Yalnızlık Alır Götürür Ruhu
Durdu, düş kırıklığının esas duruşuyla durdu. O sarsılmaz, ezip geçilmez ruhlu adamın ellerinden yitip gitmesiyle bir daha durdu bedeni. O güçlüydü, onun yaşamı kimsenin yaşamına benzemezdi. Açtı pencereyi sonuna dek. Burnunun derinliklerine işleyen korku havasının ciğerlerinde oluşturduğu etkiye aldırmadı.
Başını koydu masaya sonra. Acıdı şu aciz haline. Dev, yıkılmaz nefesi vardı onun bir zamanlar. Bükülmez hedefleri, çiğnenmez umutları vardı yaşamının genelinde. Ama şimdi kor yalnızlığıyla baş etmenin yollarını bile bulamıyordu. Yalnızdı! Sonunda dingin umutları da terk etmişti şu koca adamı. Nefsinin hakim olduğu binlerce dokunaklı söze kahroluyordu. Demin açılan pencerenin ardındaki kasvetliliği de bir budalalık saydı. Her şey ahmakçaydı artık ona göre. Hiçbir şeyin bereketi kalmamıştı. Okların hedef gösterdiği kendi aciz ruhunu bedenine uydurmakta güçlük çekse de yine de vardı içinde bir mededi. Kaldırdı başını masadan o koca adam. Devrilmez hal ve tavır takınıyordu kendini kandırmak istercesine. Bulanıklaşan gözlerinin nemi gittikçe artıyor, açık pencereden giren havayla birlikte sanki vals ediyorlardı.
İki elinin arasına başını koydu. Anlamsızlıklarla boğuştuğunu bir kez daha haykırdı içten içe. Bağırmaya taakati yok, umursamaya mecali kalmamış şu adam artık dayanamamanın ağırlığıyla boğuşmakta zorlukların en güçlüsünü çekiyordu. Umursamaz olmalıydı belki ama o bunu yapamıyordu. Bu yaşına kadar da kalbini kimseciklere açmamış, sevgi nedir onu bile bilmiyordu. Belki de ondan bu kadar yalnızdı şimdi. Nefretlerini açığa çıkarmıştı çoğu kez, kalbinin taştan daha sert olduğunu herkese kanıtlamıştı. Kalktı, masayı, açık kalan pencereyi bir kenara bıraktı. Kapının loş kenarında büzüldü, her daim yanında olan yalnızlığına da bir sitem örülüydü içi. Ağlamaya başladı şimdi koca adam. Yalnızlığına, kimsesizliğine, acizliğine, belki de şu hiç bitmeyen korkusuna defalarca ağladı...