Üçüncü Savaş - 3

3-] Hâlbuki, toplumsal üretim ve toplumsa tüketimlerinin teknolojik araştırma geliştirmesini henüz tam olacakla düzenleyememiş ve bu iliş kinliğin bağıntılarını örüntü eşememiş toplumlara siz; hak, hukuk ve demokrasiyi, nasıl götürürdünüz? Aç ve parasız, pulsuz insanların; demokratik hakkı olan söz gelimi gezip görme gibi bir hakkı, gezip görme gibi bir hukuka denk düşer seyahat etme özgürlüğünü nasıl oluştururdunuz?

Söz gelimi, kişi başına 50 000 dolarlık yıllık gelir dağılımı olan ve bol enerji tüketimi olan, İsveçli bir yurttaşın hak, hukuk, özgürlük gibi demokratik sağlayıştılarını kıyasladığımızda; "şimdiki verimli enerji kaynakları üzerinde olup da, sözde ehli eşme götürülen sömürülen toplumlara; gelir dağılımı olmayan yerlere; gelir dağılımlı, ilişki düzeni olan demokrasiyi götürülmekle " bu yücel cim nasıl sağlanacaktı?

Ya da kişi başına yıllık geliri elli bin dolar olmayan toplumların hak ve demokrasisi ne kadar olurdu ki! Zaten olacağı kadarla, halkçı tavırların; toplumsa tavır gibi cirit attığı ve mezhepti çatışma ve kıtallerle orta da değil mi? Bu demokrasiler (!) yıllarca, koalisyon güçlerince, yönetimlerle işbirliği içinde oluşla, korunup desteklenmedi mi? O zamanlar bu ülkeler, söz de çok mu demokratik düzey ve düzlemin gerekliliği olan düzlemse, hak ve hukukunun içindeydiler?

İkinci Savaştan bu yana Dünya konjonktürü değişmişti. Saddam'la, Kaddafi ile Mübarekle, Esadlarla, Kral Fahdlarla, Kral Hüseyinlerle kol kola olan güçler; şimdi onların anti demokratik olması karşısında şerefli(!) bir demokrasi mücadelesi içindeydiler. Bu şerefli (!) mücadelenin kapsamı, kimleri içine alır; bu mücadele, nereye kadar sürer olurdu, bilinemezdi.

Söz gelimi üç beş çürük her yerde olur. Bu kurumun tamamı değildir oluşlarıyla kötücü edilene sahip çıkışla; bu gibi denişleri dilli düdük edişle, güvende oluş gücünüz yıpratılıp, zayıflatılır! Silahlı gücünüz, boş verilmişliğe angaje edilebilirdi. Toplumun insan yapısı içinde çürüklükleri, elbette olurdu. Ama bunların hayati önem derecesine göre müsamahası da olmazdı.

Toplumda böylesi çürüklükleri önce alayı vala ile yaş olanın ağırlığını kuruttuktan sonra, tutuşturması çok kolaydı. Toplum içindeki demokrasiler; yönetimi ve yönetilmeyi tüm nimet, külfet olacaklarıyla, paylaşılmaydı. Paylaşımların, her birsi kendisine özgü sınırlılıkları içindedirler. Demokrasiler ülkelerin kendilerine özgü, kendi iç üretim ve paylaşımını yapan çeşitlilikle bir düzenlemeler oluşuyla; paylaşan tutumdurlar. Ve eş güdümlü güçler ayrılığı ilkesi dışında; hiç bir alt kurumlar üst kurumların eşiti dengi ve üstü olamazlar. Değişen, gelişen yeni biçimlerle, yeni değişme ve yeni düzen eşmeler; her alan için mukadderdir.

Olan şuydu. Biyolojinin ortaya koyduğu temel ihtiyaçları (yeme, barınma, güvende olma, kararlı bir yaşamın sürdürülmesi gibi ) sağlayışlarınız vardı. Enerji sağlayışlı bir düzen ilkesi içinde olunmayla, sosyal ve toplum sal yapılarınız gerçekleşiyordu. Tarihin başlangıç koşullarından beri, enerji sağlayış yollarından biri olan yağmacı, ganimetçi gibi amaçla örgütlenme içinde oluşla meydana çıkış şekliniz, bugünkü sömürü dediğimiz, emperyalist tutum lanışın, ayağıydı.

Sosyal yaşamın içinde, halkçı oluşumlarla, halk olmanın bir özelliği beliriyordu. Diyelim nicel birikişle 6-7 kişilik bir topluluktu grup oluştu mu, topluluk üyeleri; topluluk amacı doğrultusunda rekabetçi oluşla ve bir dinamiklikle yarışıyorlar. Bu gruba egemen oluş isteği ve kendini gösterme isteğinin kıyasıya bir mücadelesiydi. Bu mücadele; akıl koyar olmanın bilinçli bir uslamlama düzenini, çok hızla geliştiriyordu.

Ancak bu kişilere dek nicel birikme 6-7 kişilik kritik yoğunluğu aştı mı, durum yepyeni bir soyut güçtü, önlenemez bir durumsa bir özellik kazanıyordu. Kişiler böylesi bir grup içinde davranışça sanki belli bir aptallık düzeyine inişle davranışlar gösteriyordu. Bu bir sürü psikolojisi idi. Yağma, yakma, yıkma, kıtal tahrip ve kendinden geçişti cezbeler bu aşamayla kontrolsüzce gelişiyordu. Bu beyni (önderi)olmayan halksa kalkışmanın, çapulcu görünümlü oluşla birinci bir verimsiz yanıydı.

Halksa kalkışmanın ikinci bir verimsiz yanı vardı. Halk toplumdan gelen üretim gücünden yoksundu. Bu yüzden halk eylemleri yine tahripti yakma, yıkma ve ağız köpürmesine dek varan bir coşku içinde oluyordu. Halktı yığılmalar, güruh içinde, düzey indirgenmesi ile daha önceki gelişme basamaklarına doğru kolayca çözülüşlerle dönebiliyordular.

Toplumun bireyi olan bir sağlık çalışanları veya pilot bireyleri veya toplu taşıma aracı sürücüleri vs. boykot türü, iş bırakma eylemleri yaptığı zaman, üretimden gelen güçlerinin etkilerini, toplumun otoritesine ve toplumun öznel oluşmalarına duyurtabiliyordular. Böylece toplumun bireyi, normal halde, yakıp yıkmaya yönelmeden, taşkın olmadan, bir uzlaşmaya oturuyordular.

Oysa halk tanımlaması içindeki tanımlardan birisi de, halkın çeşitli nedenlerle toplumsa bir üretime katılmayan kişiler kümesi olmasıydı. Halkın üretimden gelen gücünün olmayışıyla yani halk üretimden gelir olmayan, birey olmanın soyuttu ve somuttu güçlerini kullanamaz oluşları vardı.

Halkın içine, toplumda üretim yapan topluma dek bireylerin de katılması ile bireyler davranışları da, halklaşır. Çünkü halk yaşamı içinde toplumun kurumları ile bireylerinin reaktifce işlevle şen nesneldi alanları yoktu. Bu yüzden halk içindeki bir pilot, pilot oluşa dek birey eşmesini yapamaz.

Doktor da, operatör eşleşmesini ya da toplum içinde tetkikçi bir analizle yetenekti birey tanı aşmalarını yapamaz. Bu nedenle, toplumun bireyleri de, halk içinde; zorunlu bir halk kişilisi olma davranışı içine, yansırlar. Bu yüzmeyi bilir oluşla, deniz olmayan yerdeki sizin; aktif eşmeyen, ortaya çıkmayan tutumunuz gibidir.

Bu iki özellik halk hareketi içinde bilinçli bir yöneten, rota tutturan, liderci bir beynin oluşmayışıyla birleşince, halk hareketleri bir devrim olmaktan çıkarlar. Şimdi, Libya, Mısır, Cezair, Suriye, Afganistan, Irak gibi yerlerdeki halk hareketleri diye gelişen durumları, bu yazı içeriğinin yansımaları ışığında kendi kendimize tekrar değerlendirdiğimizde, ufki düşünülü yeni oluşumların akli kontrolleri oluşacaktır.

Şu da bir gerçektir ki, her yol yürünmekle er geç kendisine bir çığır açar. İş bunu akıl etmeye kalır.

10.04.2011

22 Mayıs 2011 6-7 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar