Yalnızlık
Tanımı çok yapılmıştır yalnızlığın. Birçok yazar ve şairin sanatsal ifadelerini bilirsiniz bunun hakkında. Ama, önemli olan sanırım kendi yalnızlık tanımlarımız. Yalnızlığı nasıl tanımlıyorsak öyle bakıyoruz çünkü hayata. Hayata bakışımız da yalnızlığımızın derecesini belirliyor bir parça.
"Geniş, siyah gölgesi hayatımı kaplayan
Tepemde kanat germiş bir kartaldır yalnızlık.
Kalp çarpıntılarıyla günleri hesaplayan
Bir benim, benim olan masaldır yalnızlık."
diyen Cahit Sıtkı için "yalnızlık" ona hayatı zindan eden bir durum olsa gerek. Kaçınılmaz bir durum. Şair yalnızlığı kendi muhayyilesinin yarattığından öte, hakkında bir hüküm veremediği, gökyüzünde her an onu gözetleyen bir kartal gibi tasvir ediyor dikkat ederseniz. Sonrasında ona mahsus bir masal olduğunu iddia ediyor yalnızlığın. Öyle ki böyle diyen bir insan yalnızlığı kendisine ait bir kurummuş gibi görerek yalnızlığını perçinliyor. "Öğrenilmiş Çaresizlik" diyebiliriz böyle düşünen birinin durumu için. Çaresizliği öğrendiği için de böyle yazıyor olmalı şair.
Ne midir öğrenilmiş çaresizlik?
Bir deneyle açıklayalım:Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görürler.Birkaçını toplayıp 30 cm yüksekliğindeki bir cam fanusun içine koyarlar,zemin ısıtılır. Sıcaktan rahatsız olan pireler zıplayarak kaçmaya çalışırlar ama başlarını tavandaki cama çarparak düşerler. Zemin de sıcak olduğu için tekrar zıplarlar, tekrar başlarını cama vururlar. Pireler camın ne olduğunu bilmediklerinden, kendilerini neyin engellediğini anlamakta zorluk çekerler. Defalarca kafalarını cama vuran pireler sonunda o zeminde 30 santimden fazla zıpla(ya)mamayı öğrenirler.Artık hepsinin 30 cm zıpladığı görülünce deneyin ikinci aşamasına geçilir ve tavandaki cam kaldırılır. Zemin tekrar ısıtılır. Tüm pireler eşit yükseklikte, 30 cm zıplarlar!Üzerlerinde cam engeli yoktur, daha yükseğe zıplama imkanları vardır ama buna hiç cesaret edemezler.Kafalarını cama vura vura öğrendikleri bu sınırlayıcı 'hayat dersi'ne sadık halde yaşarlar. Pirelerin isterlerse kaçma imkanları vardır ama kaçamazlar.Çünkü engel artık zihinlerindedir. Onları sınırlayan dış engel (cam) kalkmıştır ama kafalarındaki iç engel (burada 30cm'den fazla zıplanamaz inancı)varlığını sürdürmektedir.
"...Kuşları okuyorum içimde, ağacın kuşlarını
Yeni pişmiş çilek reçeli gibi kaynayan
Dalların üzerinde
Gemilere dadanan kuşları okuyorum bir de
Göklerde bir başına dolaşan
Görkemle
Büyük denizlerdeki yalnız kuşları
Ve okuyorum yıllardır bütün yalnızlıkları
Okuyorum da
Kuş olsun, insan olsun
Yalnızlık sevmesini bilmeyenlerin icadı..."
diyen Edip Cansever'in tanımı kulağıma daha bir hoş geliyor. Yalnızlığın bizlerin icadı olduğuna Cansever gibi ben de inanıyorum. Öyle sıfatlar var ki diyorum, sadece Tanrı'ya yakışan, işte onlardan biri yalnızlık. Küçük dünyamızdakilerse sevmeyi unuttuğumuz anlarda çalıyor kapımızı ve sevmeyi hatırlayana dek de o kapının önünden ayrılmıyor. Dediğim gibi her insan bulunduğu durumun tanımını kendi yapıyor. Yapamıyorsa da böylece seçiyor...