Uçtu uçtu...uçurduk kendimizi
...bilmem neye yaradı? Susup durduk. Sanki susmak çözümmüş gibi. Bazen söylüyorlar erdemdir diye.
İyi bari erdem olsun bakalım. Kilitledim kendimi. Çıtım çıkmıyor. Dahası havalar yazmış gibi yaşıyorum.
Kuru bakliyat ve kuru soğan üstelik hiç olduğumuzu da karabiberleyerek yemeye çalışıyorum. Pöh
Domuz Gribi varmış. Zaten hastalıkların başlangıcı gibi hissediyorum kendimi. Hayır yardımcı olmuyor ki...
Asıl söylemek istediklerini söylese beraberce rahatlayacağız.
Eee mutlu olan var mı? Bu çetrefilli aşk yolunda. Bir de duman yasağı çıktı. Yeterince yasaklar içinde
yaşamıyormuşuz gibi. Salaklık işte. Caddeye çıkıyorum ve şöyle ilgili ilgisiz sorularla karşılaşıyorum;
" Acaba Keçiören otobüsü burdan mı kalkıyor?" "Hayır kardeşim biraz aşağıdan..." Diğeri de şu; "Ulus'a
yürüyerek burdan kaç dakikada gidebilirim acaba?" İçimden, "Ha ******!" demek geliyor ama, terbiyeliliğim
üzerimde ve taşımaya da mecburum yani. Çaresiz, "Her halde yirmi dakika sürebilir..." "Ha iyi yakınmış!
Teşekkür ederim amca."
Amca olmak aşk için sakatlık yaratır mı? En sinir olduğum söz-laf "**-ca!" Ya her gün traş oluyoruz.
Ak sakalımız görünmesin diye değil. Saygıdan. Gelip giden dostlara ve özellikle süpriz yapanlara
karşı. Andropozluk başlangıcı varmış. Dalıp dalıp gidiyor/muşum. İlginç. Hiç böyle düşünmemiştim.
Eee aşkı mutlu yaşayan var mı? Sonbahar da kapımıza dayandı. Seyrediyorum her sabah balkonun
önünde ki çağla ağacını. Üşüyecek çok üşüyecek yakında. Sonra yağmur zamanları var değil mi?
Tuttum o sağanağın altında Kızılay'dan eve kadar yürüdüm. Yirmibeş dakikalık yolu altmış dakikada
yürüdüm. Kime ne ıslanmamdan! Belki sinirden ağlayamadığım için ıslanıyordum kimi ne ilgilendirir ki!
Eee daha ne var ne yok? Valla gördüğünüz gibiyim. Bol bol hikâye okumaya başladım. Kuru soğanı da
sevmeye başladım. Kararıma gelince ilginç bir karekterim var ve en azından yazarak konuştum.
Demek ki henüz bitmemişim. Hayır andropoz için ne işim var beyin sakinleştiricide.
Aşkı mutlu yaşayanları kıskanıyorum...