Yorgunluk Üzerine
İnsan yorulur. Sadece bedeni değil, ruhu da. Sorgulanmaktan, yanlış anlaşılmaktan, anlatmaya çalışıp da anlatamamaktan… Birkaç şey üzerinden değerlendirilip tamamının unutulmasından. Oysa hayat bir bütündür, insan da öyle. Tek bir hatayla yargılanmak da, tek bir doğruyla göklere çıkarılmak da yanıltıcıdır. Ama dünya böyle dönmez. İnsan hep birkaç şeyle tanımlanır, o birkaç şeyin gölgesinde var olur.
Ne kadar hoşgörülü olursan ol, seni anlamak istemeyene yetemezsin. Ne kadar iyi niyetli olursan ol, kötü görmek isteyen seni yanlış anlar. Sonra bir gün fark edersin ki, neyi nasıl yaptığının, ne kadar çabaladığının hiçbir önemi yoktur bazıları için. O noktada yorulursun işte. İçinin derinliklerinde, en çok da sevdiklerinden gelen haksızlıklardan yıpranırsın. "Nerede hata yaptım?" sorusu, cevapsız kalır.
Yorulunca, anlamaya çalışmaktan vazgeçer insan. Ne ifade ettiğini bilmek istemez artık. Ama bir yandan da içi burkulur, çünkü hiç olmadığı biri gibi görülüyordur. Ve en çok da bu acıtır. Sevmenin, fedakarlığın, kendini unutmanın yetmediğini görmek… Dahası, boş verilmiş olmaya rağmen hâlâ sevdiklerine çaba göstermeye çalışmak…
Ama ne içindir bu çaba? Daha fazla yorgunluk için mi? Yoksa en ufak bir anlam kırıntısı bulabilmek için mi? Bilmiyor insan, bazen anlayamıyor. Tek bildiği, omuzlarına yüklenen yorgunluğun her geçen gün biraz daha ağırlaştığı.
Bazen insan, yürüdüğü yolun başında kim olduğunu, ne için yola çıktığını hatırlamak ister. Ama yorgunken geçmiş bile bulanıklaşır. Dünü anlamaya çalışmak, bugünü taşımaktan daha zor gelir artık. Bir zamanlar kendini anlatmak için çabalayan o kişi, şimdi susmayı tercih ediyordur. Çünkü anlaşılamamak, anlatamamaktan daha ağırdır.
İçinde bir boşluk büyür. Başkalarına verdiğin değerin karşılık bulmadığını görmek, yalnız hissettirir insana. Oysa yalnız olmak korkutmaz aslında, yalnız bırakılmak korkutur. Üstelik en yakının bildiklerin tarafından… Herkesin bir anlama kavuştuğu dünyada, kendini anlamsız hissetmek tüketir insanı.
Bir noktada kabullenmeye başlarsın. Herkesi memnun edemeyeceğini, yanlış anlaşılmanın kaçınılmaz olduğunu, ne kadar iyi niyetli olursan ol birilerinin seni kötü görmek isteyeceğini… Ama bunu kabullenmek de içindeki yarayı iyileştirmez. Çünkü en çok, “hak etmeyenlerin” verdiği yaralar kanatır insanı.
Sonra zaman geçer. Yorgunluğun bir parçası haline gelir. Artık mücadele etmek istemezsin ama yine de devam edersin. Bazen sırf alışkanlıktan, bazen de içindeki bir sesin hâlâ umuda tutunmasından… Belki bir gün, tüm bu yorgunluk anlamını yitirir diye. Belki bir gün, kendini hiç anlatmak zorunda kalmadan anlaşılmanın nasıl bir his olduğunu yaşarsın diye.
Ama o gün gelir mi, bilinmez. Sadece yürümeye devam edersin. Çünkü başka çaren yoktur.
Hepimizin içerisinde ortak duygular, analizler bulacağı bir yazı olmuş. Demek ki sık yaşadığımız durumlar yazdıklarınız, toplum olarak. Bu yorgunluklar karşılıklı ve hepimiz yeterince anlaşılamamaktan, hak etmeyenlere değer vermekten yakınıyoruz. Aslında hayatı öğreniyor, kendimizi ve insanları tanıyoruz. Bu da bir sonraki adımı belirlememize ışık tutuyor. Yaşanan her acı ve mutluluk değerli bu anlamda. Çünkü öğretip geçiyor, vakti bitince. Tebrik ediyorum Osman arkadaşım. Yine güzeldi.