Umutlarına Kar Yağmayan mı Var
Yağmıştır,hem de öyle bir bir yağmıştır ki...donan buz parçaları, mavi göklere özlemle hasret duymanıza ve hayal kırıklıklarına düşman olmanıza neden olmuştur..siz istediğiniz kadar, her şey yolunda deyin..hatta yolundan şaşırmayan ırmak misali ,yaydan çıkan ok misali rüzgara aldırmadan giden bir hayata sahibim deyin, farketmez...ben, yine de yağdığını inatla ve cedelleşerek, sanki bir çıkarım varmış da onun mücadelesini veririyormuşum gibi, savunmaya bıkmadan devam edeceğim..
Pekii, neden bu ısrarım...çünkü, üzerime yağan fırtınalı ve ayazlı karların, sadece benim için o kadar yolu kat ettiğine kendimi ikna etmekte zorlanıyorum... Madem herşey arıların damıttıkları bal kıvamında sizin için, öyle diyorsunuz ya...öylesyse cevaplayın bakalım mutluluk pınarları...hiç buğulanan camlara, kimselere gözükmeden hayallerinizi yazıp sonra da parmaklarınızla karalamadınız mı...hiç dolan yaşlı gözlerinizi gizleyerek duvar kenarlarında göz damlalarınızı toprağa damlatmadınız mı...hiç, bir peçete satan çocuğun olmayan geleceğini bir an için düşünüp de bir peçete almak istemediniz mi...ki onların sesi kulaklardan beyne giden acı deresi gibidir...ne kadar diye sorduğunuzda...ne verirsen abi, abla,amca, dayı..derler...burası çok acı ve insanın yüreğini burkuyor , eminim sizler de böyle düşünüyorsunuz... sözlerime birkaç kırık döküğünden daha ekleyelim mi...
Hiç,mahpus damlarına -dışarıda da yaşasa onun için fark etmeyecek olanların - birkaç yaşındaki çocuklarına teller ardındaki o çaresiz bakışlarını bir yerlerde görüp de, elinizin tersiyle, akmaya aday damlalarınızı daha pınarından kurutmadınız mı...bunlar başkalarının bize yansıyıp da ruhumuzu dondurduğu misallerdir...bir de bize ait olan hiç kimsenin kapısını aralayıp da sormadığı, sorsa da bulamayacağı gizemli hüzün bahçelerimiz vardır...
Hiç aç kalmadınız mı...kuru ekmeğin kokusunu metrelerce öteden seyretmediniz mi...hiç, bağrınız yanmadı mı...yani annenizin, yanınızda ölümle mücadeleyi kaybettiğini görmediniz mi...babanızın kalp krizi geçirip de hastanede yattığını, ölümle yaşam arasında olduğunu küçük yaşınızda ta derinlerden yaşamadınız mı...
Ya da hiç,vedalaşmadınız mı...ayrılmanın ölüm olduğunu bilerek ve bildirmek isteyerek...şehirlerarası terminallerde size ellerini sallayan babanızdan, gözü yaşlı annenizden ayrılmadınız mı..hiç,simit satmadınız mı...hani şu, sabahın beşinde de fırından çıksa, gecenin on ikisindeyken: abi yeni çıktı..sıcak sıcak demediniz mi...kuruyan simit ve poğaçaları yumuşatmak için naylonla kaplayıp güneşte gezinmediniz mi... ıslanmış ayklarınızla son kalan simitleri de satmak için, soğuk tepsiyle rüzgarla dalga geçmediniz mi... ya da daha okulçağının yarısına bile gelmemiş biriyken,bir ayakkabı boyacısı olarak paranız az olduğu için, en kalitesiz boyaları iyi kutulara doldurup da iyi markaymış gibi, beyazlığı belirsiz yalanlar söylemediniz mi...parmaklarınızın arasına cila ve boy karışmadı ve o karışan boya sizi okulda yerin dibine sokmadı mı...bilmem kimin kokan ayakkabılarına, kalem tutacak olan ellerinizi, susamışların derin avuçlarını suya daldırması gibi daldırmadınız mı...
belki yaptınız belki de değil...ama zaten üzerlerimize yağan kar bunlardan ibaret de değil ki...bunlar sadece sabah soğuklarının bitkiler üzerinde bıraktığı krağı demetleri olabilir...