Zihinsel Öncelikler
Biraz uzun oldu biraz da felsefeye kapı araladı ama yine de anlaşılır kalması için çaba harcadım. Sabırla okunması dileğimle...
Kendimizi aynada veya resimlerde, videolarda görüyoruz ancak. Nasıl göründüğümüzü yalnızca bu şekilde bilebiliyoruz. Bunlara ayırdığımız zaman ise aslında çok az. Bunun dışında sadece dış dünyaya bakıyoruz. Hayatımızın yüzde 99,9'unda kendi suretimizi görmüyoruz. Mesela bu yazıyı yazdığım şu ana kadar bugün kendimi hiç görmedim.
FPS - First Person Shooter (Birinci Şahıs Nişancı) olarak bilinen türdeki bilgisayar oyunları gibi akıp gidiyor yaşam. Bu türün en iyi bilinen örneklerinden olan Counter Strike gibi oyunların çok beğenilmesinin nedenlerinden birisi de budur belki de. Bu oyunlarda oyuncu sadece elini ve tuttuğu silahları veya diğer gereçleri görüyor tıpkı gerçek dünyadaki gibi.
Zihnimiz başka bir beyine geçemiyor. Teorik olarak geçse bile sadece dışardan bakanların bizde gördüğü beden ve gözlerimiz değişmiş olacaktı; hepsi bu kadar. Ama o gözler dışarıya yönelik olarak aynı şeyleri görmeye devam edecekti. Belki de tek farklılık olarak aynada ve fotoğraflarda kendimize dair farklı bir suret görecektik. Zihnimiz yine aynı kalacaktı (o bedenin getirdiği öznel fiziksel sorunlar dışında elbette). Başka bir bedene geçmek başarılabilmiş olsaydı bile zihin aynı olduğu sürece kendimizi çok özel sanmaya devam edecektik. Yani her durumda evrene "ben" esası üzerinden bakıyoruz ve bu kısıtlanmışlığın değişmesi de mümkün değildir. Bencil olmasak da, empati yapsak da mecburen hep kendi gözümüzle bakmak ve kendi zihnimizle algılamak zorundayız, aksi örnekler hep bir denemedir, anlamaya çalışmadır. Mesela kendini başkasının yerine koymak gibi bir durum mutlak olarak asla mümkün olmayacak bir girişimdir (ama insana çok şeyler katacağı da yadsınamaz).
Kainatın en önemli varlığını kendimiz sanıyoruz, öyle olmadığını anlasak bile sadece bir tane zihnimiz olduğu için başka bir yöntem bulamıyor ve istisnai durumlar dışında ben merkezcil yaşamaya devam ediyoruz. (İnsanın kendisini değersiz ve önemsiz görmeye başlayıp üstelik bu durumu da derinleştirmesi ise zaten başka sorunları beraberinde getirir ki bu ayrı bir tartışmanın konusudur). Bu da doğal olarak "ben" kavramını öncelemeyi insan için kaçınılmaz kılıyor. Bu nedenle de ben dediğimiz varlığa karşı anlamlar yükleme çabası içinde buluyoruz kendimizi (başka hiçbir şeye olmadığı kadar). Bu arada belirtmek gerekir ki dışarıdan bakan başka bir kişiymişçesine kendisini değerlendirme altına alabilen belki de tek varlık insandır. Tüm herkes kendini kainatın merkezine koyduğu için, ya da mecburen doğal olarak öyle algıladığı için diyelim o yüzden de bizim başımıza gelenler özel olmak zorundadır diye düşünüyoruz.
İnsan beyninin öne aldığı ve geriye attığı konular vardır. Geriye atılan konular öne attıklarımızın belki 10.000 katıdır. Bu yaratılışımızın bir sonucudur, belki de daha doğrusu insanın psikolojik olarak hayatta kalabilmesi için bir zorunluluktur. Biri kişi 90 yaşında ölen dedesi için birkaç hafta boyunca üzülürken, haberlerde izlediği günümüzde gerçekleşen bir savaşta ölen on binlerce insan için binlerce çocuk için birkaç dakika üzüldükten sonra unutabilir. Akrabalık bağı olabilir veya fiziksel mekan olabilir bir biçimde yakın olan insanları ya da yakın olan konuları önceler insan zihni… Aynı şey çekişmeler ve kıskançlıklar için de geçerlidir, insanlar iş yerlerindeki insanları kıskanırlar, hele de yükselme konusunda mesela. Kamu kurumlarında görevde yükselme sınavlarının olduğu zamanlarda ayyuka çıkar. Yan masadaki, yan odadaki arkadaşını kıskanır, rekabete girer. Hatta bu dizginlenemediğinde çeşitli problemlere yol açar. Ancak perspektifi genişletip olaya biraz mantıklı bakmaya başlarsa insan şunu görecektir ki, ille de kıskanacağım diyorsa bu takdirde kıskanması gereken aslında on binlerce kimi durumlarda yüzbinlerce insan vardır belki de ülkede. Veya tüm dünyayı hesaba katarsa bu rakamlar çok daha yukarılara tırmanacaktır. Ama işte insan beyni hemen yanındakini görüyor ötesini düşünmüyordur.
Her şeye rağmen başkaları için endişe etme, üzülme konusunda bazen çemberin çapını genişletmek gerekebiliyor kişinin kendisi için yorucu ve acı verici olsa da. (Fakat bunun ölçüsü nedir bilemiyorum.) Devlet adamı vasfı taşıyan bir siyasetçide mesela bu olması gereken bir özelliktir. Bu tür insanlarla ülkeler ileriye gider, sorunlar çözülür. Sanatçılarda bulunabilir bu geniş empati yeteneği, böylece ürettiği eserlerle toplumsal duyarlılık oluşmasına vesile olabilir. Hatta belki bütün insanlık bu çemberin çapını biraz daha genişletseydi bugün dünya bu halde olmazdı kimbilir. Vurdumduymazlıktan kurtulmak gerekiyor biraz.