Usulca Aşk -2-
-Susmaya zorlayan anlardır, o 'an'lar... ?
Genç kadın, usulca yatağına uzandı. Havada asılı kalmış telaştan korunmak için, dizlerini karnına kadar çekmiş bir şarkı mırıldanıyordu. Bir aşk şarkısı... İlk defa bu şarkı, içinde bir yerin hafifçe titremesine sebep olmuştu.
Gözlerinin ıslandığını hissetti. Ama kendine verdiği sözü hala hatırlıyordu.
? Ağlamak yok!?
Bu sözü verdiğinde sinirliydi. Ve ağlıyordu... Adeta kendine isyan ediyordu.
Bugüne kadar yaptığı hataları anımsamak, acı vericiydi... İnsanın yaptığı hatayı kabullendiği an da, kendine duyduğu nefret ve utanç kadar acı verici bir şey olamazdı. Çünkü insanın en zor suçlayabileceği kişi, kendisiydi.
Genç kadın, vazgeçmek istiyordu. Ve unutmak. Bu aşktan vazgeçmeliydi. Asla, o elleri ? genç adamın o bembeyaz ellerini- tekrar tutamayacağını bilerek, imkânsızlıklar gününü beklememeliydi...
Kendine bu acıyı çektirmek saçmaydı. Çok saçma... Ama aşk denen -tarifi zor- o duygu karmaşasına, en çekici gelen kelimelerden biriydi; saçma!
Genç kadın, usulca yatağından kalktı. Hareketlerini yavaşlatan, hatta düşüncelerini yavaşlatan bir şey vardı. Engel koyamadığı bir şey...
Genç kadın, cama yöneldi. Yağmur yağıyordu... Genç kadına göre aşkı en iyi ifade eden olaylardan biriydi, yağmurun yağışı.
?Damlalar hızla yere inerler ve aynı hızla tüm yeri kaplarlar. Engelleyemediğin bir hızdır bu.
Ve dahası; sana zevk verir... Teninde kayan damlalar, tanımsız bir haz yaratır. Islanırsın. Bazen kaçmak istersin ama kaçmak imkânsızdır. Bir süre sonra, damlalar yavaşlar. Gözlerini buluta dikersin. Sorgularcasına izlersin, gidişini. Ama o, sadece uzaklaşır. Kurumaksa zaman alır ve belki de seni hasta eder... Ama o damlalar her zaman aklındadır.
Ve bir gün elbet, tekrar ıslanırsın...?
Genç kadın, bunları düşünüyordu. Yağmurun, camında minik minik bıraktığı izlere baktı. Ve usulca mırıldandı...
? Elbet, tekrar ıslanırsın...?
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Genç kadın, perdeyi usulca çekti. Karanlık bir odadan daha fazla kedere sürükleyen nedir? Kocaman bir hiç!
Ama bu karanlığın içinde kaybolmak en güzeliydi. Ve en kolayı... Bu odadan çıksa, birden yok oluverecek gibiydi. Korkularını, utancını; sadece burada, bu karanlıkta saklayabiliyordu... Ve sadece; bu karanlıkta, korkusundan ve utancından, saklanabiliyordu!
Genç kadın reddedilmekten korkuyordu. Ve bu sefer yanlış kapıyı açmıştı. Yanlış bir aşkı içine çekmişti... Bu sefer ne yapması gerektiğini, bilmiyordu.
Savaşmak bir seçenek olabilirdi. Aşkın peşinde koşmak... Bir aşığın yapmasının gerektiği gibi, sonucunu düşünmeden çabalamak... Ama kaçmak en kolayıydı. Yokmuş gibi davranmak. Bir korkak gibi!
Bu sefer fena tosladığını fark etti, genç kadın. Ve çabalamaktan kaçtıkça, genç adamın uzaklaşan adımlarını görmeye başladı. Gel dese gelir miydi bilinmez ama git demeden giden bir adamı ne durdurabilirdi?
Genç kadın, ?Yanımda kal? demek istedi.
Kal demenin bin bir yolu vardı. Şu an hiçbirini söyleyemediği, bin bir yol!
-- Git denilen bir sevgiliyi çağırmak; hata mıydı, aptallık mı? Dönmeyeceğini bile bile. Ama aşkı bir defa olsun tatmış olanlar, bunun asla aptallık olmadığını bilirler. Hataysa, tartışılır. Çünkü aşk, bilinç altımızda gizlenen duyguların, gözlerimizin önüne çıkışıdır. Düzensizce çıkıyor olmaları, hatalar yapmamıza sebep olur. Yani bence hata aşkta değil, aşkı yönetememekte. Ama sorun şu ki, aşkı nasıl yönetebilirim, bilmiyorum...--