Üstel Bakışla Bir Uygarlık 5
İslam'ın dış şartı, bu feodal ittifaklar, ilişkilenmesidir. Başlangıç koşullarında, İslam'ın amacı, şehirlerin anası olan, Mekke'yi uyarıp sakındırmaktı. İslam'ın iç şartı, feodal ve tüccarlar yapılı ilişkilenmesinin kendi birliğini ve bir birlikçi, ?merkezi otoritesini', ortaya çıkarmaktı. İçteki çok çatışmacı kargaşa ortamı olan, güvensizlik ortamı yaratan, aşiretçi, yağmacı çatışmaları ve asayişsizlikleri kırmaktı. İçteki bu durumlara ilişkin mücadele çokça meşakkatliydi.
Tasarımcı, şehirlerin anası sloganı ile yola çıkmışsa da yol işlevi, işlev de yolu belirleyecekti. Ortamı olgunlaştıracak gelişmelerin oluşmasına değin sabırlı (bilinçli) mücadelelerin sonundaki başarılarıyla da, ummadıkları bir gücün muktediri olmuşlardı. MS: 750'lere doğru bu gücün zorunlu kontrolü ve bu gücün kendi doğal zorunlu akışını kanalize etmenin, zorunlu akışsal hedefini de nesnelci olaraktan ve ideal olaraktan da, oldukça büyütecektiler.
Arap yarımadasına sığmayıp idealini yarım adanın dışına taşıracaktılar çünkü süreç Dünya ile sınırlı olan, ?ilerinin biraz ilerisi kesikli süreklilik ilkesine' dönüşüyordu. Güç sizin elinizde ama siz de gücün akış eğilimi hakimiyetine, zorunlu olaraktan tabii idiniz. Yayılma coğrafyanız genişleyecekti. İslam'ın yayılma dönemi feodalizmin en bereketli ilişkileşmeler dönemidir. Ve işgalindeki beşeri coğrafyalar üzerinde, İslam'ın geliştiği dış zeminler üzerinde hem kısmen sürmekte olan ve can çekişmekte olan köleci düzenle, köleci düzenin yeni yeni dönüşmüş şekli olan, feodal imparatorlukların yapılaştığı dönem idi.
Ortam tam bir sosyal değişip dönüşülmelere değin travmalarının yaşandığı, sosyal, siyasal, toplumsal, buhranların kargaşa olarak yansıtıldığı dönemdi. Ve bu yeni konjonktürün okunarak, yeni bir nesnel ahlaki ve nesnel soyut düzenleşilmesinin yapılması gerekmekteydi. Mevcut olan komşu Bizans ve Sasani eğemenliğine girmeden, yeni bir aidiyetçi var oluşla, ayakta durmak gerekiyordu.
Monoteist anlayışlar, imparatorluklar ideolojisine uygun anlayış biçimlenmelerini işlerler. Böyle de olmak zorunda idi. Ortam, imparatorlukların tek dünya egemenliği için girişilmeleri, süreci idi. Bunun halk bazındaki inançsal anlaşılmasını da kutsal olan Tanrı'nın rolüyle güncel olanı, çağdaş olanı, günceli de gözeterek bu mesajların üzerinde çekimleşen aidiyetliklerlen iletişmek ancak mümkün olurdu.
Ve bu iletişimin sağlanılması, ufkunuza göre gelişecekti. Tanrı her bir ulusları yaratan, ulusçu tanrı olmaktan çıkıp; artık dünya birliğini ve dünya kardeşliğini sağlamaya çalışacaktı. İnsanlar artık Tanrı'nın kuluydular. Tanrı'nın iradesi de merkezi otoritede (hilafet makamında)belirirdi.
Monoteizim; bir yanıyla toplumların ideal gücü, oluyordu. ?Uluslar ideal gücü', yerine toplumların; ?dünya toplumu', ideal gücü anlayışlarına ve Dünya toplumları refah ve mutluluğunu sağlar olmasına dönüşüyordu. Bunu da ?aynı yaratıcı Tanrı'nın kulu olma' aidiyet ülküsüyle yapacaktı. TANRI artık; tüm Dünya'yı yaratan Tanrı olması ile gündemdeydi. Etnikçi totem güç, dünya birliği aidiyet gücünü sağlayacak olan tek Tanrı'nın olgunlaştırılması ile zirveleşecekti.
Ben İbrahim'in İshak'ın Tanrısıyım diyen aile tanrısı Rab, giderek İsrail'in uluslaşma sürecinde, Musa ile birlikte; "ben İsrail'in Tanrısıyım" diyerek İsrail'le ahitleşmeler yapan ulus Tanrı'ları olma anlayışı gelişecekti. Roma'nın siyaseti gereği her ulusun Tanrı'sına tapmış olması bunun giderek çoklukta teklik olan bir tek tanrı olmanın anlaşılma göstergesi idi. Bu her bir ulus tanrılarınının ayrı ayrı görünümüyle, bir olanın ve aynı tanrının; belirişiydi.
Ayrı ayrı görünümlü olan çokluk, teklikte; tek tanrının kabulüne gidişte sezilmişti. Ulusçu Tanrı anlayışı yerini tek dünya egemenlik ülküsü olan imparatorluklar ülküsü ile yer değişecekti. Ve Hristiyanlık anlayışı ile de ulusal Tanrı'lar olan panteon Tanrı'ları, bir tek Dünyayı yaratan "Tanrı" olaraktan tan, imparatorluklar gibi egemenlikçi, Dünya emperyalisti, imparatorlukların Tanrı'sı yapılmıştı.
Tarihi gelişme ve bunun insanlar zihnindeki yansıması olan, kabın şeklini alış düşünmesi feodal ilişikleri ve imparatorluk ülkülerini biçimlendirmeden edemezdi. İslam hayli gelişmiş coğrafyalara yayılacak, zorunlu olarak bu kabın şeklini alıp ideolojilerini buna göre üretecekti.
Orta doğudan, Maveraün Nehir'e, oradan Hint coğrafyasına uzanır olaraktan genişlemelerle; İslam devleti, kendi coğrafyasından çıkıp Mısır'ın aşılması ile Afrika'nın kuzeyi ve Avrupa'nın; İspanya, Fransa içlerine değin uzanan birçok feodal koalisyonların ittifakı oluvermişti. İttifaklara sizin dayattığınıza yakın onların da önerilerini alır ve onlarla konjonktür gereği girişerek uzlaşırsınız.
Bu coğrafya alanının genişlemeleri, başlangıcın fetih gelirlerinin, giderleri taşıması ile gelişti. Ancak bu çok kısa erimli, sürekli fetihçiliği dayatan zor ve verimli olmayan bir ilişki düzeni idi. İmparatorluklaşan yapının iyi bir maliye örgütünü kuramamış olması; İslam'ın başlangıç koşullarının bey tül mali 750 yılına gelindiğinde İslam imparatorluğunun teşkilatlanmasını taşıyamaz durumdaydı. Bu yapı, yeni konjonktürle hiç bağdaşmayıp, tam değişmeleriyle bağdaşır, onu taşır gelişme kayıt edemiyordu.
Bir aşiretler düzenlenmesini içeren gelenek anlayışlı mali düzen ilişkisinden; ne yaparsanız yapın, bir imparatorluk maliyesi çıkamıyordu. Bu nedenle de, yeni coğrafya alanlarındaki var olan üretim ve yapı Arabistan'a göre çok gelişmişti. Arap'ın sosyal ilişkilenme biçimi, yeni beşeri coğrafyaların, yepyeni toplumsal yapısını kendi anlayışlarıyla ilişkilendirip biçimleyemiyorlardı. Fethe dayalı yayılmacı oluşuma ile eldeki yetersiz ve cılız yapılaşma, karşı tarafın, yani fetih edilenlerin yönetilememesi yetersizlikleri nedeni ile bir iyice Emevi faşizmine dönüşüyordu.
Sürecek