim demiyor ki oğlum.'

'Ama sonuçta iki üç sene sonra da olsa asıl hedefin evlilik olması gerektiğini ima etmiş. O cümlelerden ben öyle anlıyorum. Ben kimseyle bir ömür boyu birlikteliği düşünemiyorum ki. Bir an bile böyle birşey düşünemem gibi geliyor.'

'Niye düşünemezsin?'

'O hata yaptıktan sonra dönülmesi zor bir yol, bu bir, neden bir ömür boyu tek bir kişiyle yetinmek zorunda olayım iki, biriyle evlenince ona bana karışma hakkı vermiş olurum, bu da üç. Sadece ben değil çevremde bir çok kişi de böyle düşünüyor.'

'O zaman soruya cevap vermişsin oğlum, neyin sıkıntısını yaşıyorsun ki? Kızın sorduğu soru bu zaten. Yaz o zaman cevabını, bitir bu işi.'

'Nasıl yapayım bunu baba?'

'Kız kırılır diye mi korkuyorsun?'

'O da var ama asıl mesele o değil be baba.'

'Asıl mesele nedir oğlum?'

'Asıl mesele şu ki ben de onsuz duramıyorum. Onu çok özlüyorum. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım.'

'Dur o zaman ben sana yardımcı olayım oğlum. Onsuz olmaya tahammül edememekle onunla hep beraber olmayı düşünmek arasındaki farkı söyler misin bana?'

'Yok mu baba?'

'Var mı? Kağıtta boş bir yerden rahatsız olan biri her tarafının boyalı olmasını istemiyor mudur?'

'Vay, bu çok güzeldi baba, devam et.' diye araya girmeden edemedi Kayra.

' Sen bu kıza aşık olmuşsun oğlum. Belki de hayatında ilk defa aşık olmuşsun. Hiçbir zaman unutma oğlum, kim ne derse desin beraber yaşamanın en güzel ve diğer bütün yollara göre en garanti yolu evlenmektir. Şu an bizim firma ne düşündüğünü bilmeyen gençlerle dolu oğlum. Erkek kız farkı yok. Hepsi aynı...Kayra öndeki arabaya çok yaklaşıyorsun oğlum, arada biraz mesafe bırak.'

'Baba ben her gün araba kullanıyorum.'

'Ne fark eder oğlum, kaza bu. Bir kaç kez yapma hakkı vermeyebilir. Allah korusun.'

'Tamam baba, bak öndeki araba yeterince uzak. Sen konuşmaya devam et.'

'Nerede kalmıştım.'

'Firmanızdaki genç kız ve erkeklerden bahsediyordun baba.' Diye hatırlattı Suzan.

'Evet, dediğim gibi hepsi aynı. 'Hiç evlenmeyecek misin?' diye soruyorsun. 'Kendime en uygun adayı bulursam evlenirim, ama acelem yok.' Peki ne zaman olacak bu? Belirsiz. Sonra ne oluyor, yaş geliyor otuza, otuz beşe. Bir de geliri yerindeyse televizyonda, internette, işyerinde, caddede gördüğü, bir veya birkaç gece beraber olduğu her kıza sahip olduğunu düşünüyor. Sonra bakıyorlar ki yalnızlar. O kadar ki iki odayı kendilerine fazla görüyor ve tek odalık evde yaşıyor bazıları.'

'Baba sormaya da çekiniyorum ama bak ne olur yanlış anlama herhangi birinizi suçlamıyorum. Ama sen de annemle ayrıldın baba.' dedi Kayra.

'Doğru oğlum, ben annenle ayrıldım. Anlaşamadık, huzursuzduk. Ben de huzursuzdum, o da. Ama ben onunla evlendiğimden dolayı hiç pişman olmadım, evliliği hiç suçlamadım. Öyle olsaydı ikinci kez evlenir miydim? Hem bak o sayede bugün beraberiz, ben bu mutluluğu yaşıyorum.'

'Şu an mutlu musun baba. Yani yeni eşinle huzurlu musun demek istiyorum.' diye sordu Suzan hazır fırsatını bulmuşken.

'Suzan yavrum, ben anneni suçlamıyorum, hiç suçlamadım da. Yalnız şunu bil ki ben şu an gerçekten huzurluyum.'

'Annem sana bu huzuru veremedi mi baba?' diye devam etti Suzan.

'Belki ben ona veremedim. Bazen iki insan da iyi olur, etraflarına huzur verirler ama birbirlerine verdikleri tek şey huzursuzluktur. Üzgünüm kızım ama inan bana ben de huzursuzdum o da. Daha fazla götüremezdik.'

Suzan sustu. Fikret Bey Kayra'ya döndü

'Başka sorun var mı oğlum, devam edelim mi Kayra?'

'Gerek yok baba. Ben cevabımı aldım. Sağ ol.'

Suzan da babasını yanağından öptü ve

'Seni çok seviyorum baba.' dedi.

'Ben de seni kızım, ben de seni.'

'Yolda alman gereken bir şey var mı baba?'

'Yok aslan oğlum, direk hava limanına gidelim.'

28 Kasım 2010 27-28 dakika 22 denemesi var.
Yorumlar