Ulu Çınar Babama
Ulu Çınar ''Babam'a''
Bir garibim bu gün ne geçmişte ne bu gündeyim. Kökünden ayrılmış ağaç gibi asili kalmışım toprağın üzerinde. Sana ait eşyaları dağıttılar bir gün, ne kolay dağıttılar. Hiç olmamış, üzerlerine titrememiş, tozlarını almamışsın gibi. Telefonuna dokundum; yeşil telefonuna, bununla kaç acı haber aldın bilmiyorum. Kaç gece sabahladın başında; parmaklarının izi, ellerinin kokusu her karesinde. Cigara tabakanı, gözlüğünü, muhtar çakmağını ben aldım. Şiirlerini bulamadım, 'taş plaklarını kırmıştılar, gözlerinin önünde modası geçmiş'' diye. Biliyor musun babam onlar antika şimdilerde, gramofonun kardeşimde, radyon abimde, Dengbej'lerin ülkenin her yerinde. İçim acıyor her fatura gelişinde, ismin yaşıyor ama sen yoksun. Aldın sesini, gülüşünü, gözyaşını geçtin karşı tarafa. Hiç rahat etmedin babam bu dünyada, umarım ödülün çok olur ebedi mekânda. Ağarmıştı o gür saçların evlat acısından, sararmıştı parmakların sigara dumanından. Sebebini biliyorduk... Dur demedi hiçbirimiz, diyemezdik, yüreğin yaralıydı. Uzun uzun bakardın gittikleri yola, vuslatı bekleyen aşıklar gibiydi bekleyişlerin, gün saymaların...
Aslında içimizdesin, görür görmek isteyen: Sesin kulaklarımda, kirpiğin gözlerimde, öğütlerin beynimde, yaran yüreğimde... Ah ulu çınar; elbiselerini dağıttılar sevap diye ama o elbiselerin uymaz ki hiç bir cüsseye. Giyinmeleri için sahip olmalılar seninki gibi bir yüreğe. Anlattılar tabut dahi yokmuş sana göre, uyduruk bir şeyler yapmışlar o dağ gibi gövdene. Sahi babam sen dağ gibimeydin yoksa öylemi gelirdin gözlerime? Bilmiyorum babam bilmiyorum bildiğim tek şey özlüyorum. Akasya ağacının altında durdu bir süre ahşap masan, sandalyen. O dünyaya değişmediğin küçük meyve bahçeni korudu annem, sen varmışsın gibi direndi. Ama senin yokluğun büktü belini 'ulu çınar gitti benim nazım bitti,'' dedi ve durdu. Ah babam ah; senden sonra kan beynine vurdu, mahkum oldu yatağa. Gözleri kapıda ve sana kavuşacağı günü bekliyor. Hatırlıyor musun hani bir gün hastalanmıştı annem? Sen bir defter dolusu şiir yazmıştın onun yokluğuna. İyi ki görmüyorsun bu hallerini babam, çıldırırdın yoksa...Annemin hastalığına yanlış teşhis koymuştu doktorlar ve yanlış ameliyat yapmışlardı, hatayı düzeltmek için tekrar yeni bir ameliyat dediler. Sen daldın doktorun odasına: 'Şunu bil ki doktor, hayat arkadaşıma bir şey olursa, dünyayı dar ederim sana'' deyip vurdun yumruğunu masasına. Bir şey olmadı babam çünkü sen vardın arkasında...
Şimdi sen yoksun ya; hali perişan, hali darmaduman. Gülen gözleri, edalı tavırları artık yok. Yüzünde kocaman bir masumiyet asili; utanıyor, çekiniyor... Sen bir kere öldün o günde bir kaç defa ölüyor. Tutmuyor elleri, götürmüyor ayakları, donuk donuk bakıyor o ceylan gözleri. Söyledim ya babam iyi ki görmüyorsun bu hallerini oysa ne çok isterdi kollarında ölmeyi...
Nimet Öner