Yaşamak
Otobüsle Bursa'ya gidiyorum. Ön koltukta oturan bey ile yanındaki bayan bütün gece konuştular. Ben öndeki koltuğun arkasında bulunan küçük LCD tv den film izliyorum. Arada etrafa bakıyorum. Bu arada konuşmalar arasında 'Maşallah!' dedi bayan: 'Çok uzun yaşadı!'
Bahsettikleri şahıs uzun yaşamış. Allah ömür versin her kimse o şahıs. Yaşamak kelimesi kafama takıldı. Benim 'Yaşamak' tan anladığım tamamen farklı. Genelde doğumla ölüm arasındaki süre yaşamak olarak kabul edilir. Ben böyle kabul etmiyorum.
Hani deseniz ki 'Nefes alıyorum ya!' Yahut: 'Su içiyorum, yemek yiyorum, bir meşgalem var, bir evim, bir eşim, bir işim var. Şu kadar yıldır yaşıyorum işte!' deseniz de, bana göre yanılma payınız çok yüksek. Keşke dediğiniz kadar yaşamış olsanız.
Bana göre yaşamak takvim yapraklarıyla ölçülemez. Yıllarla ölçülemez.
Bir yıldan daha fazla yaşayan kaç kişi var acaba, hep merak etmişimdir. Çocukluk dönemini saymıyorum. O dönem şuursuzca bir yaşamaktır. Büyüdüğünde anlamsız gelen bir koşuşturmadan, kahkahadan, gülümsemekten ibarettir. Ne keşke vardır ne iyi ki. Benim bahsettiğim hayatı tanıdıktan sonraki yaşamak.
Bana göre yaşamak kavramı farklıdır demiştim. İnsanın hayatında mutlu olduğu süredir yaşamak. İşte bu ana yaşamak diyorum. Diğer zamanlar, bedenin ve nefsin ihtiyaçlarını karşılamaktan ibaret değil midir?
Nefes aldığınız yılların sayısı ne kadar çok olursa olsun içinde mutlu olduğumuz saniyelerin toplamı kadar yaşadığımıza inanıyorum.
Açmamış bir çiçeğe, ötmeyen bir bülbüle yaşıyor diyemem ki...
Düşünüyorum da ben ne kadar yaşadım? Üç beş ay olmuş mudur acaba? Bir yaşına girebilmiş miyimdir?
Güzel bir şiir yazdığımda, o şiir şiirim çok güzel yorumlandığında, güzel bir tablo yaptığımda, çocuklarımın başarısında yahut gülümseyişlerinde sevgiyi yakalarsam mutlu oluyorum. Ameliyat masasına yatırdılar beni, kollarımı bağladılar. Narkoz verip uyutacaklar. Tam o anda büyük kızım Asûde'nin yanıbaşımda 'Ne haber baba!' diyen sesini duyuyorum, başımı çeviriyorum: Cerrahi kıyafetleriyle gülümsüyor yanımda. Nasıl mutlu olmam o birkaç saniye. Ya da doğum gününde küçük kızım Asena'yı arayıp, ' Saatlerdir çaldırıyorum hep telefonun meşgul. O telefonu bizimle görüşesin diye aldım. Kırdırma bana telefonunu, ben aradığımda bana cevap vereceksin.', dedikten sonra, 'Arkadaşlarım doğum günümü kutlamak için arıyorlar...' gibi sebepler sıralarken sözünü kesip: ' Asena, canım kızım benim. Doğum günün kutlu olsun!' dedikten sonra telefonu kapatıp, onun şaşkınlığını, kızgınlığını hayal etmek de beni nasıl mutlu etmez?
Bir iyilik yaparsam birine, bir çocuğu sevindirsem... Bir yürekte bir sıcaklık yakalasam, bir masada o yüreğin sıcaklığını yudumlasam, mevsim hangi mevsim olursa olsun, ister sabah kahvaltısı ister akşam yemeği tabaklara birazcık bahar koyabilmişsem bakışlardan, davranışlardan nasıl mutlu olmam.
İşte benim mutlu olma sebeplerim kısaca bunlar.
Şimdi, bu mutlu olduğum, yani yaşadığım saatleri bir araya getirip toplasam acaba ben kaç ay yaşamış olurum? Hesabın altından çıkamıyorum. Yani bir yaşını doldurdum mu? Kaç aylığım? Bilmiyorum, bilemiyorum.
Sahi aklıma gelmişken sorayım: ' Siz kaç yaşındasınız?'