Tür

Acının türleri var bu hayatta... Doğrudan ve dolaylı acılar... Meşhur bir palavra vardır, 'zaman her şeyin ilacıdır,' der; dolaylı bir acıysa yüreğindeki zamanla yaran nasır tutar, gam ve keder yerini hatıralara bırakır. İlk hatırladığında yüreğinin cızırtısını duyarsın, ikincisinde bu biraz daha azalır, zamanla duyulmayacak hale gelir. İnce bir sızı iner yüreğin merkezine ama içinde bulunduğun akışa kapılıp gider, hareket etmeye devam edersin.

Bir de doğrudan acılar vardır. Acının tarif edilemez bir şey olduğunu sana kanıtlarmış gibi, dilini tutar ağzının içinde büzer ve kalbinin yerinde hiçbir şey kalmaz. Tortop olur her yanın, ciğerin yanar... Öyle bir yanar ki ağzını açsan kanlı canlı keder püskürecektir sanki etrafa. Kara güzelliğiyle öyle bir sarar ki seni acı, yaşadığını fark etmen için hiçbir kanıt kalmaz ortada. Kalbinin tıkırtısı duyulmaz olur. Boğazının çenene bağlandığı yere kalın bir kanca geçirmişler, ucuna da tonlarca ağırlık asmışlar gibi yere doğru çekilirsin. Boğazında çözülmesi güç bir denizci düğümü belirir ve o düğüm hiçbir zaman çözülmez...

Hayata yüklediğin ne kadar anlam varsa önce hepsini unutursun ve bir daha hatırlayamazsın.
Yakamoz vaktini hesaplayamadan kıyıya yanaşmış bir balık gibi hissedersin kendini. Sular geriye çekilir ve çırpınır durursun. Dalgalar terk eder seni, geri döndüklerinde gözlerinde zayıf bir ışıltı kalmıştır, ruhun hayallerini yitirmiş, bedenin işlevini tamamen unutmuştur. Kuma gömülür kalırsın; üzerine basıp geçen adımları saymaya başlarsın. Nerede bir ölüm haberi olsa kulağına çalınır. Her gece ay ışığında uyur, güneşsiz bir sabaha uyanırsın. O kadar küskündür ki güneş sana, yüzünü göstermez, gri bulutlar atar pencerenden içeri. Kapının dışına bir adım atmak için dakikalarca düşünürsün. Ev güvenlidir. Ev seni ve anılarını içinde tutan bir kafes gibidir. Kafanda beliren her düşünce yükselir, tavana değer ve orada asılı kalır.

Böyledir işte doğrudan acı. Tırnaklarını yerken sıkıntının geçeceğine inanırsın ilk başlarda. Sonra fark edersin ki, eğer Umut gerçekten var olsaydı gidenler geri dönerdi ya da gönül istediğinde kavuşurdun gidenlerle.

Doğrudan acı insanı deliliğe sürükler. Yitirilmişliğin yuttuğu zaman önce kelimeleri unutturur sana sonra da insanlığı. Öylesinesindir. Öylesine ve hiçbir işe yaramayansındır. Biçarelik öylesine büyür ki içinde, acına ortak olan tek şey çaresizliğindir. Tenin kararır, gözaltların morarır, yaşlanırsın, yaşlanırsın, yaşlanırsın ve üşenirsin hayat. Üşenirsin yeniden gökyüzüne bakmaya.

Babaların türleri var bu hayatta... Doğrudan babalar ve dolaylı babalar... Baba, babadır. Öyledir işte. Onun genlerini taşıyor olmanla alakalı değildir bu. Bir babaya sahip olma isteğine karşılıktır kimi zaman, kimi zaman da babasız olma isteğine bir karşı çıkış. Doğrudan babaları hepimiz biliriz.

Görürüz bir yerlerde ya da onlarla yaşarız. Dolaylı babalarsa farklıdırlar. Kimi özbeöz senin kanındandır, kimi de doğmana değil doymana yardımcı olandır. Kimileri de vardır ki senin doğmanda etkisi vardır; ama seni doyurmaya geç karar verir. Karar verdiği gün göçüp gider... Öyle bir kader oyunudur ki bu, lanet savurursun, yıllarca içinde biriken ve damlayarak tüm dünyanı ummana çeviren o boşluk dolsun diye beklerken Toprak Ana küfür edermiş gibi yanına alır sana ait olması gerekeni.

Duyulan acı doğrusaldır.

Duyulan acı hem gidene hem de beraberinde götürdüklerinedir.

Hep de geceleri dayanır kapıma.

Sen gittin gideli, insan olmanın anlamını arıyorum önüme çıkan her kapıda, pencerede. Sen gittiğinden beri, bir gün gelir de en başından başlarız, benim de bir ilk aşkım olur diye umut etmekten kendimi alamıyorum. Sen gittiğinden beri kendimi içinde onlarca izmarit söndürülmüş sonra da boşaltılmış bir küllüğün dibindeki kül kalıntıları gibi hissediyorum. Pis kokar kül kalıntıları, tıpkı senle olan geçmişimiz gibi. Üzerine bastırılacak yeni izmaritleri bekler kül kalıntıları, tıpkı benim yüreğime bastırılacak başka acıları dört gözle beklemem gibi. Eğer yeni bir acı çökerse yüreğime diğerini daha çekilir kılar belki...

Benim babam çok yiğit adamdı, diyemem ben. Tanımıyorum. İşte bu yüzden doğrusaldır ya bu acı da; gidenler bu dünyadaki adlarını bıraktıklarında arkalarında onları tanıyan insanlar ağlar başuçlarında. Ben kendime ağladım, ikimize, sadece içimden. Gözyaşım süzülmedi dışarıya. Böyleyim ben, ne bileyim, ağlayamayanlardanım.

Gülümsemenin türleri var bu hayatta... Doğrudan ve dolaylı gülümseme... Ben dolaylı gülümseyenlerdim.

11 Nisan 2012 4-5 dakika 6 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar