Üniversite Yaşantısı ve İletişim
Böyle bir metni neden gerekli gördüğümü düşünebilirsiniz, ama bunun bir cevabının da olabileceğini aklımızda bulunduralım. İçeriği özet geçersem, üniversite denen kurumun bizleri nasıl biçimlendirdiğini, aldığımız eğitimden ziyade esas olarak üniversite yaşantısının bizlerce ne ölçüde içselleştirildiğini açıklayacağım. Daha sonra, üniversitenin bizlere ne kattığını açıklayacağım. En sonunda da adına iletişim dediğimiz kavramın üniversitede format atılarak iletişimsizlikle özdeşleştiğini anlattıktan sonra, öğrenci ve kurum iletişimini ele alacağım. Bitişte ise, arkadaşlık duygusundaki kopuklukları belirtmeye çalışacağım.
Ülkemizde özellikle kendini daha rahat ifade etmek ve alt kategoriden orta seviyeye geçmek isteyen her vatandaşımız, üniversite eğitiminin bir zorunluluk olduğunu çok derinden bilmektedir. Ve bu aşamayı geçen her birey, lisans eğitimi için mecburi olan üniversite kurumlarına adım atarlar. İlk başlarda meslek kaygısı ve geleceği garanti altına alıp devlete sırtı dayamak adına gerçekleştirilen bu eylem, kurumun içine girdikten sonra farklı anlamları içerecek şekilde genişleme gösterir. Ben de işte bu sürece odaklanmayı kurguluyorum.
Dışarıdan bakıldığında çok farklı gözüken bu 4-5 yıllık süreç, gerçek anlamda bizleri kendi mayasıyla yoğurmaktadır. Bir kez katıldıktan sonra hiç kimse geriye gitmeyi düşünmez. Artık ülke meselelerini konuşmaktan korkmaz, bilmediği birçok farklı konuyu anlamaya çalışır. Aslında bütün ve türdeş zannettiği toplumun o kadar da homojen olmadığını fark eder. Aşırı karşıt kesimlerin de aynı sırada, aynı konuya çalıştıklarını ve bunun da o kadar sorun olmadığını kavramaya başlar. Kültür seviyesi kesinlikle daha ileri gider; hiçbir şey yapmasa ,tembelliği içselleştirse dahi, okulu bitirmesi gerektiğinden yine bir şeyler öğrenebilir.
Yalnız, öğrendiği şeyler bilgi hazinesini geliştirmekle beraber, yanlış yönlere de adım attırabilir. Belli bir düşünce sisteminin fedakarlığını üstlenebilir. Belli konularda fikirleri netleşmiştir ve ikna denilen uygulamayla bu düşünceye yarım adım dahi adım attırılmaz.
Bu kadar resmilikten sonra biraz da yaşantı kavramını anlamamız gerekmektedir. Burada, hayat farklıdır, rüzgar bile kulaklarınıza rekabeti üfler. Çalışmazsanız, tembellere özgü bir eziklikle yaşamak zorunda kalırsınız. Fakat çalışınca da mutlaka adınız inek olur. Bu kavram artık olumludan ziyade olumsuzlukları da içermeye başlamıştır. Yani kimseyle bütünleşemeyen, kendi kabuğuna çekilmiş ve tek yöne bakan ayaklı kütüphane olarak bilinir bu bireyler.
Üniversitede eğitim bizlere çok şey katar, fakat bilgide ne kadar derinleşsek de cehaletten kurtulma durumumuz tartışmaya açıktır. Zira günümüzün cahilleri genelde kalem tutanlardan çıkmaktadır. Bildiği yanlış da olsa inatla sürdüren fikir çaresizleridir bunlar.
Üniversiteyi hayata hazırladığı, soğukta da sıcakta da üzerinize yorganı annenizin değil de kendinizin örtmesi gerektiğini kavratan yer olarak bilmek gerekir. Üzgün olduğunuzda samimi kimseler bulamazsanız, okulu hapishaneden farksız görürsünüz. Burada yaşantı size aittir. Kendi muhasebenizi tutmak zorunda kaldığınız mekândır üniversite.
Şimdi de iletişimden bahsedeceğim. Bu konu iki ucu yanan sopadan farksızdır, çok da önemlidir. Öncelikle kurumla olan iletişime bakalım.
Bu iletişimin adı iletişimse soyadı resmiyet ve dokümandır. Buna iletişim demekten nedense utanıyorum. Bir öğrenci okula adım attığı anda itibaren imza atmadan bir gün dahi geçirmez, evrak ve mürekkep kokusu samimiyetsizlik kokmaktadır. Her şeyi gününde yapmak zorundasınızdır; yoksa ya döneminizin uzayacağı tehditkar anlamda size hissettirilir, ya da okuldan kalırsınız denilerek bu çarka dahil edilirsiniz. Bir bardak su için de olsa, sıraya girmek, saatlerce otobüs beklemek de kurumun zorunluluklarındandır. Bir işlem yaptırmak zorunda mısınız...o zaman o günün sporundan kurtulmuşsunuz demektir. Çünkü işlemleri her nedense bitiremezsiniz; uzadıkça uzar. Çoğu öğrenci bu yüzden sinirden saçlarını yolmayı da ihmal etmez. Donuk yüzlü bu memurlarla muhatap olmanız gereken bir gününüz olmuşsa, akşama kadar o günden bir tat kalmamış, işleriniz de rast gitmemiş demektir. Çünkü pozitif duygularınızı yağlı bulaşık kağıdı gibi çöpe atarlar.
Gelin biraz da dersten kalma korkusu taşımadan hocalarımızı da eleştirelim mi...Bu yüzden dersten koyacaklarsa geçirmeleri hata!... Evet sancılı bir konuya geldik.. Öğrenci özellikle ne yapacağını bilmeli, bütün kurallara uymalı, ne söyleyeceğini-tek kelime dahi olsa- bir gün evvel düşünmek zorundadır; yoksa ya sınıfta yerle bir edilecektir ya da altı aylık uzaklaştırma denen komikliklerle karşılaşacaktır. Öğrenci hangi hocaya nasıl davranacağını öğrenemezse, her gün arkadaşlarının yanında yetim çaresizliğiyle dolaşır. Birinci sınıfta kişiliğimiz güzelce bir Kayseri pastırması gibi ezilir, zira haddimizi bilmemiz gerekmektedir. Sınıf atladıkça hocaların daha güler yüzlü olduğunu anlarsınız... her halde ilkin konumlarını koruma korkusuyla öğrenciyi kendilerine düşman etmişlerdir. Ancak öğrencinin kafasına artık karakterler kazınmıştır, müsamaha duygusunu tehdit ve aşağılamaya evrimleştiren hocalar hiçbir zaman için içten gelerek sevilmez ;ancak, katlanılırlar; bu beni derinden yaralamaktadır. Öğrencinin gerçek değerinin iade edilmediği sürece, gerçek anlamda fikir üreten bir dahi çıkmayacaktır. Bu konu bitmez, onun için şu arkadaşlığa da gelsek mi dersiniz.
Üniversitede okuyorsanız, haftalık arkadaşlıklara, sınav haftası dostluklarına, bir gün can ciğer olanların diğer bir gün Japon robotları gibi çevresine bakmadan samimi iki arkadaşının yanına koşa koşa gittiğini görmeye alışmanız gerekecektir. Artık kimin gerçekten samimi olduğunu anlamanız iyiden iyiye zorlaşmaktadır. Bu konuda yardımlar bulunabilir ama burası müsait değil.
İnsanın neden diye sorası geliyor.. neden, ben kime ne yaptım ki bu saygısızlığı hak ediyorum... Bundan sonra ayırmalara başlarsınız. Mademki, sadece istediği zaman - dışa taşan mutluluğundan ikram ediyor; o zaman bu kişinin değeri nazarımda artık bitmiştir. Arkadaşlıklar kolay kurulmaz ama bir anda biter. Bu aynen yirmi yılda yetişen bir selvi ağacının bir dakikada kesilmesi gibidir. Ağacı yetiştiren toprak ve su fedakârlığı kavramsallaştırırken, ağacın testereyle yere yıkılması ise, kibri, bencilliği ve samimiyetsizliği çok net olarak ifade eder. Korkmayın bir şeyin sahtesi varsa gerçeği de mutlaka vardır; tozda kalmış ve okunamaz duruma gelmiş olsa da... Yoksa, onların adı sahte olmazdı, değil mi...Öyle samimileri de vardır ki bazen dersiniz ben bu kişileri hak ediyor muyum...Üzülmeyin, hak ediyorsunuz; bunların kalbini asla kırmayın. Onlar yüksekteki kar kütleleri gibi fiziksel olarak soğuk olsalar da üzerlerinde sürekli kayak yapabilirsiniz. Ayaklarınızın çamura bulaşma korkusu yoktur. Onlara haksızlık yapmayın, lütfen...
Bir de kiminle nasıl paylaşımlarınız olacağını iyi bilin . Rast gelene kendinizi anlatmayın, herkes başkalarını dinleme cesaretini ve empati yoğunluğunu taşıyamaz. Neyse arkadaşlarımı kırmak istemem, bunlar genel konular. Onun için burada bitirmek zorundayım...
Başkalarının ışığına güvenerek karanlık yollarda yol almayın; o ışıklar keskin virajlarda aniden kaybolabilir...
Üniversite hayatı diğer eğitimlerden çok farklı ve daha zengin içerikli haliyle. İnsan birden büyüdüğünü adam yerine konduğunu hissediyor. Sorumluluk bilinci, toplumsal duyarlılığı artıyor. Olaylara ilkokul ve liseden çok daha farklı bakıyor, bakış açısı değişiyor. Güzel bir deneme olmuş...👍
Gönülden teşekkürler.