Uçma Defteri-20
Henüz doğmamış hayallerimin altına serdiğim beyaz çarşafların griye dönmesi ruhumu en derinlerden rahatsız etmeye fazlasıyla yetiyorken Ankara ayazında göğün griliğinden aldığım ilhamla yazdığım satırların yüreğimi sızlatmasına katlanamıyorum. Biliyorum ki bu sızıntı öyle kolay bitmeyecek, her ne kadar mutlu olduğumu sansam da güneş benim yüzüme dönmeyecek. Kocaman alnım berrak bir nehir gibi parlarken, üstüne tanrının çizdiği kader yerini her zaman kedere bırakacak. Ağaran saçlarımı konuşmam gereken günler hiç gelmeyecek çünkü ruhumun ateşini söndüren bu rüzgâr solmamış hiçbir şey bırakmayacak. Issız bir gecede yoluma sokak lambaları çıkmayacak ya da ben hiç görmeyeceğim annemin bana hazırladığı sabah kahvaltılarını. Uyumaya korkacağım çünkü rüyalardan saklanacak bir yerim kalmayacak. Eski günlerimi özlemeyeceğim daha fazla çünkü özleyeceğim eski günler hatırımda değil. Çok konuşmayacağım bundan sonra, eğer bir kelime fazla konuşursam adımı hatırlatacak insanlar bana. Unutacağım umutlarımı, adımı Umut koyanı.
Pek çok ağlayan insan gördüm karşımda. Kimi sinirden, kimi hüzünden. Sevinçten ağlayanı görmek pek nasip olmadı, sevinçten ağlamayı yaşamak zaten imkânsız. İşte bu yüzden sarsıyorum bulutları. Tanrı güldüğümde yağdırırsa yağmurları, anlarım belki mutluluktan gözyaşı akıtmayı.
Kuytu, köşe, bucak. Sahi, bir yer yok mu karanlıktan saklanacak? Nereye kadar gider bu yol bilmem, bu okyanusun ucu nerededir? Üşüyorum, elimi yakıyor yıldızlar. Yanıyorum, ağlatıyor soğuklar. Bir rüzgârda dalgalanıyor saçları ağaçların, bir rüzgârla yerle bir oluyor düşleri yalnızların. Bu bitmek bilmeyen döngü sona ererse bir gün, tanrıdan alnıma bir gölge isteyeceğim. Tokadını yemeden insanların, yüreklerinde kanat çırpmayı düşleyeceğim.
Şayet bir gün korkmazsam eğer, ahtım olsun. Seveceğim.