Uyumsal Yazı ve Aşk Terketti

Yazı için sadece heves yetmez. Milyonlarca sayfayı yutmaksa yorar. Onca konu, bir o kadar karakter onca satır.

Örnek olarak kendimi vereyim . Neden bir kitap düşünmüyorsunuz? Öncelikle yetersizim. Bilgi ve edindiğim birikimlerim, anılarım, biricik hayatım, duyguya varışlarım ve varmayışlarım kısaca yazmaya elverişli değiller.

Elbette sağlık. Ah sağlığım. Tam da kahvemi hazırlamışım, canımın ciğeri kalemimi Afrodit gibi yontmuşum!

Evvela nasılsınız diye başlamışım! Yüzüncü satırdayken...gözlerim kararmış, başım dönmüş, tansiyonum çıkmış ya da inmiş...

Elbette sağlık. Ben belkilerden hep nefret ederim. Yazma durumum veya eylemim gerçekten de sağlığımı sendeletiyor.

Sizlere yazmadan önce, öncelikle sağlığınıza dikkat edin önerisinde bulunurum. Elbette haddim olmayarak...

Not; Hadde var. Bir de Elmaslı Hadde var... Hadde yani düz olan Hadde kabadır biraz. Çekim için Elmaslı Hadde kaymak gibidir. Ne işe yarar bunlar? Elbette daha önce çekilmiş bir teli istediğiniz mikrona düşürmenize. Bu saç teli inceliğinde bile olur...



Edebiyat Sevgisi

Edebiyata hiç bir genelleme yapmadan şekil-şemal , boy-bos , sınıf-mınıf vs. olmadan gönülden bağlanmak gerekir. Kanımca edebiyat tüm yönleriyle özgür kılınmalı, genellemelerden ancak böyle kurtulur.

Çağımızın nesli, yeni yetmeler, iletişim çağının nimetlerini ne yazık ki çok başka yönlerden ve kendi kafalarınca kullanıyorlar.

Oysa okuma alışkanlığımız olmalı. Bu alışkanlığımız zamanla olgunlaşmalı ki, olgunlaşır da.

Diğer yandan çuvallar dolusu yazar-şair türedi. Her şeyi yazıyorlar ve yazmakla daha doğrusu her şeyi yazarlarken okuyucuya ne aktarabilirim kaygısını taşımıyorlar? İşin tuhafı bu soruyu da kendi küçük beyin soğancıklarına ya sormaktan çekiniyorlar ya da sormaktan korkuyorlar? Edebiyat, unutmamalıdırlar; hırsla çalakalem yazılmaz, anlatılmazda. Bu nedenle kitap tezgâhlarına düşen yüzlerce kitap, üzülerek belirtiyorum, çürüyüp gidiyor.

Bu yazıyı yazmakta ki amacım;

Günlükler Bölümü...

Genel düşüncemse, geyik muhabbeti yazılıyor. Yaşadığımız dünya da ömrümüz kısa.

Gençlerin gayret etmeleri gerekir. Daha faydalı metinler yazma çabasında...


Gece de diye bir başlık atmışım. İki yıl geçmiş. Neredeyse. Oysa şimdi gece değil. Şu yazı sabahın yediotuzunda yazılıyor. Ne yazmalıyım? Ne yazmamalıyım? Politika olmaz. Uymaz. Epey oldu gündem takip etmiyorum. Etmemde. Eskiden boş yere ölmezdiler insanlar. Şimdi boş yere ölüyorlar tüm insanlar. Sürülen raporlara kanıyorlar. Geberiyorlar. Ama raporları sürenlerin hepsi yaşıyorlar. Gece de uyuruz. Zaten gece de kurulur saatler. Ölüm saatleri.

---

Kimya derslerinden nefret ettiğim doğrudur. Ama kimya dersine giren hanımdan nefret etmezdim. Bunu biricik nedeni çok alımlı olmasıydı. Yine de anlamadığım bir yığın formülü ezberlemeye, az kaza beni sözlüye filan kaldırırsa salt rezil olmayayım diye bir kaç saat ezber çalışırdım. Sözlüye kaldırmadı hiç. Belki de sürekli ders anlatırken gözlerinin içine dalıp anlattığı konuyu dinlediğimden olabilirdi. O da farkındaydı gözlerinin içine baktığımın. Her halde alışmıştı. Güven vermenin ve kandırmanın değişik yollarından biri de budur.

Elbette her gözüne bakıldığını fark eden kadın kimya öğretmenimiz gibi anlayışlı olmaz. Son derece kaba ve görgüsüz de olabilirler.



benzerler ve Benzemezler


Amın Maalouf' un "Doğu' dan Uzakta" romanı ile Mario Levi' nin "Karanlık Çökerken Neredeydiniz" romanı arasında şaşırtıcı bir benzerlik var. Öte yandan "Kafamda Bir Tuhaflık " oluştu. O. Pamuk belki yukarıdaki konuya ilişkin bilmeden de olsa kitabının ismiyle karışmıştır. Bozacı. Şıracının şahidi bozacı.

Bizim Ulus Meydanında Akman Bozacımız vardı. Ne enteresan ki çıktığım hiç bir dişiyle oturmadım orada. Orası sanki benim özelim benim yalnızlığım benim hüznüm benim halkım benim halkımın kalleşçe sömürüldüğü bombalarla öldürüldüğü ve İlk Meclis' in olduğu yerde ayakta durduğu için tanımsız varlığımdı.

Orası bir bürokrat tarafından KALLEŞÇE ve ALÇAKÇA saldırıya uğradı. Bürokrat
Bin bir fırıldakla aldı orayı...Uğramadım bir daha.


Ankara Misket Havasıyla efil efil eserdi. Tertemiz efil efil. Şimdi Kalleşlerin Alçakların Çıkarcıların İş Bitiricilerin Düzenbazların havasıyla her telden çalmaya başladı.


Neşet Ertaş Halk Ozanıydı.
Yaşar Kemal keşke tüm halkı kucaklasaydı.
ve Nobel' i Keşke alsaydı...


Kandırıkçı Yazarların ve Siyasetin ortasında yeni bir nesil yetişiyor.




İleti...

Yeni bir girişimin olmadığını söyleyebilirim. Bazı kendini beğenmişler, edebiyatta sivrildiğini zanneden ( veya sanatın her dalında ) açıkçası bunaklar diyebilirim, bu konu hakkında kendilerini yetenekli zanneden ahmaklara, resim , hikaye, roman vs. deneme teknikleri öğretmeye çalışıyorlar. Amaçları ortada. Kaybolmamak unutulmamak kederleri dertleri. Ortada işlenecek Ali ve Ayşe var. Ali ve Ayşe' yi şekillendirecekler, kimlik verecekler, karakter sahibi yapacaklar.

Kanımca bu saçmalıklara son da vermeyecekler.

Benim düşüncemse çok basit. Bu sanatlarda GİRİŞ-GELİŞİM-SONUÇ denen rakamsal veya meddesel aşağılamalar olmaz. Zat'ı Şahaneleri ,temel kazıcı- inşaat mühendisi-teknik resimci-mimar olabilirler. Ama anadan doğma edebiyatçı-sanatçı asla olamazlar...

Olsalardı inanın çok ciddi şekilde durur, popomla gülmezdim.

İsmi pek önemli olmayan hanım yazar " M " ile başlayan bir roman yazmış. Sinirden kitabı yırtamadım. Peki ne yaptım? Caddenin karşısındaki belediyenin çöp tenekesine basket attım ve tam da onikiden o çöp kutusuna soktum. İyi ölçmüş-biçmiş tıpkı yetenekli bir terzi gibi...

---


Hayatınız ve Aşk...

Hayatım bana ait. Bu üç sözcük ne kadar önemlidir-önemsizdir bilmiyorum. Ama hayatım bana ait işte.

Çok bilmişler dünyayı düzene sokmuşlar. Mevsimler iklimler denizler karalar ve zaman. Dünyayı ikiye de bölmüşler. Güneyi ve Kuzeyi belki dörde bölmek gibi bir düşünce de geçmiştir içlerinden. Doğusu ve Batısını da ulayarak...Her şey hayatını satanlar için. Oysa işin aslı kaybolmak. Erimek. Ne zaman ne mekan ne yön...Bunlarsız kaybolmak...erimek. Asıl açlığın içinde açlığı aramak. Bulunca da gülümsemek. Açlığı açlığımla kucaklamak. Ben böyle biri miyim?

Gün yirmidört saat. Sınırlı mı sınırlı ve pis bir su gibi kokuşmakta. Tiksiniyorum aslında. Diyelim ki gün aydınlanmaya başlayınca uyanmasını sevmiyorum. Üç saat uyku ile anlaştım. Uyku kızdı. Ama kazanan ben oldum. Uyku bana saygı duydu. Karanlıkta yatıp karanlıkta uyanıyorum. En sevdiğim şey bu. Karanlık beni koruyor çünkü. Altın yaldızlı kanatlarını açıp fırtınalardan kaçırıp kollarıyla sarıyor beni. Korkma insan diyor. Ben varım. Ben korurum. Saf olmamız lazım. Gerek işte.

Neden böyle bir giriş yaptım? Anlamaya da çalışmadım. İçimden geldi. Ben asırlar öncesinden bir kapıdan girdim ve ilk uzatılan kâğıda yukarıdaki üç sözcüğü yazıp o kağıdı sahibine teslim ettim. Sahibi suskun kaldı.

Neden bunca ızdırap bunca ölüm bunca sancı bunca aşk ? Neden bunca aşk ölümsü doğurur gülümsetmez çocuklarını?

Rahmetli Oral Sander' i okumaktan onur duyuyorum bu arada. Siyasi Tarih!

Gülümsedim. Oral Sander' de gülümsedi. Gülümsedik.

İnsanlığın asıl felaketi diyor yazısında; Ağır Saban ve Üzengi' den kaynaklanıyor.
Bu iki buluş hem açlığı hem zenginliği hem de kapitalizmi gün aydınlıkken doğurmuştur.

Peki bu iki buluştan önce insanlar mutlu muydu? Yani en azından. Delikanlı savaşlar delikanlı aşklar vardı. Sanayi Devrimi mi İnsanlığın Ölüm Devrimi mi?

Hayatım bana ait bu yüzden. Kolumda çıkan bezeyi kabullendiğime göre...
Yaşasın Bob Marley...

Uyum Yazınsal ve Aşk Terketti


Uyum sözcüğü kadar kutsal daha başka sözcük/ler vardır herhalde. Ama bu Uyum; tüm çağların, geçmiş ve geleceğin en önemli sözcüğü olması açısından şahların şahı olarak yazınsalda metinde kısacası hayatta değerini bilsek de bilmesek de O tahtını korumaya devam edecektir.

Korkum mu var? Korkum varsa suçumda vardır. O zaman en sevdiğimiz kişiler hastalanırsa ya da biz kanser olursak veya ölümcül bir hastalığa yakalanırsak
neden korkarız? O zaman hepimizin suçu var.

Yazınsal açıdan kendime bakarım zaman zaman. Çoğunlukla usumdan geçenleri
oraya buraya karalar dururum. Sonra da günlerin zamanların dakikaların hatta saniyelerin saliselerin acımasızlığı içinde yitiririm onları yitirmek istememeyi çok
arzuladığım halde.

Aşk da böyledir.
Tarih ve Uyum Kuyusunda
Uykudadır Yürek
Bir Tek Yürek
Gerçeğimizdir
Anılsandığında
İrkilir...

Uyum sorunum çok. Bazı yazarlar önemli veya önemsiz ayrım yapmıyorum. Her şeyi yazıyorlar. Her şeyi yazmak ayrıcalık kazandırmaz. Her şeyi yazmak bir bakıma insanları kandırmak ve tüm yaşananları; asıl gerçeği-asıl yazınsalı unutturmak demektir.

Şükür ki " Kolera Günlerinde Aşk" ı okudum.

---

Ölü Erkek Kuşlar'ı darbe ve darbe sonrası yaşanan ruh hallerini, özellikle ilişkileri kaçışları aldanışları çaresizlikleri aşkları gerçekçi bir yaklaşımla anlatma başarısını gösteren; üstüne üstlük bu konu hakkında yazılan diğer kitaplardan; sayfalar arasında geçen kavga sahneleri o sahnelerden sonra sesli ve sessiz geçen diyaloglarıyla okuyucu kendine çeken, çekmekle kalmayıp okuyucuyu her hangi bir kahramanın kılığına büründüren başarılı bir çalışma olması açısından, yukarıda değindiğim gibi, öteki kitaplardan farklı duruyor olması sevindirici.

Kendi kendime dedim ki, bu hanım yazar okunur her ne kadar kitaplarıyla geç karşılaşmış olsan da. Erkek yazar oku oku nereye kadar değil mi?

Ülkemizde çağdaş romandan söz edilse de ve yazarım diye dolaşan yüzlerce tip' e bakınca yazdıklarını görünce okumaya gayret ettikçe daha ilk sayfasının yarısına bile gelme başarısını gösteremeyen ben, fırlatıp attığım kitapların sayısını unutttum.

Sonra içime bir kuşku düştü. Acaba bu Nobel alan da mı biz sevimli okuyucuları kekliyor düşüncesine kapıldım? Kapıldım tabi. Son romanı kafamda bir tuhaflık var. Bende de var tuhaflık. Kitapçım Adem' e geri verdim. Ne oldu abi dedi? Ben bozacıları çoktan salladım birader dedim. Adem bu. İlla bir kitap verecek. Eline aldığı ilk kitap sizin Mor. Eflatun lila veya mor bilmiyorum ne kadar yakınlar birbirlerine renk olarak. Mor! Sıcak geldi. Yarısına kadar geldim. Durdum. Kitabı kapadım. Kitapta fazlasıyla acele yazılmış yeşilçamvari ( bitse de kurtulsam gibi ) konuların dağınıklığını toplamaya çalışırken kendime çok kızdım.

Bazı yazarlar karalama için çok aceleci oluyorlar.

---

Apartmanların gölgelerinin boş araziye düştüğü yerde, o gölgelerden sakına sakına uzun saçlı, yüzünü göremediğim bir kız yürüyor. Bense çıktığım yokuşu bitirmek üzereyim. Sonra ışıklandırılmış merdivenlerden ana caddeye çıkacağım. Halay çekecek hiç halim yok. Mesleğim ağır işçilik ve yemek yemeye bile gücüm kalmıyor zaman zaman. Neyse başımı kaldırıp baktığımdaysa merdiven basamaklarına oturmuş genç-yakışıklı uzun saçlı, parmaklarının arasında son moda telefon çevrilirken, bu delikanlının kızı beklemekte olduğunu anlamakta gecikmiyorum. Evet kızın ve delikanlının artık arkamda kalan fısıltılı konuşmlarını

duyuyorum.

çoook amaa çoook yorgunum...

...

Rengini bile belli etmeyen zavallı acınası bir yağmur çisildiyor. Yaşlı kadın diyor ki " evladım ben o edepsiz geline bahçelerine girer girmez söylemiştim. Kızım şu köpeği bağla bana saldıracak diye. Dinletemedim. Gel anne bir şey olmaz dedi. Olmaz olur mu? O koca kangal ayak bileklerime saldırdı ben daha açılan kapıdan içeriye giremeden. Sonrada yere yıktı. Ben çok cahilim evladım. Yalayacak sevecek sandım."

Yaşlı kadının görünümü gerçekten kötüydü. Kuduz aşılarına devam ediyormuş. Geliniyle kocasına göre kuduz değilmiş. Hatta oğlu tutmuş annesine sen mutlaka gıcık vermişsindir demiş.

Demek ki gelini ve oğlu çok iyi anlaşıyorlar. Yaşlı kadın bunları anlatırken, oğlunun en azından karısına rol de olsa hıımmm filan demesi lazım. Yok dememiş.

Demek ki gelin oğluna yüzdedoksandokuz iyi bakıyor her yönüyle yüzdebirlede kayınvalidesine. Geline kalsa o bir bile çok gibidir.

26 Mart 2015 11-12 dakika 181 denemesi var.
Yorumlar