Türk Mühendislerin Geri Vitessiz Uçağı
Yaşım, yazıyla yirmi dört buçuk. Rakamla yazmak istemiyorum. Sonra Fatih'in İstanbul' fethettiği yaşı geçmiş genç hala bir baltaya sap olamamışsın diyorlar. İyi de benim babam padişah değil bende sarayda doğmadım.
Her neyse ilmini gördüğüm yazılım mühendisliği ile ilgilenmekten hoşlanmıyorum. Nerede geçmişte bir edebi akım olmuşsa, nerede bir siyasi akım kaldıysa onlarla kafa patlatıyorum. Unutmadan söyleyeyim bir türlü ezberleyemediğim hece vezninden şiirler sallıyorum. Şair olmayı çok istedim ama yolum bir türlü 'ikinci yeni edebiyatı' şairlerinden ileri gitmedi.
'İkinci yeni' için tanımlama şöyledir:
'Türk şiirinde değişiklik yapmaya çalıştılar. Soyut duygular ile bir söyleyiş bulmak için çalışılmış bir akımdı. Alışılmış dilin kalıplarını ve kemikleşmiş biçimini bozmaktan öte gitmedi.'
İçlerinden Sezai Karakoç'a karşı sempatim olsa da diğer şairleri küçümsediğim ve başarısız bulduğum anlamı çıkmaz. Çünkü hepsi edebi açıdan kendilerini iyi konumlara oturtmuşlardı. Gerçi hece veznini düzgün yazabilen şairlerin yanında, yazdıkları sadece duygu aktarmaktan öte gitmemiştir.
Ben bu konuyu ayrı bir zaman içerisinde incelemek istiyorum. Türkiye'nin birkaç eleştiriyi hak ettiği noktalardan konuya giriş yapacağım. Sanatçı kimliğimin yanında mühendis olma sıfatını kullanarak deyişlerde bulunacağım.
Öncelikle 'Hezarfen Ahmet Çelebi' uçuşundan deşifreler yaparak bugünlere gelmeye çalışalım. Osmanlı'da yaşamış Türk bilginidir kendisi. Şahsıyla tanışamadan ölüm bizi ayırdı. Kendi geliştirdiği kanatlarla uçmayı başarabilmiş ilk insandır. Galata Kulesi'nden lodosun desteği ile kendisini yer ile gök kubbe arasında bir yer edinerek salınıverdi. Görmüş gibi anlatıyorum ama öyleymiş. Evliya Çelebi 'seyahatname'sinde öyle anlatıyor. Aslında Hezarfen'den önce İsmail Cevheri isimli bir Müslüman uçuş gerçekleştirmiş. Cami minaresinden atlamadan önce aşağıda toplanan halka 'birazdan uçacağım' diyerek salınmıştır. Bir müddet uçtuktan sonra düşerek vefat etmiştir. Allah'tan Müslüman ki sırat köprüsünde birkaç sualim olacak kendisine. Yoksa karşılaşmamız mümkün olmayabilirdi.
Şimdi bilim insanlarının bu yaşantıları varken biraz diğer taraftan gelişen olaylara bakalım.' Wright kardeşler' uçurtmalar ve planörler üstünde çok çalışmışlar. Leonardo Da Vinci ise uçma üstüne çalışmalarda bulunmuş ama sonuca varamamıştır. Yani bizim Hezarfen'in kendisinden etkilediğini söylerler ama başka kaynaklara göre bizim bilim adamımız Hezarfen, İsmail Cevheri'den esinlenmiştir de söylenir bazı kaynaklarda.
Wright kardeşleri ise araştırmam tesadüfü olmuştur.Üniversiteyi okuduğum yıllarda(aslında hala okuyorum) okulumuz Wright üniversitesi ile değişim programı imzalamıştı.Hatta oradan gelen Amerika'lı hoca üniversitelerini ve bulunduğu kasabayı öve öve bitiremiyordu. Araştırmalarımda baktım ki katiyen öyle anlattığı gibi bir yer değildi. Bizim Sincan semtimizin bile havası oraya üstünlük taslardı. Gerçi Sincan'ı da küçümsemiş gibi oldum ama bizde öyle motorsuz ve hatta kanatsız uçanlar olmuştu. Bisikletle beşinci kattan atlayan ağabeyler görmüştüm küçük yaşlarda. Her neyse konuyu dağıtmadan söyleyelim ki bu Wright Kardeşler; Amerika'da 4. Ve 5. No'lu pilotlardır. İlk resmi uçuş, Amerika'da Kanada'lı bir pilot ile dışarıdan yardım almadan kalkabilen uçak ile uçmuştur. Biz hala ülke olarak uçağımızı üretmek bir yana, dışarıdan yardım almadan uçuş yapamıyoruz.
Şimdi önceki yazılarımda söylediğim 'elalemin çocukları' konulu bir eleştiri vardı. Şimdi sırası geldi söyleyeyim; arkadaş adamlar uçmuş, adamlar yapmış abi demeyi unutun artık. Çünkü senin sahip olduğun kültürün tarihinde de uçmuş bir zati muhterem vardı. Neden ders almadın?
Şimdi bakış açısını daha da derinlere indiriyoruz. Padişah'ın bile Hezarfen'i ve uçuşunu nasıl gördüğü ufkundan bakarak devam edelim.
Bu olay Osmanlı Devleti'nde ve Avrupa'da büyük yankı buldu ve dönemin padişahı 4. Murat tarafından da beğenildi. Hatta Evliya Çelebi'ye göre "bir kese de altınla" sevindirmiş, ancak bu derece bilgili ve becerikli birisinin tehlikeli olabileceğini düşünüp, "Bu adem pek havf edilecek bir ademdir, her ne murad ederse elinden gelir, böyle kimselerin bakaası caiz değil" diyerek onu Cezayir'e sürgün etmiştir.
Hadi padişah bunu yaptı. Oda Allah'ın bir kulu hata yapabilir. Peki biz ve nesli nasıl ders aldık?
Daha sonrasında gelenler ne yaptı?
Ben söyleyeyim Murat 131 bile üretmekten aciz kaldı. Nam-ı diğer Hacı Murat. Belki de üstümüze yapışan Müslüman ülkeler bilimde geride kaldı diye söylentiler çıkardı, ve biz bir şehir efsanesini gerçekleştirmek için çabaladık. Üstelik o muhasır medeniyetlerin(!) şehir efsaneleri. Ama gericiliği kabul etmemek adına attığımız bilimsel çalışmalarda, yani ilk arabamız 'Devrim'e geri vites bile koymadık. Biz Türk'üz bizde geri vites olmaz.!
Osmanlı'dan günümüze doğru akıyordu zaman. Avrupa ve diğer milletler bir yıkılışı seyrediyordu. Üstelik ikinci perdesi olmayan tek sahnelik piyesler gibi. Bilirsiniz piyesler en az iki ve daha fazla oyuncu ile sergilenir. Çok çeşitli alanları vardır. Mesele güldürü ve trajedi gibi. Biz ülke olarak tiyatro da; ya başrol oluruz ya figüran. Bu alanda en başarılı biziz.
Ama en zor zamanlarda bile umutlarımızı tüketmeyiz. Aradan mutlaka güzel şeyler çıkar.
Ama...
İttihat ve Terakki Cemiyeti'ndekiler durumu fark etmişlerdi ama onlarda Türkçülük, Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarıyla boğuşuyorlardı. Gerçi içinde yer alan şahıslar bugün ki Türkiye'yi en güzel ve en demokratik bir şekilde kurdular ama aramızdan tek tek ayrılmaları vuku bulunca, ülkemizde sıkıntılar bitmemiş ve çoğalmaya başlamıştı. Allah rahmet eylesin hepsine. İsimlerini saymak ve tek tek incelemek isterdim ama Milli Mücadele içinde saymadıklarıma haksızlık olurdu. Ama yine de önemli olduklarını birkaç isim ile bu paragrafı tamamlayalım. Mustafa Kemal, Mehmet Akif, Ziya Gökalp, Kazım Karabekir, İsmet İnönü, Celal Bayar, Ağaoğlu Ahmet, Çerkez Ethem, Enver Paşa...
Neyse biraz ileri gidelim. Artık inkilapları yaşama zamanı.
Ne diyorduk. 'Devrim arabaları'ndan bahsediyorduk. Hikayesini anlatmak isterdim ama çok uzun bir yazı olacağını ve okunmayacağını düşündüğüm için, ayrıntıya girmeden bahsetmeye çalışarak ulaşmak istediğim yere doğru ilerlemeye çalışıyorum. Tamam benzini olmadığı için belirli bir mesafe sonrasında durmuştur. Hem de hiçbir hastalığı olmadığı halde öksürerek durmuştur. Devrimler asla bu ülkede hasta olmaz. Sadece hasretlikler çeker. !
Devrim arabalarında beni üzen düşüncelerden birkaçı, medyanın gücünü olumsuzluklardan yana kullanmış olmasıdır. Yani kısa bir sürede(4.5 ay) tamamlanan mühendislik harikası olan arabamızdan ve onun teknolojisinden bahseden yok. İşte bu yüzden gelişmiyoruz. Teşvik, ilk günden hakkı rahmetine kavuşmuştur. Hayırlı olsun ne diyelim. Zaten bunu tamamlaması gereken bir sonraki nesil ise, tank ve askeri donanma araçları üretmek yerine sağ ve sol için başka ülkelerden satın alınan türk askeri araçları ile parmaklıklar ardında filminde başrolleri oynadılar. Oyun tüm ülkede turneye çıkmıştı. Her sokaktan gençler başrollerde olmak için işkenceler çekiyordu. Sonu ?izm ile biten akımlara kapılmıştık. Üstelik akım üretmek için barajları bombalıyorlardı. Enerji yerine kimyada
geliştiğimizi gösterir belki.
Yıllar günümüze doğru akıyor.
Hala üretim yok.!
Dikkat doksanlara doğru geldik. Amerikan emperyalizminin etkisi büyüyor. Gaza geliyoruz. Ama gaz biterse, desteği Amerikan'ın kıblesi belli olmayan namluları, özgürlük diye gittiği yerlerden gaz getiriyordu. Heh tamam gazı aldık yine.
Arada kalan siyasi faciaları yazmak istemiyorum. 28 Şubat gibi. Takvim yaprağını bir türlü yırtamadığımız günlerden.
Sonra?
Yıl iki bin. Matematik bile değişti. Doksan sekiz, doksan dokuz sonra bin..
Yani arada unuttuğumuz 'yüzler' var.
Şimdi dijital devrim oluyor. Ve gariptir ki biz hala etnik kimlikler ile uğraşıyoruz. Örneğin; eleştiriyi güneşin ekseninde özeleştiriye döndürüyorum. Yazılım mühendisliği okuyorum. Ama mesleğim adına ülkeye faydalı olmak varken, hala bu yazıları yazarak vakit harcıyor ve birilerine bu derdi anlatmaya çalışıyorum. Yani üstlerden bir güç bile beni kara deliğe sürüklüyor. Bu kara delik...
Neyse argo olmasın bu yazıda.
Şimdi özet olarak biz cidden ders almak için ömür harcıyoruz. Sistemi çözüyoruz ama bunu bile doğru aktarmak için yıllarca uğraşıyoruz. Bırak sistem ne hale gelirse gelsin. Tarihi okuyalım ama önce üretim yapalım. Eğer doğru yaklaşım yaparsak , Hezarfen gibi kendi kanatlarımız ile uçmayı becerebiliriz. Başkasının kanatlarında uçarsak, uluslar arası sahalarda bile rüzgarı hesap edemeyiz. Rüzgar, Arap baharında Ortadoğu'dan esen bir şimal gibi ülkemizin üstünden Rusya'ya bile esebilir.
Yoksa bizim dışımızda havalanan tüm uçakların içinde 'Mehmet'ler' olmaz. Onların uçakları, ilk kalkışını yaptığından beri 'insansız(!) hava araçları' ile gök kubbeyi geziyorlar.
Türk mühendisleri ise önce insanı anladı.Ve sonra' İnsansız araçlar'dan önce 'insansız vatan olmaz' buluşuna geri vites koymayarak 'devrim' oluşturdular. Tek ülküleri sadece buydu.
Harika yazılar yazıyorsunuz.Bu da onlarda bir tanesiydi.Uzundu ama zaten de uzun olması gereken bir konu.Okuyanı sıkmayan mizahi bir dille önemli nokta atışları yapılmış.Örneklendirmeler verilmiş.Yazar kendi düşüncelerini de sunmuş şu tabir yerinde ise okuyucuya yedirilmeye çalışılmış.Sencer abi yazının içeriği belli zaten çok da iyi anlatılmış her şey haklısınız.Gazetelerde okuyoruz.Bir mühendis buluş yapıyor ertesi gün trafik kazasında öldü.Biri şöyle yaptı şöyle oldu oluyor.Birileri bize hala dokunuyor sanırım.Son olarak şunu da belirtiyim; Hezarfen Ahmet Çelebi ile sıratta bu konulara konuşmaya fırsatınız olmayabilir 🙂 Bu da işin esprisi.Tebrikler abi.Kutluyorum...😙👍
Yusuf Kardeşim beğenmiş olman aynı ufuktan görmüş olduğumuzdan. Elbette hayalini kurduğumuz günler geldiğinde artık bizim laflarımız kelimelerimiz değerini kaybedecek . Üretim gelsin bizim kelimelerimiz değerini kaybetsin. Ama sen ve ben bunu yapacağız. Bizler yapacağız.
Saygılar ve Sevgiler.