Yüz çizgilerim

Kulağımda bir umut gibi şehrim çınlıyor.. ağır ağır çalıyor Yürük Semai..
bir durgun bir hırçın suları gibi Karadeniz'in, acı kokuyor şehrim, anı kokuyor, yaşanmışlık kokuyor, Doğu'nun yokluğuna vuruyor beni asi dalgalar, Batı'nın gizemine.. İzmit'te bırakıyor, 1974'te.. İzmit ben de böyle başlıyor..
Arifiye Öğretmen Lisesi halk oyunları ekibindeyim. Haziran ayında 74'de. Kocaeli Fuarı'nın açılışına geldik. Fuarın ara yollarında gelişi güzel oyunlar sergiliyoruz. İlk o zaman bu şehir ile tanışmam. Hem de ne tanışma. Eski garajların beri tarafından sandallara binipte, açıkta, Körfez'de yüzdüğümüzü hiç unutamam. Sonra İstanbul'da öğrencilik yıllarım. Bitirdiğimde Beden Eğitimi öğretmeni olacağım. HOY-DER'de folklörcüyüm.Yarımca Kiraz Festivali'ne davetliyiz, anfi tiyatroda Kafkas ekibiyleyim. Her yan kırmızı dallar Yarımca'da, yer gök kiraz...
Hep gurbette geçti öğrenciliğim. Kitap okurdum yollarda,ulaşım daha güç ve daha uzun olurdu. ?Bir Öğretmenin Anıları' adlı bir kitap. S.Edip Balkır yazmış. Benimle birlikte çok yollara gitti geldi...tekrar tekrar okurdum.
İlk görev yeri İzmit olan , bir ilkokul öğretmeni anlatıyor kitapta; İzmit'i,saat kulesini, tren istasyonunu, denizi ve Yeni Turan İlkokulu'nu; ?Belki de en şanlısı benim arkadaşlarımdan? diyor. ?Kalın duvarlı sağlam bir taş bina. İçinde sırada var masada. Muhafazalı kapıları. Paltom kalındı onunla yatardım geceleri. İki üç masayı koyardım yanyana. Kış vardı ama aç değildim açıkta değildim. Kim bilir arkadaşlarım nerelerdeler. Böyle bir yerde çalışmak büyük şanstı, paltom vardı ya kalınca.. Bu zamanda, böyle dört duvar okul, kaç muallime nasip olur...?
Hep kendimle ilintili bir şeyler bulurdum bu kitapta. İzmit'e çıkınca tayinim daha da bir önem kazanmıştı bu kitaptan bildiklerim. Namık Kemal Lisesi'ni yürüyerek sorarak bulduk sonunda.Yeni lise olmuş pek bilinmiyor adı. Okulun arka tarafında koyunlar otlatılıyor ve derin uzun bir dere yatağı var bazen kötü kokular duyuluyor. Daha ilerileri boş meralar düzlükler, çayır alanlar. Ali Kahya Köyü'nden yürüyerek ve bisikletlerle gelen çocuklar. Kuzeyinde Tavşantepe görünüyor. Daha ilerilerde Kireç Ocakları yerleşim yeri ayan beyan, Çayır Köye kadar. Seyrek sepelek evler ve evlerin bir kısmında evcil hayvanlar, inekler, tavuklar. Ne köylüyüz ne kentli, geçiş döneminde yoksul, arabesk bir yaşam.
Kış olduğunda temizliği çok zor olurdu okulun. Onca yollardan gelen çamurlu ayakkabılarla kirlenirdi sınıflar. Hizmetli Ali Efendi hep söylenirdi, ayakkabısı çamurlu olanlara. Koca manav şivesiyle. Hiç kızılmazdı, sevilirdi Ali Efendi.
1980 yılının başlarında, Park Otel'deyim. Cumhuriyet Parkı'nda eski sıradan ve ucuz.koridorda gazlı bir soba yakılıyor.. Şimdi hatırlamıyorum üşüyüp üşümediğimi. Öğretmenlik başka bir şey, öyle böyle değil, askerlik gibi bakım ve düzen istiyor, titizlik istiyor. Ben alışmışım öğrenciliğimden salaş yaşamaya. Malum ortam anarşinin, gençliği yiyip tükettiği dönemler. Epey zorlanmıştım. Bak bunu hatırlıyorum. Her sabah tıraş olmanın ne zor geldiğini...
Nasılda geçti yıllar. Bir ömür sanki, tek kişi geldim bu şehre, şimdi beş nüfus ev halkı. Nereye baksam hep tanıdık yüzler, demek ki buralı olmuşum. Her gün sürprizlerle gelir bana, her yüz eski bir anıya yol verir, aklımı deler, deşer. Bazen hüzün bazen tebessümlerimle dolarım. İlk yıllarımdı; Namık Kemal Lisesi'nden kırk öğrenci bayrak flama düşmüşüz yollara... Ordu Evi önünde 29 ekim kutlamaya.. Öğrenci yeni, ben yeni, hiç uzak değildi yollar bize, bana. Yaklaşık dört km. Öğrencilerimin benimle yürüme keyfini anlıyordum gözlerinden. Öyle meraklıydılar ki tanımaya, nerede görsem dün gibi hatırlıyorum hala onları. İlk öğrencilerimdi onlar: Zarife, Osman, Aysun, İrfan, Ayla, Alaattinler, Hayriler, Kemaller, kim bilir nerelerdeler...
Halk oyunları ekibi kurmuştum ilk geldiğimde. Akordiyon çalıyordum. Öğrencimden İrfan'da doli çalıyor. Her gün çalışıyoruz. Bir hafta kaldı yarışmaya. Bir öğrencim yok, gelmiyor. Yedeği de iyi değil, nasıl kızıyorum, nasıl azarladığımı biliyorum. Tüm hafta sonlarımı vermişim. Bir dönemdir emek harcıyorum. Çocuk, gelemeyeceğim diyor. Gidiyor, gelmiyor. Meğerse ayakkabısı patlamış önden. Başkada almıyorlar, çalışırken de mahcup oluyor, söyleyemiyor da... İşte olan bizim ekibe oluyor. Nerede şimdiki ortam. Her öğrencide renk renk spor ayakkabılar.Okullarında imkanlar.
Tavşan Tepe'den gelenler genelde doğudan, Ali Kahya Köyü'nden gelenler Ordulu. İyi bir puanlı atletizm takımı ve kros takımı için tam aradığım öğrencilerimdi. Ve bir yıl böyle bir takımla Aydın'a Türkiye şampiyonasına gitmiştik ilimizi temsilen. Kısaca değineyim; Aydın'da bizi iyi karşıladılar. Parasız kalabileceğimiz bir yer verdiler. Yemeği de bir lokantadan hallettik .Yaşlıca ve şişman şeker bir amcaydı lokantacı. Öyle beğenmiş ki bizim sporcuları , beş gün sonunda yarı ücret alarak memnuniyetini belirtmişti. Son gün harcırah ve yollukları alıp öğrencilere dağıttığımda, o sevinçlerini, o yol boyu hediyeliklere saldırmalarını, o mutluluklarını bugün bile hiç görmedim başka bir yerde, başka yüzlerde.
1983 ve 1990 yıllarında bahsi geçen okulumuzda. O günün dar imkanlarıyla her yıl üç, dört halk oyunları ekibi. Tiyatro gurubu, Türk Sanat Müziği korosu, Türk Halk Müziği korosu, voleybol, futbol , basketbol ve atletizm takımları. Hafta sonları okul bahçesinde ve koridorlarında çalışıyoruz, kum havuzu ve gülle atma pisti yapıyoruz. Yeni potalar dikip, yeni jimnastik demirleri kurmaya, yeni kale direkleri ve temiz bir futbol sahası sağlamaya uğraşıyoruz. Yanımızda öğrencilerimiz. Bir branşdaşım bölgeden güreş minderleri getirtip, gece koridorda güreş takımı çalıştırıyordu ve başarılıda olmuştu. Cuma günleri mahalle esnaflarıyla, öğretmenler futbol karşılaşmaları hiç aksamadan sürerdi. Tam bir yatılı okul havası esiyordu öğrencilerde.
On yıl sonra ayrıldığım bu okulda Namık Kemal Liseli olmayı gururla söyleyebilen bir jenerasyonla yüz yüze idim. Bunda en büyük etken, genç ve çalışkan meslektaşlarımla birlikte, tabi ki aktif sporcu öğrencilerimizdi. Sosyal aktvitelerin okul içinde yoğunluğuydu. Sonra gerekçeli bir neden ile. Kocaeli Anadolu Lisesi'ne geçtiğim zaman, üzüldüğümü hatırlıyorum.
Derince'de idi yeni okulum. Kocaeli Anadolu Lisesi. İstediğin her hedefe ulaşabileceğin bir yerdi kısaca. Mesleğimin tadına vardığım, hedeflerimi fethettiğim okul burası oldu.
Üçüncü çocuğumuzu doğumda kaybetmiştik yeni okulumdaki dördüncü yılımda.. Eşim İzmit'te hastanede. Bört cihazı olsaymış sorun olmazmış ama yokmuş işte. Ben ,bebeğimiz, arkadaşım ve bir sağlıkçı ile Zeynep Kamil Çocuk Hastanesi'nde yoğun bakım önünde sabahlıyoruz. Bir umut gittik işte. Uçar gibi sürmüştüm arabayı iyi biliyorum ve sonunda yaşamadı bebeğimiz.. Öyle yorgun ve perişan döndüğümüzde İzmit'e akşamdı vakit. Kucağımda cansız bebeğimiz. Evin önünde beni bekleyen sporcu öğrencilerim. Murat Özgül, Merih Sezer, Ahmet Tamer, Tufan Deniz.... Benim hüznümün farkındalar ya, ha ağladı ha ağlayacaklar.. Böyle de bir şey var; birden acını uyuştururlar da yeğnilir gibi olursun ama acın paylaşılmıştır da ondandır bu hafiflik, öyledir.
Sonuna varmışım değil, geçmişim gibi. Neler yaşamadık ki bu meslekte. Bazen minnacık gözlerde yaşlar sildik elimizle, bazen delikanlı coşkun dalgaları, haykırışları tek bir sözle durgunlaştırdık. Yaşlı bir velinin çırpınışlarına, hüzünlerine tanık olduk. Dul aylığıyla, hayta torununa harçlık vermeye uğraşan neneler gördük, tanıklık ettik, dersler aldık, dersler verdik. Hiç arttığı olmadı aldığım paranın ama hiç aç ve açıkta kalmadık. Zaten rahmetli babamda öğretmendi, öyle derdi, ?Devlet kapısı bu ya; açta açıkta kalmazsın? diye. Öylede oldu.
Yeni bir okul dedim ya yukarıda; her okul öğrencileri ayrı bir kimlik gibi diye. Aynen öyle. Bir başka güzel Kocaeli Anadolu...
On kişilik bir sporcu ile Maşukiye'deyiz. Sırt çantalarımızda yedek iç giysilerimiz ve yağmurluk türünde bir şeyler var. Oradaki marketlerden ekmek, helva, su, peynir vs.ler aldık, onları da çantalarımıza pay ettik. Herkes genç ve güçlü en yaşlı benim. Sporculuk var ya, laf ettirmiyorum. Düştük rampa yola, çık çık bitmiyor. İki,üç saat geçti dönelim deseler döneceğim aşağıya. Tam dört buçuk saat sonra vardık, hiç durmadan Kartepe'ye. Kartepe'de kuzu yayladayız. Ne varsa yedik orada, hava buz, biz terliyiz. Değişsek de üzerimizi geçmiyor harareti tenimizin. Dört saate inmiştik Maşukiye'ye. Böğürtlenler vardı yolda ve dağ çileği yemiştik. Hele bir noktada, bir yandan körfezi, bir yandan Sapanca Gölü'nü görebiliyorduk. Bir yerde nefeslendik, inişte zordu, sohbete daldık bir ara...
Haraları işaret ediyordu öğrencim Bahadır, bu coğrafyada binlerce yıldır süren geleneksel bir iş aslında diyerek. Meğerse Bizanslılar bu körfez boylarında, savaş atlarını yetiştirirlermiş, ilk defa duymuştum. O günden bugüne nesilden nesile belki de süre gelen... diye sorular canlandı aklımda... Bahadır konuştukça ben çok şeyler öğrendiğimi anlıyordum. iyi okuyorlardı.Yarın okulda anlatacak çok şeylerimiz vardı...
İl dışına çıkıyorduk her yıl. Ya basketbol ya da, voleybol takımlarımızla. Final maçlarımız zorlu ve gergin geçerdi. Bize ?körfez kokuyor? diye tezahürat yapıyorlardı. Sinir olurduk, çok şükür diyorum, bu şehirde o yıllar unutuldu bile. O körfez bu körfez değil.
Yahya Kaptan'dan yürümeye başladığımda, Öğretmen Evine vardığım olur sık sık. Öylesine hoşuma gider ki bu yürüyüş. Sanayimizin renklendirdiği bu İlimiz, sanki Anadolu sanki Türkiye'miz.Maviş Balkan gözlerinde, yay kaşlı Afşar, Yörük izlerini görürüz. Bir diğeri geçer, kirpiklerinde Kars'tan oklar vardır, tel tel ve teni Karadeniz kokar, harman yeridir ilimiz insanımız. Kafkaslardan bir ezgi duyulmaya görsün, bir meydan, bir okul bahçesi düğün avlusuna döner, bayram olur koskoca bahçede.Yürüdükçe yaşlı çınarlar tarihi getirir aklıma ve her mekanda bir gülen yüz. Yine bir Yürük Semai eşlik eder her çınara, her adımına... Koca koca yaprakları düşer değer yüzüne, son bahardır, geçmekte ömür ve ağırlaşan her adımda biten bir mesleğin yorgunluğu görünür.
Geçen yıl veli toplantısındayım okulumda. Son sınıf öğrencilerimin velileri karşımda.
Velilerin hemen hepsi benden genç. Bu yüzü bir yerden tanıyor muyum diye sordum. Namık Kemal'den öğrencinizim dediğinde, bu işte epey geç kaldığımı anladım. Bu naif mesleğin hep güzellikleri geldi anılarımı paylaşırken. Öğretmenlik, o halk pazarlarında sebzenin meyvenin iyisini eneyerek vermeye çalışan ve tanıdığını hissettirmeyen o mahcup, temiz yüzleri görmek için bile değen bir kutsal uğraştır. Ne mutlu bana bu günlerdeyim, geç meç kalmış olsam da... hala meslekte. Bu ülke bizim, bu çocuklar, gençler hepimizin.

08 Ocak 2009 10-11 dakika 4 denemesi var.
Yorumlar