Yağmur ve hüzün
YAĞMURLU BİR GÜN
Bugün günlerden pazar, sonbaharın son haftaları odam hala karanlık saat gerçekten on mu yoksa durmuşmu anlamak için kalkıp açtım perdeleri dışarda yağmur önümde birşeyler yazmam için kalkmamı bekleyen buğulanmış bir cam, buğulu cama birşey yazmam için karar vermemi havada bekleyen parmağım. Aşkmı, sevgimi, mutlulukmu yoksa huzurmu yazsam kafam karmakarışık. En iyisi anlamadığım konulara hiç girmemek. Bir daire çizdim gözlerde tamam cinsiyeti ne olsun, gülsünmü, üzülsünmü zor bir karar ya kaşlar çatıkmı yaymı, düzmü olsun aklım iyice karışınca sildim avucumla tamamlayamadığım resmi. Belki bu yağmurlu havada radyoda güzel birşeyler çalıyordur açtım ama hepsi anlaşmış gibi namussuz fm'ler daralan gönlümü sık boğaz edecek şarkılar çalıyor hepsi.
En iyisi çıkıp şehrin caddelerinde delice ıslanmak belki içimdeki karamsarlıklar akar gider kaldırım taşlarından logarlara oradan gedize, gedizden Egeye. Giydim kapşonlu yağmurluğu mu kapıdan caddeye adım attığımda bütün mahallenin baskısı üzerimde sanki delimi bu adam demek için bekler gibi herkes ıslanma fikrinden vazgeçtim aldım şemsiyemi kapı önünde duran arabamdan. Yürüdüm şehrin caddelerinin dört bir yanına amaçsızca yalnızca. Parklar bomboş benim yapamadığımı yapan sandalye masalar arabalar yollar kaldırımlar yağmurun tadını çıkarıyor sanki her biri yağmur banyosunda üzerlerinde sıkıntı olan tozu kiri çoktan akıtmışlar logarlara.
Caddede her şemsiyenin altında farklı bir dünya yağmurdan gizliyor kolkola yürüyen kankaları, aşıkları, yalnızları, dertlileri. Ya hayat mücadelesindeki yarı beline kadar ıslanmış şemsiyesizlere ne demeli koşturuyor çatı altından tente altına. Spil dağını gizlemiş yağmur yüklü bulutlar izliyor olup bitenleri. Ya sokak hayvanları sahi onlar nerde şehirde binaların tüm kapılarıda kapalı onlar nereye sığındı kimbilir belki bir cami avlusunda belki kapalı bir dükkan kapısında belkide bir köprü altında. Kahvelerin önünde tente altına omuz omuza dizilmiş tiryakiler günah çıkarır gibi sigaralarını tüttürüyorlar pervasızca. Sanki koca bir yatakhane kent gibi bu şehir akşam olunca tren katarları gibi sıralanmış otobüs minibüsler emekçi boşaltıyor duraklara. Sabah olunca koca şehir sanki göç eden göçmenlerin sınırı bir an önce geçmeye çalışması gibi araçlarıyla yollara dökülmüş uzayıp giden araç kuyruğunun bir ucu şehrin sokaklarında, bir ucu şehrin çıkışında.
Yaz boyu oturduğum çınar altıda boş çaycı Nezir bir başına gelip geçene bakıyor çay ocağında ilk baharın gelmesini bekler gibi. Kırmızı köprü boyunca bardak gibi sıralanmış yaşlı amcalar da yok. Bir sokakta çöpten dumanlar yükseliyor belliki doğalgaza geçemeyen bir fakir var bu sokakta. Gözüme bir büfede oturan yaşlı amca ilişti camda sıcak süt var yazısını görünce oturdum içerdeki üç masadan birine diğer masada örgü ören teyzede eşi olduğu belli evde oturur gibi rahat oturuşundan. Bir süt içtim kalktım ikinciyi içsem akraba çıkacağımızdan korktum. Ispartadan gelmişler aslen sütçülerdenmişler ne köyümü söyledim nede hangi köyden olduklarını sordum merkezden dedim merkezde kaldık.
Mutlulukta çok alıngan oldu bu aralar çocuk gibi davranmaya devam ederse umudumuda, arkadaşlığımıda, dostluğumuda keseceğim onunla. İşim başımdan aşkınken zır zır çalan cepte çalmıyor bugün nedense. Çağlar sınav için kampa girmese, Çiribeyzo hayatta olsa mutlaka ararlardı. Birde Emilayt hakkını yemeyeyim somadan yengesi gelmemiş olsa oda çoktan arar nerde kaldığımı sorardı. Fakat sevincinden aramayı unuttu herhalde. Ellerim cepte akşama kadar ayak basmadığım yer kalmadı artık eve dönme vakti çoktan geldi. Gün boyu hüznünü sevenler derneği başkanı gibi dolaştım yağmurla birlikte şehri bir uçtan bir uca.