Yetke Ya Da Otorite 6
Uzun bir sosyal birlikler dönemi sonunda, komünsel süreçler gelip mülkiyet ilişkilerine dayandı. Ve bu süreçler kendi içinde de, toplumları; eş deyişle mülk ilişkilerini ve sınıf ilişkilerini ortaya çıkardı. Toplum mücadelelerinin büyük kısmı, sınıf ilişkilerinin savunuluşlarını oluşturur. Başlarda, sırf sosyal etik işleyişin bir yetkesi olan otoriteler, artık bundan böyle de, sınıf ilişkilerini, sınıflar etiğini de, düzenleyen mekanizmalar da olacaklardı. İşte sosyal birlikler döneminde, öznelci inançsal oluşmaların içinde, meşrulaşan YETKE?OTORİTELER kendisinden sonraki sınıflı toplumların da, sınıflar arası ilişkilerini, sınıflar arası etiğini ve sınıflar arası nesnel ilişkilerini, düzenlemeye matuf, geçici bir süre yetke olmanın bir müktesebatı olmuşlardır.
İttifak toplumları içinde, sınıflı toplumların girişen, artan çelişiklileri karşısında, öznelci inançsal gelişmeler, giderek hem sistemleştiler (kendi toplum ve sosyal etik çelişme ilişkileriyle dinleştiler) hem de bu dinler değişmezliğin kuralı oldular. Çünkü dinler mevcut yapıyı koruyabilmek için ilkten beridir bu böyledir, bu böyle olmak zorundadır, demenin bir kuralı olmak için değişmezliği savunmak, yoluna girmiştiler. Böylece inançlar, evrimci gelişmenin, yolunu da tıkamıştırlar. Yol tıkanmıştı ama sınıfsal çelişkiler geliştikçe ve giriştikçe, kendi yolun da yeni etik ve nesnel kurallarla düzenleştirmesi gerekiyordu.
Dinler bu kez de, 'şartlar değişince hüküm de değişir' diyemediklerinden. Yine dinler zaman içinde 'şeriatlarının yeni şartlarla geçersizleştiğini' söyleyemediler. Zaman henüz bunları anlamaya müsait zaman değildiler. Bu nedenle inançlar, 'değişme esastır ve zamanla gelişemeyen ölür' diyemezdi. Diyemediği için de 'söz baştan söylenmiştir' diyerekten, otoritelerini sarsmamak için şeriattan sapıldığını söyler oldular! Her yeni gelişmelere ters düşen söylemlerini,'eksi şeriatın unutulduğunu' söyleyen takıya iddialarla, yeni dinleri; ya da eski dinlerin (şeriatların, tutulan yolların) güya 'düzeltilmişlerini' reforme edilmişlerini, o günün sosyal ilişkilerine göre ortaya koydular.
İşte otoriteler toplum içinde bile, eski öznelci anlamalı ve dini biriktirmeli olan, ilk tipten yapılardı. İnançlar kendi otoritelerinden ötürü, kendilerini sınırlayıp, otoritelerini de tıkamıştılar. Artık güncel deneysel ve bilimsel katkılıklar, ancak nesnelci öznel alanın yetke dinamikliği ve çekenliği içinde biriktiler. Böylece nesnelci öznel otoriteler (yetke) daha hızla birikti. Daha hızlı değişip dönüşmeye ve müktesebatlarını oluşturmaya başlamıştı. Uzun süreçler sonunda insanlık, genel inançları da oluşturmalarıyla, dinlerin toplumsal oluşma alanından ayrılıp, kişi öznel dinamikliğinin eline verilmesi gerekiyordu. Öznel inanmalı, mistiği olmayan insan da veya sürekli tinsel ve tensel gelişmeyen insan da; yarımdı.
Bu tür laik değişirliklerin demokrasi denecek nicelenmeleri ilk kes, MÖ. VIII yüz yılda, söz gelimi Atina'da ve Roma'da görülmeğe başlandı. Devrin otoriter olan gücü, üretim aracı olan toprak mülkiyeti sahipliğiydi. Bu mülkçü sahibi yet, yönetimin de, otoritenin de sahipliği idi. Atina demokrasisi, tüccarlarla diğer tür halk kitlelerinin işbirliği sonucu, içinde kölelerin ve kadınların iradi olmadığı bir şekilde, halkın yönetime katılır olmasının bir ilk nüvelerini, ortaya koyabilmişti. İnsanlık bu yolun başı olan, yarım yamalak girişmelerin becerisini, ortaya koyabilmişti.
Sonuçta demokrasiler de, bir sınıf egemenliği hareketidir. Siz ne kadar demokrasi içinde olursanız olunuz, demokrasiler bir sınıf egemenliği olma karakterini daima taşır olmaktan, hiçbir zaman kurtulamazlar. Şu halde; demokrasiler içinde, bir sınıf gücü olaraktan otoriteleri, elde tutabilmenin de mücadele edilir bir yanı vardır. Demokrasiler de, işlerleştikçe; kusurlar ve aksamalar yığınıdırlar. Söz gelimi, azınlığın çoğunluğa boyun eğmesidir, bir sınıfın diğer sınıfa egemen olması isteğidir, egemen olamayan sınıfın, egemen olan sınıfa boyun eğmesi ikili mücadelesidir. Yani demokrasi bu alanıyla da, otoriteden taleple şilen sınıfsal mücadele bilincidir de. Özü itibarı ile inanç içermezler.
Tüm bunlar ve bunların gerçeklenmesi için de sistemler örgütlenmelidir. Sistemli örgütlenmeyen yapı içi hareketlere, şiddetin (otoritenin) zorla uygulanması söz konusudur. Yazımın ilk başında demiştim: otorite olumlu ve olumsuz belirebilen bir etkin güç ve etkin bir eğilimleştirmedir. Doğal ve nesnel ıralılığın moda mod eşitlikçi olamama kuralının belirmesidir. Ve demokrasi yolun işlek (değişken ve kaygan) olmasının da bir verimliliğidir. Ama ezen ezilenlerden birinin tahakküm azmasını gerektiren birçoklaşmada olmamalıdır. İnsanın ahlakı, insanın olgunluğu, insanın değer duygusu ve insanın evrensel bilinci bunun için vardır.
Demokratik cumhuriyetler de mülklü mülksüz ilişkileri iyice bir artan şiddetle (kapitalistçe) ortaya konur olmaktadır. Mülksüzlerde bu sistemde artan oranda (tüm bilmezlikleriyle) yönetime (yetkenin uygulanması içinde söz sahibi olmaya) artan ölçüde katılabilmektedirler. Sonuçta, demokrasi gerçekleşir somut olanlardan daha çokta, bir ideali yansıtır. Gerçeklenmesi arızalarının belirenlerine doğru yürünmesidir. Bu bağlamda da, her gerçekleşen demokrasi de kendisine doğru yürünmüş olanlardır.
Toplumsal işleyişler tek yanlılıkla büyüyen girişmeleri ile şiştikçe, otorite işleşebilmek için demokratik olmanın zorunluluğunu hisseder. Ama bu kendi menfaatini sağlayana değin geçici belirip kaybolan, sizin farkında bile olmadığınız bir girişmedir. Bu yüzden toplumsal olaylarda, kurtarıcı beklemekten çok kişilerin, örgütlerin, sürekli ilişki bağları içinde otoriteden haklarını talep eder olmaları asıl ve esastır. İstemlerinizin hak olması kadar, toplumsal olanı bilme, toplumsal olandan haberdar olma ve toplumsal ilişkilerin gidiş sürecini denetleme ve sorgulamakta, demokratik hakkınızdır.
Yazımın sonuna gelir iken şu tespitimi de belirtmeliyim. Başlangıcın sosyal birlik koşulunda belirlenimler ortaya konsada, bu belirlenimler birlik üyelerince bilinir olsa da, üyeler zaman zaman bu bilinir olan ilkeleri ifa eder olsalar da; keyfi gibi bu yapılanları bir merkezin buyurur olmaması nedeni ile yaptırımlı bir otorite kabulü gibi algılanamıyor olmalıydı. Bu dönemin ve bundan sonraki sürecek olan ve binlerce yıllık toplumsal dönemin otoritesi tek kaynaklı seslendirilir tabu yetke olmak zorunda idi. Yani otorite merkezi tekilci oluşmanın buyurması ve buyruklaşması idi.
Oysa demokrasilerin, işler olması ile toplumsal olanın, aksar olmalarından ötürü aksayanların düzeltilmesidir. Bu düzenlenişler yanı sıra da, bu düzeltilmelerin merkezdeki literatürde birikmeleri oluştu. İşte bu birikenler de merkezi otoritenin kendi uhdesini de, belirlendi. Nasıl demokrasiler bir otoriteye karşı bir birey ve bireylerin; bir kurum ve kurumların; bir demokratik örgüt ya da örgütlenmelerin eliyle olan gerçeklenirci, kullanımının girişmesidirler. İşte otoritenin demokratik usullerle böyle bir işlevci düzenleş ilmesi de ortaya çıkmış oldu. Böyle olunca da, demokrasiler; otoritenin birlikte ve katılımcılıkla oluşturulabilmesinin de, bir yolu olup çıktılar.
Yani eskiden beri, tekil tabu olarak var ola gelen otoritenin, tekil buyurma kaynağı, şimdi genel düzenleş ilmenin, en ücra hücre kan damarı düzenleş ilmesi ile genel anlatımın içinde mütalaa edilir bir yaptırım oldu. İşte bu da otoritenin katılımcılıkla ayrıntılarda yaşanarak, demokrasi eli ile birlikte düzenlenilmesinin yolunu ortaya koydu. Böylesi kimi yollar aşağıdadır.
Toplumsal otoritenin, demokratik talepleş ilme olmasının, nesnelci ve öznelci olan yanında, çoğunluğun yönetimi olgusu ve azınlık haklarının korunması olgusu vardır. Yine toplumsal otoritenin demokratik talepleşmesi içinde, otoriteyi uygulayanların halkın desteğini alması yöntemi vardır. Sosyal eşitsizliği yok etmek ya da sosyal eşitsizliği en minimize etmek vardır. Ha keza fırsat eşitliği sağlama, organizasyon ve devleti ve otoriteyi; şekillendirme hep demokratik talep işinde bir demokrasi hareketidir.
Hâlbuki eski toplumsal yapı ile müştereken giriştirilen inançsal, dinsel otoriteler içindeki yönetici birimler çoğunluğun yönetimi gibi bir oluşma içinde olmayıp, halef ya da tanrı vekilinin halifesi olacak; akrabadan kişiler olan; enişte, oğul, yeğen, damatlar gibi ilişkilerin üzerinde belli çevrelerin ittifakı ile bunlar otorite kılınmıştırlar. Çoğunlukçu ya da egemen çevreler uzlaşısının demokratik oluş yanı çıkarsa da, demokrasi gibi mütalaa edilemezler. Otorite birim hücrelerle iletişip o hallere göre de yapılaşıyorsa bu demokratik bir işlerliktir. Değilse yönetim gücünü halkın seçer olmasının kendisi demokrasi olmayıp, bir demokratik adımdır.
Kimi yönetim otorite merkezlerinde, halkın desteği yerine, dinsel güç kaynağının halefi olmak vardır. Yani talepleş ilemeyen totaliter bir otoritedir. Sosyal eşitsizliğin en aza indirilmesi olan, demokratik adımları hiç yoktur. Aksine sosyal eşitsizliğin kaynağı ilahi otoritedir. Yani ilahi baskı (güç-otorite) 'rızıkları bizatihi kendisi eşitsiz' dağıtmıştır. Unutmayalım bu günkü mantık ile dünü kıyaslamak hiç de doğru değildir.
Siz köleci düzeni ancak yukarıdaki söylem gibi anlayışlardan hazmettirip işler kılabilirdiniz. Çünkü insanlığın elinde, nesnelliğin ne tam bir anlaşılmış özgürleştirmesi vardı. Ne de tam bir üretim güçleri ve üretim ilişkileri, bugünkü sosyal adalet gücünü ortaya çıkaracak denli güçlü ve işlevsel yetkinlikte değildi. Ama uygarlaşmanın da böyle bir süreçsel aşamalardan geçtiği de görülmelidir.
Aksine demokrasi içinde eşitsizliği en aza indirmek demek, 'rızıkları eşitsiz dağıttık' diyen öznel ideolojik anlayışların, bugünün koşulları içinde geçerli olmayan, bu gibi ilahi söylemleri nostaljik gerçekleri ifade eder hıfzetmeler olarak, bilmemiz demektir. Aksi halde, hele hele dini ya da inançsal otoriteler içinde iken demokratik organizasyonlar yapmanızın, devleti biçimlendirmenizin, otoriteyi şekillendirmenizin, bırakınız demokratik tavır olmasını, bunları aklınızdan geçirmeniz de, ilahi iradenin kudretinden şüpheye düşmeniz olur!
Artık okur, demokrasinin genel çıkış kaynağını bilince, kendi düşünmesini ve kendi istidlal (hüküm) çıkarımlarını yapabilecektir. Söz gelimi okurlar, yargılanma isteminin, ya da siyasi eşitliklerin; merkezi otorite ile yurttaşların girişmeleri sonucunda oluşan, demokratik bir talepleşme olgusu olunduğunu kestirebilecektirler.
21.05.2010