Yaşam / Hangi Perde
Yılları arşınladıkça neler sığdıracağız belleğimize? Neler unutmuş olacağız, o güne kadar neleri göz ardı edip, sustukça taşamadığımız anları haykıracağız ruhumuza? Gelecekte ne değişecek, neleri göremez olacağız, neyi duyamayacak, aşkı, sevdayı, yaşama olan coşkun hevesimizi nereye gömeceğiz o zaman? Ya da hangi hazin yük bindikçe tepemize, önceliklerimiz değişecek birer birer?
Adımızı bile unutacağız belki, günler geçtikçe kimleri belleğimizden sileceğiz teker teker? Kalbimiz hızla, heyecanla atamadığı vakitlerde kimi barındırıyor olacak içinde? Maziyi silik izlerine sarıp yollayacak mı yoksa onları da unuttuklarımızın yanına? Kavuşma anı gelip çattığında, hangi duygumuza sığınacağız, kimi sevdiğini söyleyecek dilimiz? Ötedeki berideki anıların gelecekle, geçmişle, bugünle arasında hangi çetin savaşlar yaşanacak ki iki arada kalan delişmen tavırlarımız kendinden geçecek, bizi umursamaz olacak?
Geçmişi tabir etmekle zorlandığımızda bir ihanet de kendimizden gelecek kendimize. Yaşayamadığımız her coşkuyu bugüne taşıma niyetiyle her yola girecek, her ırmağın suyundan tadacak, her buhranı geçireceğiz. Öyle ki unuttuğumuzu sandığımız hatıralarımız bize öyle bir oyunun içerisinde bulunacak ki, nereye ait olduğumuzu, düşüncelerimizi, sarf ettiklerimizi, elimizdeki lekeleri, her bir saklambacımızı kaybedeceğiz. Düşecek belleğimizden bütün sözler. Sanki bize ait değilmiş gibi hissedeceğiz binlerce kelimeyi; beğendiğimiz, sevdiğimiz tüm cümleleri şimdi öylesine lanet bulacağız ki, yavaş yavaş değişen her hücremizi baştan başa tekrar keşfetmek zorunda kalacağız. Tabiatımız anı sarhoşluğundan, geçmişin yabancılığından yalpalayacak, sendeleyecek ve nitekim yine geleceğin kucağına düşecek.
Gözyaşları arasında hatırladığımızda üzerine kum örtüp kalbimize gömdüğümüz aşklarımızı, bir yıldırım edasıyla çarpılmışa döneceğiz. Her şeyimiz allak bullak olacak o zaman; aklımız, kalbimiz, tüm duygularımız depreşecek, sarsılacak, geçmiş zamanın esintilerinde boğulup kendinden geçecek. Gelecekte bile aynı anıları tekrardan yaşayabilme umuduna kapıldığımızda, kendimizi o umudun kollarına atacak, işte ancak o zaman mutluluğun hakkaniyetine, gerçeğine kavuşmuş olacağız.
Kah bulamadığımızda geçmişe ait aradığımız her kokuyu, dokuyu, sesi; yılacağız. Kollarımız, ellerimiz boş kalacak, o sarsılmaz inancımızın devrilip yok olmasıyla daha bir ölüme yakıştıracağız kendimizi. Ama ne olursa olsun, bir kırıntı kalacak yüreğimizin bir köşesinde; geçmişte yaşanılan taze aşklar, doludizgin, dolu dolu yaşanan o aşklar kalacak içimide. Aslolan duygu da bu olduğundan, kendimizi kaybetmemize gerek kalmayacak, mutluluğun soyadını biz koymuş olacağız. Zira mutlulukla eş değer ancak aşk vardır ve bu nedenle mutluluğun eksikliği ancak geçmiş mısralara takılı aşk ile tamamlanabilir.
Şimdi hangi umuda takacağız gülüşlerimizi? Hangi mevsimin baharına ulaşıp, dingin ruhumuza yakıştıracağız çabalarımızı? Silinen tüm sonlar başlangıcımızın hangi gününü aydın kılacak? Hangi acımız dinme büyüklüğünü gösterecek ki onun nihayetinde hangi ruhumuz solmuşken yeniden canlanacak?
Yine de biz her şeye rağmen yaşayacağız. Hiç ağlamayacak, unuttuğumuzu sandığımız aşkımızı yeniden coşturacağız. Hem zaten hangi aşk mutluluk olmadan yaşayabilmiş ki?..
Öyle ki yaşam çabalandıkça geçmişle geleceği bir tutacak, yaşlandıkça değer üzerine umutlu bekleyiş kazanmış olacak aşk...
HAZİRAN 2012