Uçurtmalarına Fırtına Alanlara Yırtılmalar Hediyemizdir.
Bazı zamanlar dağılırdım. Gölgeler huyumu bilirlerdi. Yüzümü yükseklere doğru batırdığımda, yüzümü bulandırmaya çalışan aşağılar gelirdi aklıma. Oysa ben bütün berraklığımla bulutları terk etmiştim. Onlara değmemek için, düşlerime doğru bastırmıştım sıcaklığımı. Aşağıların kırağıları yaşattıkları dönemlerde, ellerimde körelmiş adımlarıyla yürüyen soğukları biliyordum. Üşümelerim ruhuma yapışıp, güneşe doğru gidiyorlardı. Yer çekiminin hikâyesini anlatan elmanın kemik sesine değiyor gibiydim. Yüzüm buruşuk fırlatılmış bir kâğıt gibi bana bakıyordu o ara. Simsiyah kâğıtlara düşlerimi okuyanların aralarındaydım. Beni uyku sananlar karbonlu aracılardı. Demirbaşların oyalanma mesailerinde zamanın hiç bırakmaları ve onların ıslak havzalarını bulamayanlar, bulunamayanların ta kendileriydi.
Ketum bir zulümdü bazı kâğıtlar. Duvar yazıtları ise, düşen harflerinin korkularıyla; altlarına kaçırdıkları cümlelerini tarihin bir yerlerinde tutmaya çalışıyorlardı. Suya ve sabuna dokunan bütün kâğıtlar biçareydiler. Fakat her şeyin soyulan kokuları vardı. Bazı kâğıtların, morg odaları gibi kokmaları bundandı beklide.
Seni yürürlüğe koyduğum zamanlardı bunlar. Gözlerim isyan resimleri çizdiğinde bulutlara, sıkışıp damladığın mevsimleri arıyordum. İşimin köleleştirildiği ve ellerimin yokuşuna doğru yürüyen balyozlar, beni ekmeğin yer çekimiyle ağırlaştırdıkları zamanlardaydım. Okuduğum en dağınık kitap kalbindi belkide. En soluksuz yerinde donup kaldığım, kanını sel suları gibi göndermelerindi yaşamlara.
Bazı zamanlar dağılırdım. Şarapnel paçaları gibi soğurdum sonra köşelerin diplerinde. Bütün etrafımdaki kâğıtlar delik deşik okunurlardı. Sonra onları yapıştırıp birbirlerine uçurtmalar hazırlardım fırtınalara. Sonsuz gökyüzüm bir tek sen kalmıştın çünkü. Yırtılmalarım hediyelerindi.