Yarımlaşmış bir çocuk...

Babamın gömüldüğü günü hatırlıyorum... Beni öpen, beni koklayan ve 'Oğluum' diyerek beni kucaklayan babamın gömüldüğü günü.
Toprak kazılmıştı. Toprağın bağrında bir babaya, bir oğulun babalı dünyasına yer açılmıştı.
Bir çukur, bir baba, bir oğul ve baba ile oğul arasına atılan kürek kürek kara toprak.
Kürek tutan ellere bakıyordum. Babamı kara toprak ile örten yüzlere bakıyordum.
Donuk yüzler, ağlamasını bilmeyen gözler ve ne yap­tıklarından habersiz eller.
'Babam' diyeceğim, sarılıp elini öpeceğim, nazlı nazlı isteklerde bulunacağım babam, babacığım gömülüyordu.
"Neden ve niçin" sorularıma bir cevap gelmişti: Allah'ın emri...!

Çaresiz ve yarım kalmıştım artık. Ağlayamamıştım bende. Babamı benden götüren emri kabullenemiyordum. Onu içine alan toprak yabancıydı bana. Üstünde geziyordum sadece... Sadece geziyordum ben başka yerlerde... On yaşında bir çocuğa yüklenen büyük sorumluluklar gizliydi o emirde. Çocukluğunun baharında, daha sevgiye muhtaç olduğu bir zamanda onu o sevgiden yoksun bırakan bir emir! O sımsıcak tenin yerini buz gibi bir taş almıştı. O gözler bakmıyordu artık bana. O yüze bakılmıyordu doya doya... Derin bir mezar, iki metre kefen ve toprak ve taş ve soğuk mermer! Babamın tasviri kalmıştı bunlara...
Allah'ın emri...

Babamın öldüğü günü hatırlıyorum... Bana sarılan, sevgiyle yaklaşan babamın öldüğü günü.
Ambulans getirdi, karavan morg hazırdı. Bir gece daha evinde kaldı. Ölmeden önce her karesini dolaştığı evinde... Tanrı'nın katında bir babaya, hayallerde ve rüyalarda bir oğulun babalı dünyasına ferman yazılmıştı... Hayaller, rüyalar, hayat ve bir oğul ile bir babanın sılası. Boş gözlerle etrafa bakıyordum... Bomboş gözlerle. Babamın yokluğuna anlam veremiyordum. Donuk yüzler ve kızarmış gözler kalabalığı hakimdi eve. "Babam" diyeceğim, sarılıp öpeceğim, doya doya yüzünü göreceğim babam, babacığım gitmişti... Yoktu! Yoktu! Yoktu!
"Neden" demeninse zaten bir anlamı yoktu:
"Allah'ın emri . . .

10 Eylül 2010 1-2 dakika 3 denemesi var.
Yorumlar