Yoğunlaşmak
?Telaşlı serçeler gibi zamansız ve saçma sapan bir ölümle, karagözlü kızını ve dostlarını bırakıp giden Sülo'ya...
Geçen gün bir arkadaşla tavla oynuyorduk, bir ara oyuna ara verip bana üniversite yıllarında bir arkadaşıyla tavla oynamasını anlattı, ama tavla oyunundan çok bir ibadeti, bir tapınmayı, bir babanın kızını sevmesini anlatır gibiydi. Gözyaşlarıyla ifade edilmeyen bir ağlamaydı. O anda yaşadığı özlemi, dostları , dostlukları yitirişin acısını sözcüklerle anlatmak en azından benim sözcüklerimle anlatılamayacak kadar derindi. Sığ bir yaklaşımla bakarsanız sonuçta yıllar önce oynanan bir tavla oyunu denebilir, fakat anlatılmaya çalışılan sadece oynanan sıradan oyun mudur? Sıradan bir tavla oyunu neden anlatılsın ki...
Anlattığımız her olay aslında beynimize ve yüreğimize işlenen sevgiler dostluklar, paylaşımlar, özlemler değil midir? Yılmaz ERDOĞAN bir insanın bir kente bağlılığını aslında anılarına ve geçmişine bağlılık olarak belirtmiş ve bunu 'Vizontele' filminde Belediye başkanı Nazmi ERDOĞAN'a söyletmişti. Gerçekten de yaşadığımız hemen her olay beynimize kazınır. KJimi zaman duygusal dünyamızı kimi zaman düşünsel dünyamızı sarsar bilinçaldından.
Eğitimde son yıllarda revaçta olan nöro fizyolojik kuramcılara göre insan her yaşantıdan sonra farklı bir bireydir. Yaşanandan önceki birey değildir. Yaşantılar bir şeyler eklemiştir. Yaşananlar yaşamımızın yapıtaşları olurlar. Sevgiler özlemler, nefretler, kinler üretirler. Bu kavramlar bir şekilde günlük yaşamımıza, ilişkilerimize, işimize,inançlarımıza, beğenilerimize, tercihlerimize kısaca yaşamımıza derin etkiler bırakırlar. Kırık, yaralı ve yoksul bir çocukluk yaşamış bir bireye hangi doktor ne yapar, hangi bir ilacı verir onarmak için?
Yaşamda bizlere aynı insanlarla, aynı duygularla bir daha bir araya gelme şansı tanınmamıştır. Felsefe kitaplarında çokça kullanılan Herakleitos ait bir sözle belirtmek gerekirse ' Aynı ırmakta iki kere yıkanılmaz.' Aynı insanlar aynı duygularla yaşanmaz bir daha. Enteresan olan biz insanlar çoğu zaman bu gerçekliğin farkında olmayız. Yaşamakta olduğumuz anı özümseyemeyiz. Olması gereken farkındalık yoktur. Bir yazar yaşamı tanımlarken; 'Neler yapacağımızı planlarken başımızdan geçenlerdir' demişti. Ne tuhaf kurgudur daha olmayan yahut hiç olmayacak için, olanı harcamak. Bir tür kumarbazlık değil midir olanı harcayarak sürekli planlamak.
Eric From anı yaşamak, sadece içinde bulunulan anı yaşamak üzere yoğunlaşma kavramını ortaya atar. Ona göre insan yemek yiyorsa sadece yemek yemelidir, planlarını, korkularını, kaygılarını, günlük yaşamı diğer tüm işleri bir yana bırakarak sadece yemek yemelidir. Anı yaşadığımız süreçte planlamalar yaparken anı ve yaşamı ıskalarken ıskaladıklarımızın farkında olmayız.Gerçi farkında olsak da elimizden çok şey gelmez. Zaman kendi mecrasında akadurur. Arkadaşlarımızın, sevdiklerimizin kıymetini bilmek dışında. Kırgınlıkları azaltmak dışında. Saçma sapan kompleksleri aşmak dışında elimizden bir şey gelmez. Derken yaşam her birimizi bir yere savurur. Zaman rüzgâr, bizler kuru birer yaprak... Kimilerini alır bizden. Arkada kırgınlıklar, eski fakat eskimemiş anılar, onarılmamışlıklar, söylenmemiş sözler, tamamlanmamış yürüyüşler bırakarak. Artık istesek de bazı birliktelikleri sağlayamayız ya da sağlasak da aynı heyecanı yaşayamayız.
Dostlar, ıskalanmamaış bir yaşam için, Susturun mekanik ve aptal müziklerle çalan cep telefonlarınızı. Bakışlarınızı aptal kutusundan çevirip tavla oynuyorsanız sadece oynadığınız tavlaya bakın. İnsan yaşadığı anı yaşamalı. Ona yoğunlaşmalı. Yoksa Ahmet Arif'in dediği gibi Bir daha hangi ana doğurur bizi' Serçe ömrü kadar kısa olan yaşamı; çıkarsız sevgiler, dostluklarla, güzel anılarla şımartabilmeli. Çünkü tekrarı yok yaşamın. ...Hiç bir şeyiniz yoksa bile bir ibadeti anlatır gibi anlatacağınız anılarınız olmalı en azından. Bu bir tavla oyunu olsa da...