Üstel Bakışla Bir Uygarlık 4

İnançların etkisine değin olan, sosyolojik sihirli ilkeleri; halkın, istenildiği zamanda dönüştürülme işini, daima başarmıştır. Halkın demode olmuş, işleyişini, ya da anlayışını; inançsal kutsal sembolik tutumlarla seremonice etmeyi ve bunun halkın dönüştürülmesindeki mucizevi paylarını keşfetmeyi, bu değerli akiller çok çok iyi bilmiştirler.

Yani inançsal ilke; ?o gelişmeyi, eski halkçı uygulamaları ritüelleştiren bir ayine çevirip, kutsal, tabu sal, bayram ilişkileri' üzerinde, meşruti bir anlayış tutum olaraktan, dönüştürmüştürler. Böyle böyle eski ilişkiler toplum dışına atılmıştır. Hem de, demode olan ve halkın alıştığı ?sosyal soyut çevre', toplumda sanki sürüyormuş gibisine, ayin ritüelleri ve bayram şölenleri olan sembolizmleri ile sürdürülüyordu. Yani değişen sosyal yapının travma tedavisini toplum inançlarla, yapıyordu. Bunu ne büyük buluş ve sezgi olduğu noktası da buradadır.

Bu yeni eksen halkı memnun ediyordu. Bu demode olan süreçler, artık tabu-rit ilişkiler boyutuyla sürdürülerekten ancak toplum uygulamasından kaldırılabilmişti. Ama olsundu. Hiç değilse inanç olaraktan, yaşıyor ve yaşatılıyordu. Halkın bu inançları, eski toplumsal ilişkiler yumağını anlar olmamız için, bize adeta kendi çözümlenir ligini içinde taşıyan formüller gibi oldular. İlk çağlardan bu yana, yasa koyucu olan inançsal saygın kimlikler, bu metodu çok iyi başarırlardı. Halk etkisinin baskı olaraktan hâkim olduğu toplumlardaki yönetimler, bu türden çözümlere, oldukça açık ve yatkındılar.

Bu yöntem, toplumun başlangıcından günümüze değin, toplumların nesnel yasallığı gibi uygulana gelen bir sosyal öznellik, ola gelmiştir. Günümüzde bile, toplumun çoğu yasaları, çoğu halktan kişilere; dinsel mantığın aktarımları ile anlaşılır yapılmaktadır. Ki bu da, bir çeşit halkın seviyesine iniştir zaten.

Ta ki kapitalist toplumlarla, toplumun ilişkileri bir iyice ortaya konana değin bu anlaşılma böyle, ezici orandaki benimsenen tutumlayışlarla sürdü. Bu sosyalce dönüştürülüşün kurumlar ilkesi, toplumun değildi, halkın dönüştürülmesi, ilkesidir. Toplum bu ilkenin şekillenmesine elbette yansımıştır. Ama toplumun kendi iç işleyiş argüman ve dayanaklarıyla tercüme edilen anlamalar, halkın sindirebileceği mantık kalıplarına dönüştürülürdü.

İlerleyen süreçte, toplumun nesnelin yasallık ilişkileri, daha da ağırlıklı belirmişti. Bu yüzden inançların kurum olaraktan düzenlenmesinin önemi şundan dolayıdır. Teknolojik kullanım yaygınlığı ve zorunluluğuyla halkın, yasal işleyişlerle ilişkilendiği dönemleri içinde; halkın bu ilişkin süreçlere; tamdan yabancı olmaları, yani yeni duruma Fransız kalmalarından ötürü kurumlaşılmıştır. Halkın bu dönüşümlerle, yeni moda işlere uyumlaştırılmasının gerekliliği de kendiliğinden ortaya, çıkmaktadır.

Ahlakçı öğretilerin kendi söylemsek nasları çok eskiydi. Bu naslar, eski toplum ilişkilerine değin hitap ederdiler. Böyle olmalarından ötürü inançların, şimdiki değer kıldıkları tabularıyla da, değişme karşısında geçmişte kalacaklardı. Yeni meşrulaştırıldıkları zemin devinmesi nedeniyle de, kendileri de, eskiydi.

Yani inançlara, gelişen güncel olayların sürekliliği içinde daima, yeni işlerlik kazandırılmalıydı. İnançlar, daima değişim içinde olan, yeni toplumunu, taşıyamaz oluyordular. Halkın yavaş evirilmesi nedeniyle ve nasların dinamiklikten uzak olması ve nasların, öznel oluşundan ötürü inançlar halkın, yeni sosyal sorunsalları bir iyice çözemez olunca; topluma basınçlarıyla, toplumun sorunu olmuştular.

Sosyal birlikçi yapı, zamanın ruhu olaraktan eski yapısından yavaş yavaş; toplum ve halk zamanı diye ayrılmalıydı. Halk alanı, geri düzlemiyle kendi içine çöküştü. Ve yine halk alanı, etnik düzlemine doğru çözülürken, köleci toplumsal süreçler de, feodal gelişme süreçlerine doğru kaymıştı. Zorunlu olan, hızlı olan toplumsal gelişme, halk alanla toplumsal alanın çelişen çatışmasını da körüklemişti. Gelişme; öznelce anlayışla iki alanın birbirine karşı egemenlik yarışı savaşına dönüşmüştü.

Halkın inanç alanı ile toplumun üretim alanı girişmesinde, toplumun yeni biçimlenme süreçleri, halkın eski yapısına değin, inançları ile çatışıyordu. Köleci düzenden evrilen feodalizm, eski inançlarla hem, iç içe; hem karşı karşıya idi. Topluma devlet otoritesi ile halka da inanç otoritesi ile egemen olacaktı. Sorunsal olarak, bu iki eemenliğn sağlanışı içinde olmayla baş başa idi.

Yeni bir inançsal reformist anlayışlar gerekiyordu. Bu nedenlerledir ki Hıristiyanlık bir biçimleniş olaraktan, teokratik yapıya bürünecekti. Kralların, devleti varsa da, sürekli şiddet uygulamadıkça tam bir halk hakimiyetleri yoktu. Halka hükmetmeleri için inançsal soyut baskı ve kontrole ihtiyaçları vardı.

Kilisenin de yayılmak, tutunabilmek için devlet (toplum) otoritesine ihtiyacı vardı. Yönetimin istediği baskı kilisede vardı. Kilisenin istediği otoritede yönetim de vardı. Bu ara gnostik akımlar başlamıştı. İnancın akıl ve bilim dışılığa düşmesi o günlerinde en temel güncel sorunu idi kuşkusuz. Bu yüzden yeni girişimler başlatılmıştı. Bu girişmelerden biri; yani Hristiyanlık, din; akıl ve bilimle bağdaştırılamaz mıydı? Niçin olmasındı!

İnançlar, içlerine akılcılığı alma ile almamanın çatışması (evrilmesi) içine girecekti. İnançlar bilimle (akılla) bağdaştırılırken de içine dinsel olmayan motifler alıyordu. Bu da inançları içte yıkacak olan kurdu (kuşkuyu) hem inançların içine düşürecekti; hemde yepyeni bir dinsel anlayışın uç vermesine neden olacaktı. Bu yenilik ne şekil söylenir olursa olsun, daha henüz ilkeler ittifakı sağlanamamış bir insanlık dini olacaktı. Ki bu da patriktik dönemle, kilise babaları diye bildiğimiz, elçi sel (apostolik) savunmalar ve çelişmeler dönemi işte tamda böyle girişecekti.

Toplum ile halkın inanç yapısısının giriştirilmesi, kaynaştırılmıştı. Hem de Bizans'ın yıllarca ve şiddetle karşısına dikildiği Hristiyanlığı; büyük taltif edişin seramonileriyle, Bizans dini yaparak, kavgayı her iki alanda da şiddetlendirecektiler. İki alan yapı birleştirilmişti! İnsanın öznellikleri yapılar birleşmesini böyle kılsa da, Sanayi toplumları ile tekrardan bu alanların ayrıştırılması kavgaları verilecekti. Bunun adına da, kendi dönemine özgü, ?laiklik' denecekti.

Sürecek

25 Ağustos 2010 6-7 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar