Ütopya Kalesi

İncecik, suyunu yitirmiş, yosunsu, şeffaf bir ses dokunuyor engebeli yüreğimin sararmış, kıraç bozkırlarına. Gözlerimin şaraba düştüğü bir akşam üstü, şemsiyesi kırık gözlerimde, gözyaşlarım çiy taneleri. Ìçimi parçalayan vahşi hayvanların sürüsüne sürülmüş boş kovan, ıslak barutlu çığlıklarım. Sorulmamış sorunun kancasında asılıyım. Tetiği henüz düşmüş sorgusuz infazımın dumanı tüterken, gözlerimi boğuyorum gözyaşlarımda.




Nasıl mıyım? Bıraktığın gibi işte! Öyle ıssız, öyle sessiz, öyle öksüz, öyle boynu bükük, öyle yerlebir, öyle talansı. Karanlıklarımı yağmaladığım gecelerimin içinden geliyorum, her tarafım leş gibi yalan, dolan, her tarafım çıkar kesikleri. Damla damla gözbebeklerimde biriken sensizlikliklerin işkencelerinde, görülmeyenleri görmenin azabıyla titriyorum. Bazen bir hıçkırığa tutunuyorum, utangaç suskunluğumun şarabında sarsak ruhumu boğarken. Bazen kendimden bile gizli, usul usul içimin derinine iniyorum, giden birine hazansı, solgun vuslatlar toplamak için. Bazen kalemi dayayıp, sana adanmış, durağan kalbimin hizasına, içimi kalemime geçiriyorum, içimi kalemime döküyorum. Sızım sızım sızlayan acıyla bezenmiş, bezgin, tedirgin sözcüklerle.




Bazen bir resimle sevişiyorum, gülümseyen yüzüne yüreğimle tutam, tutam dokunup. Bazen suskunluklarımı kurşuna diziyorum, her kurşunu adınla kutsayıp. Yani, yani bir gidişin canıma okumasına izin veriyorum. İşte böyle. Ya sen nasılsın? Bitti mi gidişlerin? Tükendi mi uzakların ayaklarında? Gidebildiğin, kaçabildiğin kadar uzak misin şimdi ve bağlacıyla bağlandığın ayrılığa gülüm? Bıraktın mı içinde büyüttüğün beni, nefretinin Azrail kollarına. Gözlerime ay düşmüyor artık gülüm, sabahlarımın tan vaktinde gözlerine doğan gökçül güneş firari. Azman bir dizenin azarını süpürüyorum kırık kalem kırıntılarıyla. Bağ bozumlarının Ağustosların da hazanlarımın cüzzamlı Eylüllerini bekliyorum, dalımda sarıya keserken yeşilim. Alçak bir gidişte alazlandı içimde biriktirdiğim gülüşlerin. Derin yanılgımın sofist, tetenozlu pası çıkmaz artık bu yürekten gülüm. Kan götürüyor içimi, kan değiyor sana açtığım güz çiçeklerime, gözlerimden boşanırcasına yağarken yağmaladığın yosunsu hayaller. Bitmiyor içime günlerdir döktüğüm, katran karası geceler. Bitmiyor gözlerimi gittiğin yollarda parçaladığım saatler. Kan yürüyor içime gülüm kan. Vuruluyorum içimin ele geçirilmiş mevzilerinde, bir önceki geceden seken, kuduz hüzün kurşunlarını ezip yaralarım da, tutunuyorum taze yaralarımın sen kokulu kabuklarına. Lapa, lapa yağıyor lanetli sensizliğin psikozu. İçselleşen bitkin bir çığlık katlediliyor yine, taze yaraya dökülmüş barut kokusunda. Bir yıkı bıraktın içimde, bir ceset bıraktın, gidişinin kahpe pususunda vurulmuş.




Bozmalıyım artık hayatın bana kurguladığı, kendi hayatımın figüranı olduğum bütün oyunlarını. Kurtulmalıyım kendi hayatımın biletsiz yolcusu olmaktan. Hayalsiz yorgunlukları taşımaktan yoruldum, acizce kirpiklerimi uykusuz gecelerin koynunda öldürmekten usandım bir tanem. Şenelmez artık göz bebeklerimi kavuran izbe, kızıltılı gülüşlerim. Geçmez artık sensizliğin süzgeçinden, özlem duyduğum güneşe merhabalı aydınlık sabahlar. Ayrılık sürgünüm, beni hayata bağlayan paslı prangam, gecelerimin bitmeyen uzun söylevi, oysa ben sürmeli gözlerine yazmıştım, alıngan, naif sevdamızı, teninde tutuşturduğum nar kızılı ikiz dudaklarımla. Kırağılı sabahların hüzünlü sebnemlerinde biriktirdiğim o kadar kırgın sözcüklerim var ki sana, bilemezsin. İki dudağımın arasında ezip sitemli sözcüklerimi, vuslata uyaklanmış dizeler örüyorum, göçebe şiirlere kurduğum, ipi kementli uçurum salıncaklarında. Nedensel gerçekliğimin işkenceli sorgusunda, öznelliğimi, nesnelliğime peşkeş çekerken, yoluna, içimin uçurumuna itelediğim, bir ben borcun var bana. Kendimi benden çaldığım kadar borçlusun. Hayat ve acı arasındaki boşluğa sıkışmış devrik cümlede iki yabancıydık biz aslında. Verilmiş ama tutulmamış sözleri, ucu sivri, paslı hançer gibi göğsümüze sapladık, yabancılaşan sevdamızla katlettik birbirimizi hunharca. Oysa farklı olmalıydı her şey diyorum, dilimin ucundaki sığıntı öksüz adına ahlarımla dokunup. Farklı yaşanmalıydı her şey, oysa biz jilet attık dilimizle birbirimize .




Kaçak yolcusuyum şimdi kendi hayatımın. Neşter vurulmuş yoksul yaralarımın kesik nefeslerimdeki yolcusuz duraklarında, süreduran yalnızlıklarımı bekliyorum sagularımın ağlaklığında. Her nefeste ömrümden bir ilmik sökülüyor. Lanet tükenişin onanizm zevkinin uçkurunda birikiyorum, kendimden uzaklaştığım yitik günlere el sallarken. Gün be gün kopuyorum kendimden, tutam, tutam. Gün be gün derin bir yitişin girdabında hiçselleşiyorum.




Adın düşüyor dudaklarımdan yırtılan rüzgárın rahmine. Bekle diyorum, bir feryadın fitilini ateşleyip, infilak ederken ömrüm, bekle beni sonsuzlukta. Ölüm yüreğime bulandığı anda, ruhumu, kara perdeli ruhuna, ak duvak yapacağım. Bekle beni, defteri dürülmüş yarınlarımla bitireyim düellomu. İçinden geçtiğim, tanımadığım, yabancı günlerin metruk saatlerinde, sana yaşaran gözlerime batırıp hayal kırıklarımı, ödeyeyim tenine birike, birike saçıldığım sevişmelerin kefaretini.




Karası hınca hınç sevişgen istemle törpülenmiş bir gece, perdeleri açık pencerenden firari dolunay dökülürken çıplak tenine, çırılçıplak aşkımı sereceğim önüne. Bekle beni; gün geceye döndüğünde, grup vakitlerinin kızılı sevişmelerimize meze olduğu yerde. Bekle beni; dudaklarım, dudaklarında alazdayken, yudum yudum çıplaklığında meddücezirlerini içtiğim, kumsalına deniz yıldızları düşmüş o sahilde. Bekle: ayrılıklar yağarken avuçlarına, yaz yağmurları misali, sadece bir dudak ıslatımlık buse olacağım dudaklarına.





Yine taze kına kokusu sızıyor, içinde sen yakılmış kalp atışımın yırtığından. Bozuk ritmine düşüyorum kalbimin, teninde bezenerek elendiğim yoşuk saatlerin kurulurken zembereği. Gözlerine budanıyorum, çıplaklığında yeşerdiğim hayallerin. Kendimi ucumdan bu yazıya bağladım birtanem, her yazdığım harfle sökülüyorum kendimden. Kapımı çalan hazanı döktüm içime, sararmış, dikensi düşler büyütüyorum, ellerime bulaşmış kan mürekkeplerinin sarhoşluğunda. Bilemezsin, hiç bir dile çeviremediğim, hiç bir sözcükle betimleyemediğim çaresizliklerle, kaçıncı sortim bu intihara. Bilemezsin, ellerimdeki gizli hattatlarla ölümü içimde nasıl süslediğimi. Ölüm meşr-u müdafa gülüm ele geçiremediğim ütopya kalesinde. Sen bilemezsin gülüm, bilemezsin, her gün kendimi en tenha yerimde vurup, tam ölüm üzere, akrepli sensizliklere menekşelendiğimi.




Utku Aksu 13.09.09 Detmold. 07.52

02 Kasım 2015 6-7 dakika 5 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 9 yıl önce

    Hayatın içinde sevgi olmadı mı, eksik kaldı mı insan kendinden de kopuyor, hayattan da kopuyor. Gelecek günler hüznü bol mutluluğu az günler olarak karşımıza çıksa da, umut hem hayat adına hem de sevgi adına hep olmalı içimizde bir yerlerde...👍🤐👑