Uyanış
Uyandım. Hayatımda ilk defa lüks bir odanın sıcaklığında lüks bir tavana diktim çelimsiz bakışlarımı... Yanımda geçen gece bir internet sitesinden tanıştığım sarışın kadın yatıyordu uzun uzadıya, benim içimde bir nerden geldiğini bilmediğim bir kusma hissi dolanıyordu, midem taarruza geçmişti birden ve attım kendimi zor zar bulduğum lavaboya... Bilmediğin bir yerde yaşamak ne kadar güçmüş meğer, dilini bilmediğim bir şehrin ortasında kalmışçasına hissettim kendimi, kafam çatlıyordu ağrıdan, akşam çok kaçırmış olmalıydım içkiyi...
Gürültüme uyanmış olmalı kadın, çıplak ayaklarının çıkardığı adım seslerini duyuyordum ve bana yaklaştıkça içimden çıkardığım o laçka hayatın kalıntılarını temizlemeye çalışıyordum yüzümde kırmızı bir utançla... Telaşımı görünce, şuh bir kahkaha attı ve bana bakarak 'Rahat ol, nelerini gördüm ben bu evde... Telaşlanma, temizlikçi kadın gelir temizler şimdi, bırak gel kahvaltı yapalım' dedi. Utanmıştım. Kahvaltıyı hazırlarken izlemiştim o kadını ve yüzünden okunuyordu yalnızlığı, yüzünün çizgilerine işlemiş gibi duruyordu sanal hazlarının sarımtırak hüznü... merak içinde izliyordum onu, bir kadın ismini bile bilmediği bir adamın yanında uyanınca nasıl hissederdi kendini, yahut bırakınca arzunun kollarına, kollarında titrerken, nabız atışlarını en mahremiyetinde hissederken, çığlıklarını fütursuzca emanet verirken başka bir ruha ne hissederdi Allah aşkına! Sormadan edemedim; 'Sen nasıl yaşıyorsun, hep böyle anlık yaşar ve unutur musun hazlarını, böyle daha mı mutlusun?'
Gecenin bir yarısı yüzlerce mesaj geliyordu ona, hepsi de kimliksiz kişilerden aynı amaç doğrultusunda buluşan insanlardan geliyordu, bir gecelik aşkın ihanet kırmızısı cazibesine kaptırıp kendilerini aynı türküyü söylüyorlardı, en büyük günahı kendilerini kandırarak işliyorlardı aslında... 'Bak oradaki insanların hiç biri sanma ki senin gibi doğru, dobra dobra, olduğu gibi... Bastırılmışlıklarının canavara dönüşen yanlarıyla bakıyorlar hayata, sadece bir göz kırpman yeterli aslında onun ruhunu kendi içinde hapsetmek için. Yalan bir dünyadayız aslında ve yalancıyı oynuyoruz bizler. Ben sana öğretmenim dedim ya, yalandı. Öğretmen felan değilim ama olmayı çok isterdim. Senin gibi elde ettiğim ve ateşimi söndürdüğüm birçok erkeğe söyledim aynı yalanı... Arzu dolu bir kadınım, her insanın yemek içmek gibi doğal dürtülerinin yanında sevmek sevişmek gibi doğal açlıkları da vardır, bende açım ama bunu dışarıya çıkıp ifade etsen hemen bir damga vuruverirler insana... İşte ordaki tüm insanlarda öyle, kimileri bam teline vurur insanın şiirden, edebiyattan, besteden girer 'Acaba bu kadının ruhunu nasıl kendime hapsedebilirim' diye düşünerek yapar bunu, merak etme o yetmişine adamlar var ya senden farklı değil hani. Sorsan hiç biri arayış içinde değildir, sadece bir renk ararlar hayatlarına... Aslında içlerinde vardır gizledikleri geyşa ruhlu bir duygu... Kimilerine göre ise en kolay yeridir böylesine sosyal ağlar, sosyalliklerini gösteriyorlar güya... Ne sosyal zenginler gördüm bir bilsen, en fakir adamın dokunuşlarında romantizm gizliyken kendini entelektüel sanan o zengin züppe, kendini yetiştirmiş ayaklarına yatan adamların gözlerinde gördüm yabaniliği... Bu adamlara bakarsan o fakirleri küçümserler, akıl yorarlar bu adamlar sevişmeyi biliyorlar mı acaba diye, üstüne üstelik dalga da geçerler ellerindeki kadehlerle... Ben tek kelimeyle ifade edeyim mi kendimi, doyumsuzum... Her insanoğlu gibi... Yalnızlığımdan korktuğum için de hiçbir gece yalnız uyumadım ve uyanmadım. Adını bile sormadım dikkat edersen, sadece sahte isminle tanıyorum seni...'
Canım acıyordu yüzünde gördüğüm acının tarifsizliğini görünce, nasıl bir yaşamdı bu kendi sınırları dışına taşan, değersiz bir hiçliğe götürüyordu insanı ve bir kadın isyan ediyordu durduk yere çocuğu aç diye, bir başka kadın ruhunu teslim ediyordu helaline değil de ihanetine, acıdım.
'Hiç diğer insanlar gibi olmak istemedin mi? Bir eş, bir çocuk, hayatını idame ettireceğin bir işin olsa yetmez miydi sana?'
'Bende evliydim bir zamanlar, 8 sene sürdü evliliğim, hayatımda görmediğim zulme karşı bir insanın ne kadar dayanıklı olduğunu gördüm. Bir adam sevdim bir zamanlar, hem de haddinden çok sevdim, kendimi unuturcasına ama annem istemedi. Düşündüğü biri varmış, ondan daha iyiymiş, zenginmiş, sıkıntı çekmezmişim. Hem kendimi hem onları kurtaracakmışım. Evlendim. Her şeyim vardı, yazlığım, kışlığım, arabam, istediğim zaman Paris'te kahvaltı yapıyordum, Londra'da spor, canım sıkılınca da köy evinde şömine karşısında şarap içip kitap okuyordum. İlk zamanlar böyleydi, erim de hiç değişmedi hani, evlendikten sonra çok değişti derler ya öyle olmadı, onun işte olduğu zamanlarda evdeydim, annesiyle birlikte o konken partisi senin, o kokteyl benim, bilmem ne eğlenceleri... Bir süre sonra sormaya başladı herkes, kolay zengin olunmuyordu hani, damlayanı yalayan cinslerdendiler, bir portakalı kaç kişi yersin sen, ben söyleyeyim ortada bir portakalı sofradaki herkesle dilim dilim yiyorduk, fazlası, ikincisi lükstü yenmezdi ve o zengin arkadaşları soruyordu kayınvalideme 'Senin gelinde tık yok herhalde, baksana bir sene oldu daha bir şey görmedik, çocuk istemiyorlar mı yoksa?' dediklerinde ben duymazdan geliyordum. Bir süre sonra rahatsız olduğum ortaya çıktı. Senelerce her türlü işkenceye dayandım, benim hayatıma onlar yön verdi bende yaşadım şekillendirdim. Sustum. Bir çocuk veremedim. Her türlü lafı sözü duydum. Sabrettim ama insanında bir tahammülü var yani, bir yere kadar. O sevdiğim adam mı evlendi o da, çocukları oldu, eşine sadık mükemmel bir insan. Hiç kıskanmadım o kadını biliyor musun? Aksine onun gibi bir insanı mutlu ettiği için, takdir ettim hep. Ne garip bir hayat bu hayat ve bir yere kadar sustum. Sonra ayırdık yollarımızı. O gün değişti tavrım. O gün hayır demesini öğrendim insanlara, hayatıma ailemi bile karıştırmamayı, kendi ayaklarımın üstünde duruyordum. Kinlendim bu hayata gücü buldukça, her şeye sahiptim, muntazam yaratılmıştım. Baksana Allah aşkına var mı benden güzeli, var mı benden bir tane daha... Hahahay... Her şey benim olmalıydı ve güzelliğimle elde edemeyeceğim bir şeyim yoktu zaten, kimi seçip, kimde ateşimi söndüreceğimi, hayatı özgür yaşayacağımı kendimi bildiğim gibi biliyordum. Bak mesela seni onca erkeğin arasından ben seçtim. İstemesem burada olabilir miydin? Artık isteklerime ben yön veriyorum. Oynamak bu diyorsun belki içinde evet oynuyorum ama en azından kendi kendime oynuyorum, eşimle birlikteliğimi devam ettirip o varken geceleri ona sevdiğimi söyleyip o işindeyken onun gibi hergün bir başkasına söylesem daha mı iyiydi? Ben en azından bunu yapmadım. Bunun dışında her şeyi yapsam da...'
Duyduklarıma inanamıyordum, oynuyordu herkes kendi içinde en başta kendini kandırmakla başlıyordu ve bir gecenin koynunda loş ışıkların altında çığlık çığlığa kendi yalnızlıklarıyla ıslanıyorlardı ve heba ediyorlardı içindeki çocukları... Ne kadar ucuz bir aşkın peşinde koşuyordu insanlar ve ben bu yolun neresindeydim, bu sahnede benim işim neydi, ben nasıl böylesine yalnızlığımın çağrısına kulak verip böylesi bir lüksün içinde yer aldım. Kendi içimde kendi çatışmamı yaşarken, insanların akıl almaz oyunlarını hazır bir itirafçı bulmuşken birden telefonum çaldı. Eşim arıyordu, kızımızın üçüncü yaş günü için akşam partinin olduğunu ve pastayı erken getirmemi, üstüne de 'Mutlu yıllar...' yazdırmayı unutmamı söylüyordu. Apar topar giyinip, isimsiz kadına hoşça kal deyip, aynada son kez bakıp kravatımı düzeltip, çıktım o lüks yalnızlığın yer aldığı villadan... Üstümü düzeltip, içlerindeki sakladığı gerçeği kendilerine itiraf edemeyen düzgün insanların arasına karıştım.
Uyandım. Yüzümde boncuk boncuk terle ıslanmış bir yastığın üstünde gözümü alan güneşin pencereden sızan gerçek ışıklarıyla uyandım. Yanımda hayatımda hiç ihanet etmediğim, etmeyi bile düşünmediğim, kadınım yatıyordu. Kızımın sesini duydum, birden ağlıyordu. Aynanın karşısına geçtim, her şeyin bir rüya olduğunu görünce kocaman bir tebessümle ödüllendirerek kendimi ve sadakatimi... Uyandım. Kızımı kucağıma aldım, eşimi izledim uzun uzun, gözlerini açar açmaz kızımla görünce beni, kocaman bir gülümsemeyle ödüllendirdi bizi... Bu uyanış herkese nasip olmazdı, şükrettim halime... Binlerce uyuyanı düşünerek... Uyuyup uyanamayanları düşündükçe, bir kere daha şükrettim sessizce... Akşama parti var, kızımın üçüncü yaş günü partisi ve biz üç kişi kutlayacağız...
harikasın..iyi ki okumuşum bu ders veren iç acıtan yazını...
günün yazısı olmaya aday bence...dua ile güzel insan....