Uçma Defteri-2
Yine düşlerimde yorulduğum ve aydınlığın pencereme hafifçe dokunup kaçtığı bir günde tüm havalı ve kültürlü insanlar gibi elimde on iki çeşit kremalı kahvem ve kitabımla gökyüzünü seyrediyorum.Alnımın ortasına geçirilmiş olan şaplağın kıymetini bu günlerde çok iyi anlar oldum.Fark etmesem de bazen odamın kapısının çalındığını, duyduğum gürültüler beni ayakta tutmaya fazlasıyla yetiyor.Tüm babaların söylediği gibi 'Gün, bazen doğmadan da geçer.'Belki bunu söyleyen babalar değildi.Zaten bu çok da umrumda değildi.Günü doğuran kadın kadar doğurtan da önemliydi ya da hepsi safsatadan ibaretti.Laf salatası yapmayı sevdiğim kadar çoban salatası yapıp yemeyi sevseydim televizyonda sabah programlarında diyetisyen arayan elli yaş üstü kadınlar gibi zayıflama yollarını aramazdım.Aslında zayıflamanın benim için çok da önemi yok.Ruhum yeterince ince beden ve bedenim onu bile taşımak için fazlasıyla yorgun.
Yazdığım bu kelimelerden yaşımın yetmiş olduğu düşünülebilir.Doğrudur, gerçekten yetmiş, hayat canına tak etmiş.Tak, tak ayak seslerinin gürültüsü beynimi karıncalandırmaktan bir adım öteye geçemiyorken kitabımın sayfasını kahvemi hareket bile ettirmeden çeviriyorum.Steinbeck iki mevsimlik tarla işçisinin hikayesini anlatmış diyor insanlar bu kitap için.Kimle neyi konuşuyorum değil mi ? İki tarla işçisinin yaşadıkları ve dostlukları önemli değil, onların iki mevsimlik tarla işçisi olmaları önemli. Duraksıyorum ve bilmem kaç çeşit kremalı kahvemden içmeye devam ediyorum.Uslanmaz ellerim riyakarca davranıyor kağıtlara.Yazdığımın çizdiğimin haddi hesabı yok.Kağıt israfı derdi annem görseydi yazdıklarımı.Göremez çünkü ciğerlerime işliyorum her kelimeyi birer birer.Duyan sigara içtiğimi sanır, yanılır. Mürekkep yutuyorum bardak bardak. Tüm acıları koklayarak.Bu sefer unuttuklarım sonra hatırlayacaklarımın işareti olsun diye bir çentik daha atıyorum dizlerime.Çektiğini unutma ki çekeceklerin ağır gelmesin.Zaten akılsız başın cezasını her zaman ayaklara yüklemenin bir anlamı yok.Bırakalım biraz da dizler çeksin.
Sizler bilir misiniz acınızı bir ağacın dalına asmanın ne demek olduğunu? En iyi ben bilirim bir de gözlerim.Çaput gibi bağlarım her birini teker teker.Yıllanmış çınarlar bile taşıyamaz olur boynunu büker.Bendeki de salaklık.Sen acı çekiyorsun diye o ağacın ne günahı var.Zaten en büyük acıyı o çekiyor kalbi olmayan insanlara oksijen verip yaşamalarına sebep olarak.
Güle oynaya yazmayı dilerdim bu satırları.Ne yazık ki o işler pek de öyle olmuyor.Karanlığın getirdiğini güneş bir türlü örtmüyor.Geceye sevdam güneşe nefretimdendir.Acıya alışmam ise mutluluğa hasretimdendir.
Uçurtmamın ipini gevşekçe tutmuşum yine.Kaydı elimden tüm sahip olduklarım gibi.İki çift göze ihtiyacım vardı sadece gülebilmek için.Olmadı.Zaten hiçbir zaman da olmaz.Genelde gülmez mutluluğa aç insanlar.Mutlu olanlar için ise daha fazla mutluluk her zaman dolapta hazırdır.Bırakalım fazlası da onlara kalsın.Biz acının ağırlığıyla tartılalım.
Yaşanacakların önüne geçmek mümkün değil sadece acıyı kontrol edip yaşamın bir parçası olarak kabul etmek içsel huzura kavuşup mutlu olmak kişinin kendi elinde biraz da diye düşünüyorum
Günün denemesini kutlarım👑