Yedinci Mühür
' İnanç taşıması zor bir yüktür. ne kadar yüksek sesle çağırırsan çağır, karanlıktan sıyrılıp, hiç gelmeyen biri gibi...'
Ölümün çaresizliği bir sır gibi boyunlarımıza yazılmışken onunla kıyasıya yarışmak ve yenebileceğimizi düşünmek garip bir muamma olan hayatlarımızda yalnızca zaman kazandıracak ve gerçeğin hiçliğine ulaşabilmemizde belki de yardımcı olacaktır. Bergman'ın bir çok filminde gördüğümüz gibi inanç, ölüm ve hiçlik duygularının kafa karıştırıcı ve insanı yavaş yavaş melankoliye götüren serüvenini yani özünde tanrı arayışını 7. Mühürde de görüyoruz. Orta çağın skolastik baskısının din adamlarının ve kilisenin insanlar üzerindeki bağnaz tutumu ve insanların inanmaktan başka bir seçeneğinin olmayışına kendilerini inandırdıkları bir dönemde kahramanımız Antonius hiçlik savaşının ortasında tanrıyı ya da hiç değilse tanrıdan bir iz aramaya çalışır.
Şövalye Antonius' un Ölüm ile diyalogları başka filmlerdeki kadar yüzeysel veya bir oyun edasında değil Bergman'ın ustalığı sayesinde insanın kendi iç sesi gibidir, adeta her gün kendimize sorduğumuz soruların ölüme sorulması, samimi bir cevap beklenmesi ya da bir garanti arayışı gibi. İnsanın duygularıyla tanrıyı kavraması imkansız mı tanrı neden bize kendisini hiç göstermiyor, ya da aslında gösteriyor da biz göremiyor muyuz?
Şövalye değişen dünya düzeninde adeta 20.yüzyıldan ortaçağa tekrar gönderilmiş ve inanca ya da tanrıya ve hatta ölüme bile meydan okuyabileceğini düşünebilen sorgulayan bir zihne sahipken etraftaki insanlar tam da ona tezat veba ile başa çıkmaya çalışanların tanrı tarafından lanetlendiğini düşünüyorlar ve tanrıya inanmamanın ve hatta daha ileri boyutta onu sorgulamaya çalışmanın bile son derece lanetli ve şeytani bir tavır olduğuna inanıyorlar.
Aynı dünyanın ve zamanın içerisinde birbirlerinden bağımsız yaşamakta olan diğer kahramanlarımız oyuncular ya da hokkabazlar ise kendilerini insanları eğlendirmeye adamış masum ve temiz kalpli Jof ve karısı Mary. Hatta tüm bu karmaşıklığın ve dini baskının ortasında Jof o kadar saftır ki, metafizik öğeler görür ve Mary'e anlatır. Oysa Mary ona inanmaz ve tüm bu anlattıklarını başkalarına anlatmaması için onu uyarır çünkü insanlar onu anlamayacaktır ve deli diyeceklerdir.
Hep birlikte yolculuk ederler, eğlenceli hokkabazlar şövalye ve onun tanrıya inanmayan arkadaşı, ölüm ile satranç sürerken diyaloglar gittikçe insanı kafasının içindeki onlarca soruyla karşı karşıya getirir ve garip bir çıkmaza doğru sürüklemeye başlar. Yine ortaçağa rağmen şövalye ölüme şunları söyler; 'Ben bilgi istiyorum! inanç ya da varsayım değil, bilgi! tanrının elini uzatıp kendini göstermesini ve benimle konuşmasını... karanlıkta ona sesleniyorum, ama sanki hiç kimse yok.' Ve ölüm; 'belki de hiç kimse yoktur!' diye yanıtlar.
Artık karşı konulmaz bir tanrı ve hiçlik sorununun ortasındayızdır; her şeyin bir hiç olduğunu bilen biri ölüm karşısında yaşayamaz cevabını veren şövalye arkadaşlarıyla beraber yolculuğa devam eder ve yolculuk bittiğinde ölüm artık görevini yapmak için hazırdır ve iyi bir sonmuş gibi düşünmemize neden olacak şekilde, jof ve ailesi ölümle karşılaşmaz ve hayatlarına devam ederler, şövalye ölüm karşısında yenildiğinde temiz kalpli Jof onların gidişini görür; ölüm onları dans ederek götürüyordur ve elinde kum saati ile tırpan vardır; ölüm kaçınılmaz bir gerçektir zamanı elbet gelecektir...