Üçüncü Savaş - 2
2. ve 3. Dünya savaşı, şekil ve eylemini değiştirmişti. Öznel polarmalı sathı mailler cepheleşme alanı idi. Yani bir ülkenin hem özneldi hem nesneldi sathı maili hem o ülkenin hem de Dünya emperyallerinin ortak alanıydı. Sathı mail alanı ülke, emperyallerin vermesi gereken kavgayı; özgürlük adına, demokrasi adına veriyorlardı!
Emperyalistler şartların bu yönü ile hem oluşmasını, hem de seyredişini gidişini biçimliyordu. Artık 3. Dünya savaşının bir koalisyon gücü vardı! Bu gücün elinde dişe dokunur ama sömürü ruhlu paylaşımları kamufle eden, ülke maillerine uygun bir öznel devindiricileri de vardı.
Bunlar, sömrülen ülkelerce bayrak yapar denli kabulü çok olası söylemlerdi. Emperyallerin, dizayn edecekleri ülkelerin konjonktür yapısına çok uygun nizalı müdahalelerdi. Söz gelimi, kimyasal silahları vardı! Yin bu pelesenklerden bir diğerleri de; uzun menzilli silahları vardı! Nükleer silah yapıyorlardı! (Başta kendileri gibi bu tür sahipliği olanlara da hiç ses etmiyorlar dı.) Demokrasi ve insan hakları yoktu, gibi terenelerdi.
Bu gibi bahanelerle emperyalistler o ülkelere giriyorlardı. Ve olmayan silahlar da gün yüzüne çıkınca; 'demokrasi getiriyoruz' diyerekten, bu yalancı yüzsüzlüğü sürdürebiliyorlardı! Bahaneleri; hak, hukuk ve demokrasi götürmek, gibi sakızlardı. İttifak, Dünyaca sindirilebilir, kendilerini dünyanın gözünde haklı kılar oluşla ve kendisini meşru aştırabilir olan; bu tür söylemlerin ittifakını başarmıştılar!
Koalisyon güçlerince dile getirilen öznel amaç da nedense, hep Orta Doğu gibi şimdilik alenen bilinen enerji koridorlarıyla ilişkiliydi! Burada ters ve yanlış olan bir şey yok. İlk çağlardan beri yağmacı ve talancı olan yaşam biçimi; bugünkü yağmacılığını, günümüz koşullarına denk olurun, değişip dönüşen kamufle biçimiyle, kamufle olanın evrimsel kullanımıdır. Yani demokrasi ve insan haklarını götürme, bahanesi olan, isim değişikliği adı altında, olup bitenler; aslında hep süre gelen enerji sağlar olmanın vesile nedenidirler.
Savaşların geçmişten beri, ekonomik olması, yağma olması; asıl amacı hiç değiştirmemiştir. Ekonomik ve talancı olan savaşlar da, disiplin er bir deyişle; "enerji sağlamadırlar". Sağlanan enerjinin de, sağlayanlar tarafından rahatça tüketilmesidirler.
Efendilerin öznel tarzları da, gelişmenin dinamiğine uygun girişmek zorundaydı. Artık olup bitenler içinde; bir Birinci Dünya Savaşının ve bir İkinci Dünya Paylaşım Savaşının, kendilerine özgü, mekanik devindiricilerini görmezsiniz. Bunun yerine, 3. Dünya Savaşı gibi görünüştü bir sözde demokrasi ve insan hakları ve özgürlük ve çağdaş hak hukuku, sağlar olma gibi bir genel kabul edilirliğin, sömürgeci ülkelerin yüzlerine tuttukları ikna edicilikti! Aslında bu müstevli mantığının olgunlaşışlarıydı. Simdiki sürekli bir koalisyon ittifakı olan güçler; eskiden beri talancı, yağmacı olan çapulcu mantığı sürdürür olmanın, günümüzdeki versiyondu berdevamıdırlar.
İkinci Dünya savaşından sonraki okyanus ötesi gücün, kendi konum ve gücünü korumaktan kaynaklı gel git yapan, yalpa yapışlı dinamik hareketleri; dünya denizlerindeki filo güçleri (bizim için 6. filo oldukça berbat bir anı çağrıştırıcıdır), bu kabil çeşitli deneyimse gelişmedirler. Nato, Birleşmiş milletler, çekiç güç gibi bir yığın oluşumların, şimdiki nitelik almış seyir edişlerle, görünüş şekli ile de "Koalisyon güçleridirler".
1946'ların "Özgür Dünya" naraları, Dünyaya bir şey verememişti! Ama semeresini efendiler yemişti. Söylemin öznel cazibeler yaratan anlamı, birden eskimiş, açığa çıkmış, içinin boş olması görülmüştü. Bu içi boş olan sloganlar, öznel kamuflaj değişmeliydi. Bizim gibi ülkelerde, 1960'lar da 'komünizmle mücadele dernekleri kurulmuştu!' Yeni yükselen öznel değerler buydu! Bunun kofluğunu anlamaksa bize, hayli pahalıya mal olmuştu!
Zaten bu söyleme dek kofluğun, anlaşılmaya başlanmasıyla birlikte, kofluğun kokusu etrafa yayıldıkça (bilinç eşildikçe), yeni tedbirleri, ortaya konmuştu. Bu tedbirler de, aynı uluslararası sermaye ve aynı uluslararası anamalcı sermayenin gücü için bizdeki, hizmet edicisi ' yeşil kuşak teorisidir'. Öyle ki bu yerli işbirlikçi teorisyenlere de sorarsanız, konuşursanız; bu komünizmle Mücadele Dernekleri de, yeşil kuşaktı proje erbapları da; uluslararası sermaye gibi tek yanlı, sömürü ilişkilerine de karşıydılar(!)
Bunlar tam bir sol gösterip, sağ vurmanın bilmezlikti, tekerlemedi mantığıydı. Tutulan yol toplumsa bilinçle bağdaşır bir yol olmamanın, şartlanımış bilinçsiz bir kaba güç güruh tutumuydu. Bu da, karşı kutuptu gücün (ki bu da kapitalist plan, proje oyununun bir başarısı olsa gerek) kendisini dağıtmasıyla, sömürücü güç hemen yepyeni bir yükselen değerleri derleyip, topladı. Sürecin akışıyla şekillenmesini ortaya koyacaktı. Bu yeni oyuncak, dillere pelesenk süreç "ılımlı İslam" dı. (Bkz. Kurtuluşun felsefesi)
Biz de, bu sosyal mantıki güdümler içinde kendimize payeler çıkarmanın naralarıyla efelenecektik! Biz kendi payımıza, uluslararası sermaye için oldukça başarılı mücadeleler verdik. (Gerek komünizmle mücadele derneklerimizle, gerek Ilımlı İslamımızla bunu iyi başardık!) Yine ilkel etnik bir inançtı öznel argüman olmaktan öte gitmeyen, toplumsa alt yapılı uygulayımı olmayan; bilinç dinamikleriyle, bu sömürü ağını bilmezce destekledik! Bu savunular, savunulmayan; içi boş, saçmalama takım mantığı olmaktan öte bir şey değildiler.
Biz de, bunun kamuflaj olan savunulması vardı! Bu savunma; ?masaya oturmak',' eş başkan olmak' ve ?Ortadoğu yapılanması içinde öncü rol oynayarak',' söz sahibi olmak' gibi ezilen ruhlu efelenmelerin caka satmasını bol bol yaptık!
Uluslararası sermaye kendi sürecini; uluslararası koalisyon güçlerinin (!) taktik ve amaç değişikliği ile dünya paylaşımlarını, yeni olgular ışığında yapılandırıyordular. Yani bizler; bir üçüncü Dünya savaşına dek sürecin, tam da sürer biçimiyle içinde iken dahi; olası bir üçüncü Dünya savaşının; yine olası senaryolarını sayıp döküyorduk! Süreç ise kesikli (taktik değişimli) ve sürekli olmanın gerçekliği ile zamanı akıtıyordu!
Bizden yana, hamasi bir söylem olan, ılımlı İslamcın da kofluğu ortaya çıkmıştı. Şimdiki süreç, sanki bir aslan terbiyecisinin (müstevlilerin)aslana (dinamik ama geri bıraktırılmış ülkelere) demokrasi (!) götürmesi gibi idi. Nasıl aslana verilecek tutumla amaç, aslanın üretim, tüketim hareket mantıklarının kendi olgunlaşışlarından yoksun kılınışlarıyla, aslanı şartlı refleksti güdümlemektir. İşte emperyalistin gayretleriyle; istila olunan ülkelerin demokrasisi inşa olmayacaktı. Ve demokrasisinin üretim, tüketim gibi girişendi, hukuki dayanakları ve üretilenlerin paylaşımları gibi dayanak düzen ilişkisi ayaklarından yoksunluğu olan bir demokrasinin, hak, hukuk ve özgürlükleri (!) götürülmekteydi!
Şimdilerin eperyalistlerin demokrasisi ve emperyalistlerce demokrasi götürülmesi, bir fitne idi. Sosyal, öznel, halktı etnik kimlikti yapının üzerinde oynaşılıyordu. Oysa etnik yapı, tarihsel gelişim ve bileşim süreci olacakla sembol eşen tek başına ilkel bir yapıdır. Süreç içinde bileşen unsurun tarafları olan her birine, bin yılların yalın ve nicel süreç azınlıkları içine, yeniden kimlikler tanımanın halktı anlayışlı olan nifakı sokuluyordu. Bu etnikti gericilik güya, yükselen değer olmasıyla; neşvü nema buluyordu!
Bunun da diğer misyonlar gibi kendi içinde kapalı olmayan, açıktan bir uluslararası sıkıntısı da vardı. Bu garabetin töhmetini, her emperyalistler gibi ve gelişmemişler gibi biz de taşıyorduk! Aktörlerde sıkıntı yoktu. Ve bu süreç bizde, tek yanlı, düşük yoğunluklu, kontrollü bir mekanizmayla sürüyordu.
Sürecek