Yitirilmiş Hayatlar
Farkındayım. Ama bu benim kaderim.
Yeteneksizlik, yaşama beceriksizliği doğuştan gelir, daha ilk dakikadan ilk saniyeden başlayarak. Herkes, her şey, yeryüzünde var olan düzen ve işleyiş sana karşıysa yapacak, yapılabilecek hiçbir şey yoktur maalesef. Elden hiçbir şey gelmez. Bir kafese kapatılmış gibi kısılır kalırsın. Uğraşmak boşunadır. Bütün ömrün boyunca her şeyi eline yüzüne bulaştırırsın. Elini attığın, tuttuğun her işte rezil olursun.
Okul hayatın başarısızlıklarla dolar taşar. Sen anlamak istedikçe, tüm dersler karmaşıklaşır; sen öğrenmek istedikçe tüm kitaplar tüm hocalar anlaşılmazlaşır. Hepsi yeteneksizdir, yetersizdir.
İş Yok! Çalışmak istersin, işe almak için deneyim isterler, sertifika isterler, belge isterler. Referans isterler. O sertifikayı alırsın, bu kursa gidersin, falanca belgeyi almaya hak kazanırsın… Kusura bakmayın, şartlar değişti, o elinizdekiler artık yetersiz derler. Deneyiminiz yoktur. Herkes deneyimli eleman isteyince, deneyimsiz olanlar o deneyimi nerede edinecektir? Kafan almaz, cevap bulamazsın bu kadar basit bir soruya bile... Kıvranır durursun da asgari ücrete bile talim edecek bir iş bulamazsın. Etrafındakiler, ailen, tanıdıkların “çalışmıyorsun, iş bulmuyorsun” diye burnundan getirirler. Kimse anlamaz seni. Aslında hiçbiri ağzını açmasa bile sen zaten ruhsal dengeyi bir kez daha sarsıntıya uğratacaksındır, üç kuruşu bulmak ne mümkün. Yine de kimse susmaz. Ellerine geçirmişlerdir seni bir kere. Herkes konuşur.
Çalışma hayatın berbattır. Amirlerin seni sevmez, daha ilk gördükleri dakikadan itibaren senden hoşlanmazlar, arkandan dedikoduların yapılır ve bunlar kulağına gelir. Soruşturmalar, incelemeler, önüne gelip giden yazılar alışkanlık yapar. “Konuyla ilgili olarak ifadenizi yazmanız…”, “belirtilen husus hakkında bilmem kaç gün içinde savunmanızı vermeniz…” rica olunur. Dilekçede arz yerine rica etmişsin, olmamış. O olmadı, bu olmadı. Bunalırsın, cinnet geçireceğini sanırsın. Olmadı, basarsın istifayı.
Yeni bir iş bulursun. Herkesin bir kariyer basamağı olarak gördüğü durumlar senin için bir cehennem azabına dönüşür. Bir dilekçeye bakar; yaz dilekçeyi ver istifanı, idari görev senin neyine...
Askerde disiplin koğuşlarına girip çıkarsın, sırsıllaşır, arsızlaşırsın.
Farkındasındır. Farkında olmak öyle sanıldığı gibi her şeyi düzeltmeye yetmez. Farkındasındır ama o yaşama yeteneksizliği yapışmıştır yakana bir kere.
Verdiğin borçlar geri dönmez. Elini attığın tüm ticari girişimler yürümez. Açtığın işyerleri batar. Kefil olursun, kazık yersin. Ortak bulursun sahtekar çıkar…
Nafile… Hiçbir çıkış yolu bulamazsın.
Ve sonunda yapayalnız kalırsın. O yalnızlık çığ gibi büyür. Bir okyanus kadar derinleşir. Derinleştikçe de anlarsın ki, aslında yalnız kalmamışsın; en başından beri zaten yalnızsın. Hem de yapayalnız... Kronikleşen başarısızlıkların, artan beceriksizliklerin belirginleştirdiği, su yüzüne çıkardığı, yaşam yolunun kurguladığı bir yalnızlıktır bu.
Çocukluğundan beri, oynadığın her sokak oyununda, atari salonlarındaki her jetonuna iddiada, arkadaşlarınla yaptığın her basit müsabakada, maçta bile yenilmişsen, kazandığını hiç anımsamıyorsan bunun yalnızlıktan başka bir adı olamaz.
***
İstediğim gibi yaşamayı uzağından veya yakınından beceremedim. Üzgünüm.
Gecenin bu vaktinde bu yazıyı adam gibi yazacak temiz, boş, bembeyaz kağıtlar bulmayı bile beceremedim. Fotokopilerin, dolu kağıtların arkalarına yazıyorum bu yetenek fukarası yazıyı. Öyle yorgun, öyle çaresiz ve öyle yalnızım ki, hayat bende kördüğüm olmuş. Sanki hayatın kördüğümü benim.
Evet; yorgun, çaresiz ve yalnızım…
İnsanı kuşatan, sarıp sarmalayan, kaçışı kurtuluşu olmayan bir lanettir bu yalnızlık belki de. Uyurken, gezerken, dinlenirken, gülümserken, çalışırken, kalabalıkların içindeyken bile bilincinin derinliklerinde bir kuytuda; orada olduğunu, daima orada olacağını, senin peşini bırakmayacağını usul usul, sinsice ve sürekli olarak sana fısıldayan o yalnızlık.
Ben kendi kaderine hapsolmuş bir insanım. Çaresi yok, kaçışı kurtuluşu yok. Ben buyum, bu yazgıyı yaşamak zorundayım. Dedim ya, bu benim kaderim. Her şeyi berbat etmek benimle birlikte gelişen ama esasında benden kaynaklanmayan, yaşamın benim üzerimden yansıması olan bir özellik. Böyle olmasını ben tercih etmedim. Bu benim seçimim değildi ve olamaz da. Ama bu kadere mahkumum ve değiştirme olanağım yok. Öyle bir hak tanınmamış bana.
Beceriksizlik gölgem gibi beni sürekli izleyen bir illet… Anla diyorum, beni anla. Ama anlatamıyorum ki… Kendimi ne sana ne de kimseye anlatamıyorum. Anla desem ki neye yarar? Anlatamadıktan sonra. Anlatmayı becerebilsem bu yazı bu kadar uzun sürmez, bu kadar uzun sürmesine rağmen yine de eksik kalmazdı.